Türkiye basını”nın halini İngilizceye çevirmek çok kolay olmalı.

Press” dediğinizde her şeyi anlatıyor!

Anlatıyor mu acaba?

Baskı”yı, tek sesliliğe zorlamayı, “ana akım medya”nın nasıl akıntıya kapılıp gittiğini, cezaevlerini, gözaltıları, davaları, yasakları, medyanın zoraki el değiştirmesini, gazetecilik kimliği ve kişiliğiyle alakasız “beslemeler”in çoğaldığını dünyanın hemen her dilinde herkes biliyor.

Az bilinenler ise bu “kötülükler” değil.

Az bilinenler; bu kötülüklere rağmen, gazeteci kimliğine, gazeteciliğin ruhuna, hakikatin peşinde olmanın önemine, görünenin perde arkasına ulaşmaya çalışanlar.

Sansürün, baskının, gözdağının olma sebepleri!

Gazeteciliği hakiki kılanlar, hakiki gazeteciliği inatla sürdürenler.

Eleştirdiğimiz, yanlış, haksız, insafsız bulduğumuz ne varsa…

Hepsi hakikati arayıp aktarmaya çalışanlar da bulunduğu, inatla hakikatin peşine düştükleri, kamusal acıları görmezden gelmedikleri için sökün ediyor.

İnatla özgürlük peşinde koşan bir “press” yani basın olduğu için, ısrarla özgürlüklere saldıran bir “press” yani baskı var.

İster Türkiye’de olun, ister yurtdışında.

Gözlerimiz, aklımız ve kalbimiz daha ziyade hakiki gazeteciliği görüp onun kıdemli, ama artık birçoğu genç mensuplarını fark etmeli.

En çok onları konuşmalı.

Daha ziyade onların haberlerini, yazılarını, fotoğraflarını, tanıklıklarını; her seferinde onların gazetecilik mücadelesini onurlandırarak diri tutmalı.

Söylemek istediğim, bardağın yarısı boş ise yarısı dolu gibi basit ve kaba bir teselli değil.

Çünkü gazeteciliği boğanlar ile onu beslemeye devam edenler zaten aynı bardakta değil. Aynı su hiç değil.

Birileri kaba, kalıba sokulurken, diğerleri engelleri aşabilme mücadelesinde.

Her şartta halkın haber alma hakkına, basın ve ifade özgürlüğüne, hakikate saygılı olan; aklını ve emeğini, sorusunu ve bilgisini, direncini ve mücadelesini bu yola koyan gazetecileri, bilhassa gençleri yüreklendirelim.

Türkiye’de basın özgürlüğü yok derken bile, özgürlüğün basını olduğunu da hatırlayalım, hatırlatalım.

Bu sadece “dayanışma” değil.

Epeydir hangi haberin gerçekten haber olduğu saptırıldı.

Epeydir birçok yazıişleri odasında, gönüllü yahut cebri olarak, “gazeteciler” neyin haber olacağını değil, neyin haber olmayacağını tartışır oldu.

Epeydir manipülasyon ve dayatma, sansür ve otosansür pençesinde yamulmuş bir “kamusal sorumluluk”u canlı tutanların kıymetini bilmektir bu.

Onlar bu mesleğin en kıymetlileridir.

Elbette bugünün karanlığının unutturduğu başka karanlık günleri, gazeteciliğin önemli ve onurlu isimlerinin peş peşe öldürüldüğü, özellikle Güneydoğu’da çok sayıda gazetecinin katledildiği günleri, 80’leri, 90’ları hiç unutmadan.

O günlerde de gazetecilik heyecanı, namusu, cesareti ve sorumluluğunu hep ayakta tutmuş olanların mirasına da saygıyla.

Bugün o mirası aklında, kalbinde, vicdanında, mesleki sorumluluğunda, sorularında, sorgulamalarında, tanıklıklarında, kayıtlarında, iletişlerinde, haber verişlerinde, bağımsız yorumlarında canlı tutanların hepsine sevgiyle.