Haber/Neşe UZUNKAYA  - Duygularını ve tepkilerini kontrol edemeyen insanların yarattığı şiddetin sonuçlarıyla karşılaşmaktan kaçınamıyoruz. Acımasızca kan döken, güçsüzün canını alan insafsız şiddet olgusuna ilişkin haberlere maruz kalmadığımız bir gün bile geçirmediğimizi söyleyebiliriz. Sarmal şeklinde hayatın her alanını kuşatan şiddetin etkileri üzerinde yeteri kadar durduğumuzu ise ne yazık ki söyleyemiyoruz.

Her geçen gün artan şiddet bombardımanı yazılı ve görsel medya aracılığıyla zihinlerimizi işgal ediyor. Şiddet içerikli haberler kaygı verici şekilde artıyor. Hayatımızın her döneminde şiddetin her türü ile yüz yüze gelebiliyoruz. Evde, okulda, çalışma ortamında, sosyal çevrede şiddet görüntülerine tanık oluyoruz.

Türkiye’nin kadın nüfusunun karşı karşıya olduğu şiddet riski, kız çocuğu büyütmekte olan aileleri tedirgin ediyor. Çevre, iklim ve gıda sorunları gibi şiddet olgusu da ailelerin çocuklarının geleceğine ilişkin korkuları arasında yer alıyor.

Kadınları temsil eden sivil toplum kuruluşları şiddeti önlemek için etkinlikler, seminerler, paneller düzenliyor, yasa tasarılarının hazırlanmasına katkı yapıyor. Medyadaki şiddet dilini dönüştürmek ve toplumsal farkındalık yaratmak amacıyla İzmir Gazeteciler Cemiyeti”nin başlattığı “Şiddete Karşı İletişim Projesi-NAR” tüm hızıyla devam ediyor.

İzmir’deki 42’ye yakın kadın kuruluşunu bünyesinde buluşturan ve NAR Projesi’ne destek veren İzmir Kadın Kuruluşları Birliği (İKKB)’nin yeni başkanı Gülsen Çetiner Özkan ile fiziksel, ekonomik, cinsel ve psikolojik şiddetin toplumsal etkilerini, bu alanda yaptıkları çalışmaları değerlendirdik.

- Bir kadın kuruluşu temsilcisi olarak sizce kadınların en fazla desteğe ihtiyaç duyduğu konular nelerdir? Çalışmalarınız sırasında karşınıza çıkan öncelikli ve temel sorun olarak neyi görüyorsunuz?

Atatürk'ün kadınlara verdiği değeri koruyamadığımız için ”Kadının İnsan Hakları Eğitimi” ile uğraşıyoruz. Ülkemizin içinde bulunduğu koşullar, eğitim sisteminin gittikçe bozulması, kadın erkek eşitliğinin erkek lehinde bozulması gibi sorunlar nedeniyle bu tür eğitim programlarını önemsiyorum.

Kadınların şiddet nedeniyle Sığınma Evi'ne gitmek, Danışma Evleri’nden yardım istemek zorunda kalması bir sistemin işlememesinden kaynaklanıyor. Kadın önce kendi yerini sağlamlaştırmaya çalışıyor, sonra çocuğunu ve çekirdek aile yapısını korumaya çalışıyor. Bunlar için mücadele ediyor. Kadınlar çocuklarına kreş, aile bütçesine gelir sağlayacak meslek edindirme kursları, düzenli bir gelire sahip olmak, şiddet ve miras ile ilgili hukuksal destek istiyorlar.

Özellikle yatay yerleşim bölgelerinde oturan kadınlar yasal haklarını bilmiyor. STK olarak bu bölgelerde Kadının İnsan Hakları seminerlerini (KİHEP) devreye sokarak farkındalık eğitimleri yapıyoruz. Bu eğitimlerle kadınlar hak aramayı, kendine değer vermeyi öğreniyor, özgüven kazanıyor. Kadınlar toplum önünde sorunlarını rahatlıkla aktarabilecek duruma geliyor.

- Toplumda şiddetin yaygın olmasının ve şiddet kullanımının giderek artmasının altında yatan nedenleri doğru değerlendirebiliyor muyuz?

Ülkemizde her 3 kadından 1’i evde kocasının ya da sevgilisinin fiziksel şiddetine maruz kalıyor. Şiddetin kaynağında erkek egemenliği, cehalet ve toplumun ikiyüzlülüğü yatıyor. Erkeklerin egemenliklerini tehdit altında görmeleri ya da bu egemenliği güçlendirmek istemeleri şiddet davranışına yol açıyor.

Daha çok erkekler tarafından evde uygulanan şiddet çocuklara fiziksel yaralanmalar, aşırı korku, yetersizlik duygusu, özgüven eksikliği gibi zararlar veriyor. Bu zararlara uğrayan bir çocuk büyüdüğünde travmasını tekrar edebiliyor. Tanık olduğu veya bir parçası olduğu şiddet eylemlerini tekrarlıyor.

Şiddet normalleştiriliyor. Yani aşağılanan aşağılıyor. Dövmek çok yanlış bir algıyla sahiplenme veya bir sevilme ifadesi olarak algılanabiliyor. Dayak atan da dayak yiyenler de şiddeti hak olarak görüyor ve kabulleniyorlar. Bu bir kültür sorunu olarak karşımıza çıkıyor.
"Kadına yönelik şiddet" denilince, bundan sadece "koca dayağını" anlamamalıyız. “Kadına şiddete karşı mücadele” de "dayak atan kocalara karşı mücadele" olarak ele alınıyor. Oysa kadının mevcut toplumsal statüsünü değiştirme, "erkeğe karşı mücadele” biçiminde, cinsiyetçi temelde gerçekleştirilemez. Çünkü sorunun kaynağı tek başına erkek ve eğitimsizlik değildir. Kadın olmadan büyük toplumsal değişikliklerin gerçekleşmesi imkansızdır. Şiddeti kadın erkek birlikte el ele vererek önleyebiliriz. Sorun sistem sorunudur, kadına ideolojik, politik, kültürel olarak sistemin nasıl baktığı ve nasıl bir yer verdiği sorunudur.

- Toplum olarak şiddeti büyüten etkenler arasında ekonomik, psikiyatrik ve mental unsurları yeterince göz önüne alıyor muyuz?

Psikiyatrik hastalıklar tedavi edilmediği takdirde ailede, toplumda çeşitli şiddet sorunlarına yol açabiliyor. Genellikle kendilerini ifade edemedikleri için şiddete başvurabiliyorlar. Hafif düzeyde mental yetersizlikler ilkokul çağında tespit edilmeli, eğitim planlaması ve yönlendirmeler yapılmalıdır. Bu konuda kadın kuruluşu olarak okullarda uzmanlarla birlikte seminerler yapıyoruz. Bu tür çalışmaların şiddeti önlemede etkili olacağını düşünüyoruz.

Toplumumuzda şiddet sorunlarının büyük bir bölümünü ekonomik nedenler oluşturuyor. Ekonomik şiddet, kadının kendisini geliştirmesini, kapasitesini gerçekleştirmesini engelliyor. Bu nedenle kadınlar güçsüzleşiyor, diğer şiddet türlerine açık hale geliyor, bağımlı ve ikincil pozisyonda kalmaya devam ediyor.

- Bağımlılıklar, eğitim yetersizlikleri, gençlerin üstesinden gelemedikleri ergenlik dönemi kimlik arayışları şiddet sarmalının neresinde yer alıyor?

Kapasitelerine göre eğitim alamayan gençler ergenlik döneminde girdikleri kimlik arayışı sürecinde daha saldırgan, umursamaz ve öfkeli bireyler olabilirler. Bu süreçte çocuğun kafasında geleceğe dair pek çok soru işareti oluşmakta ve kimlik bocalaması yaşamaktadır. Kimlik bunalımı yaşayan gençler toplum içinde uyumsuz oluyor, uzun süreli kalıcı arkadaşlık ilişkileri kuramıyor, iletişimde istikrar sağlayamıyor, mutsuz oluyor, doğru seçimler yapamıyor ve agresif davranışlar göstererek şiddete başvurabiliyor. Bu gençler oldukça fazla suç ve şiddet potansiyeli oluşturuyorlar.

Kadın kuruluşları olarak ergen ve aile ilişkileri konusunda çok duyarlıyız. Yıl boyunca uzmanlarla birlikte okullarda ergenlikte kimlik bunalımını masaya yatırıyor ve olumlu geri dönüşler alıyoruz.

- Genç bireylerin şiddetten uzak kalarak yetişebilmeleri için aileler çocuklarını büyütürken nelere dikkat etmeliler?

Ergenlik sürecinde ailelerin gençlerle mümkün olduğunca birlikte vakit geçirmeleri ve gençleri mutlaka dinlemeleri gerekir. Aile ile iletişimin kopması, çatışmaların artmasına neden olmaktadır. Sürekli iletişim kurulmalı paylaşım yapılmalıdır.

Bu süreçte gençlere aşırı kısıtlamalar getirilmemeli, birey olduğu unutulmamalı, özgürlükleri kısıtlamamalı ve fikirlerine saygı duyulmalıdır. Saç kesimi ve kıyafet gibi seçimlerinde ona izin verilmelidir. Aile yapısına ve yaşam şekline aykırı seçimler olmadığı sürece fikirlerine ve seçimlerine saygı gösterilmelidir. Bu arada arkadaşları ve ilişkileri gözlemlenmeli, aileleri ile iletişime geçilmelidir. Böylece yaşanacak çatışmalar en aza indirilebilir.

Yine bu süreçte gençlerin özel hayatına çok fazla müdahale edilmemeli ancak kontrol de tamamen bırakılmamalıdır.

- NAR projesi gibi çalışmalarla şiddete uğrayan veya şiddet mağduru olma potansiyeli taşıyan kadınlara ulaşılmasının uzun vadede yararı görülecek mi?

Medyadaki şiddet dilini dönüştürmek ve toplumsal farkındalık yaratmak amacıyla İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin (İGC) İzmir Kadın Kuruluşları Birliğimizin (İKKB) desteğiyle bir süre önce başlattığı ‘Şiddete Karşı İletişim Projesi-NAR’ tüm hızıyla devam ediyor. Proje farkındalık çalışmaları kapsamında yatay yerleşim bölgelerinde vatandaşlarla bir araya geliyoruz. Proje ortakları yaptığımız etkinliklerde belediye başkanı muhtarlar, yöre kadınları ve mahallenin ileri gelenleri ile bilgilendirici çalışmalar yapıyoruz.

Projenin hayata geçmesinde öncülük eden İzmir Gazeteciler Cemiyeti ile şiddetin önlenmesi için ‘herkesin bir sorumluluğu var’ anlayışıyla yola çıktık. Şiddete karşı mücadelede herkesin elini taşın altına koyması gerekir. Şiddeti durdurmak için de sivil toplum kuruluşlarına büyük görev düşüyor. Şiddet gören kişileri yalnız bırakmayacağız. Yetkilileri, politikacıları bu konuda zorlayacağız. Bu projenin şiddeti büyük oranda önleyeceğini düşünüyoruz.

- Şiddete uğrama riski yüksek olan kadınların alabileceği önlemlere ilişkin bir dizi öneri sıralanmakta. Buna rağmen kadınların şiddetten kaçınamadığı durumlara ve sonuçlarına tanık oluyoruz. Kadınların etkili önleyici önlemler alabilmeleri için sivil toplum kuruluşları neler yapmalı?

Kadınları korumak ve şiddeti önlemek için getirilen 6284 sayılı kanun hakkıyla etkin uygulanmadığı için kadınlarımız korunamamaktadır. Kadın kuruluşları olarak şiddet riski olan kadınların güvenliğinin yerinde desteklenmesini istiyoruz.

Şiddet alanında çalışan kadın örgütleri, danışma merkezleri ve sığınma evlerine ziyaretler yapmalı, bilboardlara şiddet konusunda bilinç ve farkındalık yaratan spot sloganlar yazmalı. Kadınları aşağılayıcı atasözlerin değiştirilmesi ya da yönetimler tarafından kullanılmaması konusunda çaba gösterilmeli. Şiddet içerikli dizi ve programlar sosyal medyada protesto edilmeli. Okullarda çocuklara kadın erkek eşitliğinin geliştirilmesi ve nefret söyleminin önlenmesi için dramalı eğitimler verilmesi konusunda okul yönetimleri ile işbirliği yapılmalı. Kadına yönelik hak ihlallerinin duyurulması sağlanmalı, kamuoyu oluşturmalıdır.

- Özellikle kadına ve lgbt+i bireylere karşı şiddetin Türkiye’de birçok ülkeden daha yaygın olması neden kaynaklanıyor? Ülke olarak bu konuda değiştirilmesi gereken özelliklerimizin farkında mıyız?

Kadın kuruluşları olarak bu grubun istismarcı uygulamalara maruz kalmadan cinsiyet kimliklerinin yasal olarak tanınmasını desteklemekle birlikte, kamuya yönelik eğitim ve diyalog yoluyla LGBTİ’lere yönelik ayrımcılıkla mücadele etmeyi desteklemekteyiz.

Ülkemizde LGBTİ grubunun maruz kaldığı ayrımcılık, bu bireylerin çalışma ve yaşam haklarını ellerinden alıyor. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi “Yaşamak, özgürlük ve kişi güvenliği herkesin hakkıdır.”diyor, ancak ülkemizde fiilen yok sayılıyor. Bu grupta bulunan bireyler adeta yok sayılıyor, hedef gösteriliyor, ötekileştiriyor, ayrımcılığa maruz bırakılıyor.

LGBTİ bireyler için son derece zorlu bir süreç. Kadın kuruluşları olarak bu gruptaki bireylerin çalışma yaşamında yer alabilmesi, ayrımcılığa maruz bırakılmadan istihdam edilmesi, nefret söylemi, şiddet ve zorbalığa maruz bırakılmaması için mücadele ediyoruz. Meclisin ve medyanın etkisini hak ihlallerinin engellenmesi hususunda kullanmaya çalışıyoruz. Toplumun tüm renkleriyle, dezavantajlı gruplarla dayanışmayı öngören, insan haklarını önceleyen barış içinde, bir arada yaşamayı benimsiyoruz.


BİLİNÇLİ OLMAK GEREKİYOR’

- Şiddeti azaltmak için somut olarak neler yapılmalı?

Kadına şiddet eylemlerinin sonucunda hep yarım kalan hikayelerle, mutlu olamamış, hayatı mahvolmuş, dünyası zindana dönmüş insanlarla karşılaşıyoruz. Şiddeti önlemek için hiçbir şey yapmadan sadece cezaları öne sürersek bu belki de erkekleri daha kışkırtıcı hale getirecektir.

Kadına şiddeti önlemek için hem aile içinde hem de aile dışında yani sosyal hayatta öncelikle bilinçli olmak gerekir. Kadına şiddet meydana gelmeden önce toplum eğitilmeli. Küçük yaştan itibaren özellikle erkek çocuklara kadına şiddet hakkında eğitimler verilmeli. Cinsiyetler arası güç farklılığından dolayı kız çocuklara daha nazik davranılması gerektiğini anne babalar erkek çocuğa anlatmalı. Kızların fiziksel gücünün erkekler kadar olmadığını öğreterek eğitmeli. Bu eğitimler çocuğun ergenlik döneminde de devam ettirilmeli, böylece erkek evliliğe kadar hayatının her aşamasında kadına şiddet uygulayamayacağının farkında olmalı.

Saldırgan bir tutum yerine korumacı ve sakin tutuma kavuşan erkekler hem aile içi hem de toplum içi huzurun artmasında büyük bir rol oynayacaktır. Erkeklere yönelik eğitimin önceliği ve sürdürülmesi önemlidir. Sağlıklı iletişim kültürü oluşturulması, erkeklerin şiddeti bir iletişim biçimi olarak kullanmaktan vazgeçmesi gereklidir.

Kadınların eğitim ve iş hayatında desteklenmesi, bilinçli ve güçlü olması ekonomik şiddetten korunmaları açısından önemlidir. Aile içi ilişkilerde sevgi saygı gibi değerlerin önemsenmesi ve bu değerlerin takdir edilerek özendirilmesi anlamlıdır. Öfke, stres ve zorluklarla başa çıkma yöntemleri geliştirilmelidir. Bireylerin empati yapabilme ve iletişim yöntemleri konusunda bilinçlendirilmesi için çalışmalar yapılmalıdır. İnsani değerler konusunda eğitime ilkokul kitaplarıyla başlanmalı, cinsiyetçi dil kullanılmamasına özen gösterilmelidir.