Röportaj/ Serap Dikmen Ahmetoğlu

Otizm alanında sivili toplum çalışmalarına da 2009 yılında Otizm Platformu’na üye olmakla başladı. 2018 yılında kurulan İstanbul Otizm Gönüllüleri Derneği’nin kurucu başkanlığını yaptı. Ozan için verdiği hukuk mücadelesi ve sivil toplum alanında yaptığı çalışmalar sırasında onlarca politikacı ve bürokrat ile ile çalıştı. Ankara’dan otizme nasıl bakıldığını iyi biliyor.

Siyasi partilerin 14 Mayıs seçimleri için oluşturduğu milletvekili aday listelerinde temsiliyet bulamayan engelli toplumu tarafından ağır bir şekilde eleştiriliyor.  Türkiye’de otizm ve engelli politikalarında yolunda gitmeyenleri konuştuğumuz Erken, “Engelli alanı politik söylemde de eylemde de bir aksesuardan öte değil” derken, sivil topluma da örgütlü ve donanımlı bir politik baskı grubuna dönüşmesini öneriyor.

Sivil toplum ve aktivistlik çalışmalarınız boyunca ilgili bakanlıklar başta olmak üzere ülkenin karar vericileriyle yoğun bir mesai yaptınız. Otizm konusunda istediğimiz gelişmelere ulaşamamamızın nedenini bu sırada  daha yakından gözlemlediniz. Neden bir türlü doğru ve etkin adımlar atılmıyor?

Talep ettiğimiz her çözümün maddi bir bütçesel karşılığı olduğunu ve tercihlerin buna çok net bağlı olduğunu görmemiz gerekiyor. Ülkede nereye dönsen dert, nereye dönsen talep var, bu hengamede güçlü bir odak yaratmadan ciddi harcamalar gerektiren politika değişikliklerinin birkaç sosyal medya kampanyası ve atama talebi ile gerçekleşmesi imkânsız.

Bu,  otizm alanında kurulmuş sivil toplum örgütleri ve aktivistlerinin de strateji değiştirmesi gerektiği anlamına mı geliyor? 

Bazen konunun özneleri duygusal davranıp “sesimiz duyulmuyor, bizi görün” gibi tepkiler verse de biliyoruz ki aslında sorunları herkes görüyor, bu “zordayız” çığlıkları Ankara’da gayet net duyuluyor. Bugüne kadar yaptığımız çalışmalar sayesinde resmi belgelere geçmesini sağladığımız onca bilgi, bilmiyorum diyenlere “nasıl bilmezsiniz, işte burada yazıyor” deme imkânı da veriyor bizlere. Sorunları Otizm Eylem Planı ve TBMM raporları gibi çalışmalarla ispat etmiş ve resmi belgelere geçirmiş olmak onların maliyetini ödemeye razı bir kamu yönetimini garanti etmiyor. Çünkü kamu yönetimi özünde bir bütçe yönetimi. Vatandaşın vergisini toplar ve bu parayı nerelere hangi oranda bölüştüreceğine dair bir tercihi, bir politikası var. Biz bunu değiştirmenin ne denli zor bir iş olduğunu artık görmeli ve buna göre örgütlenmeliyiz.

Biraz da iğneyi kendimize batıralım diyorsunuz, ne var o iğnenin ucunda?

Tüm bu tablo içinde bizim temel meselemiz bütün bunları idrak etmiş bir topluluğa dönüşüp, birlikte hareket edememek. Gerek otizm alanı gerek tüm engelliler alanının aynı odak noktasına kilitlenmesini sağlayamamak ve taleplerimizi güçlü bir şekilde bu gücün arkasına ekleyememek. Özetle sürekli şikayet ve talep eden bir sesten, örgütlü ve donanımlı bir politik baskı grubuna evrilememiş olmak. EYT meselesinin uzun süre “asla yapmam” dendikten sonra nasıl birkaç günde çözüme kavuşturulduğunu, emeklilerin maaşlarının nasıl % 100 zamlandığını gördük. Bunlar durduk yerde olmadı, EYTliler örgütlendi ve biz bu hakkı almazsak siz de seçimde oylarımızı alamazsınız dedi, emekliler de öyle. Özetle sürekli “politika üstü” deyip geçilen bu alanı siyasette o veya bu biçimde “etkin bir özneye” dönüştüremediğimiz sürece sonuç almak pek mümkün görünmüyor. 

Cumhurbaşkanı seçimi tekrarlanıyor ancak milletvekili seçimleri tamamlandı. Mecliste engelli topluluğunun temsili sağlanamadı. Siyasi partiler engellilerin mecliste temsilini gereksiz mi görüyor?

Gereksiz gördüklerini düşünmüyorum, hepsiyle bir boyutta ilişkimiz var, konuştuğunuzda onlar da bu konunun önemini bildiklerini ve gerekliliğin farkında olduklarını söylüyorlar. Ancak siyasi partilerin şu an için gayet antidemokratik iç işleyiş biçiminden tut, ülkemizde siyasetin nasıl bir vizyonla ilerlediğine kadar pek çok sebeple sembolik aday gösterebilmek için bile olsa ilişkide oldukları engelli üyeleri yok denecek kadar az. Engelli alanı da kendi içinden birilerini çıkartıp partilere “bizim adayımız bu kişi” diye işaret edeceği güçlü figürlere sahip değil. Aksine biri bu şekilde bir göreve talip olduğunda başına gelmedik kalmıyor. Sonuç bugün gördüğümüz tablo. Toplumda yer alamadığı gibi mecliste de güçlü bir temsili olmayan engelliler.

Siyasi partilerin engelli politikalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Soruyu başka türlü sorayım, siyasi partilerin engelli politikaları var mı sizce?

Cılız bazı öneriler ve temel metinler dışında gerçek bir engelli politikası üretebilmiş bir parti göremiyorum. Bazı partiler son yıllarda engellilerin çabasıyla sağlamcılık, erişilebilirlik vb kavramları öğrenmeye başladılar ve bunlara tutunan metinler, söylemler üretebiliyorlar. Ama iş orada tıkanıp kalıyor. Engelli politikası üretmek için bunlar elbette yeterli değil. Bir yandan da bu konudan bağımsız olarak politika yapım süreçleriyle ilgili sorunlar var ülkemizde. Partilerin temel metinleri programları temenni düzeyinde kalıyor. Ancak seçim dönemi gerçek politik öneriler getirmek için aktive oluyorlar, o zaman da sıra engelli politikalarına kadar gelmiyor. Örneğin bu seçim döneminde de pek çok farklı konuya öneriler getirildi ama hiç kimse bir engelli 1800 TL maaşla geçinemez engellilerin % 90’ı işsiz, nasıl olur da engelli çocukları okullara almazsınız deyip bu konuları öne çıkarmadı. Engelli alanı politik söylemde de eylemde de bir aksesuardan öte değil şu an bence.

Doğru bir engelli politikasına nasıl ulaşacağız?

Doğrudan ya da dolaylı biçimde öznelerin liderlik ettiği bir politika üretim sürecine ihtiyaç var. Kısa vadede tüm engelli alanını bu anlamda harekete geçirmek ve vatandaşlık bilinci kazandırmak, bugünkü çok düşük düzeyde destekler ve sembolik sosyal yardımların geliştirilmesi konusunda etkin bir topluluğa dönüştürmek mümkün olmayabilir. Bu alanın tamamen hakkını talep eden bir kitleye dönüşümü için belki de birkaç nesil gerekecek. Ancak engelli alanındaki aktivistlerin önümüzdeki beş yıl boyunca önce yerel seçimler sonra da olası her seçim dönemini fırsat bilip çok yoğun bir biçimde kamusal desteği de yanlarına alıp politika üretimi için her paydaş üzerinde ilerleme baskısı kurması gerektiğini düşünüyorum.

Editör: Cem Özer