Prof.Dr. Mehmet Akif ERDOĞRU

Urla kent merkezî ile ona bağlı birkaç İslam köyü ve Yörük aşireti, on altıncı yüzyılda, Manisa’da bulunan Hafsa Hatun Külliyesi'nin vakfıydı. Hafsa Hatun, Kanuni Sultan Süleyman’ın annesiydi ve Urla Rumları'nın devlete ödemek zorunda oldukları cizye vergisi, bu vakfa tahsis edildi. Dolayısıyla Urla’nın tarihi bu vakfın belgeleriyle doğrudan bağlantılıdır. Urla, bu vakfın mütevellisi tarafından idare ediliyordu. Bu devirlerde Urla’nın nüfus yapısı Rumlar (zimmiler), yerleşik Müslüman köylüler ve Yörükler'den ibarettir. Bu devirlerde Urla kırsalında henüz Rum köyleri yoktur. Müslüman köylülerin kökenleri de Kırşehir bölgesinin Türkmen aşiretlerine dayanır. Orta Anadolu’daki baskılardan kaçan Kırşehir bölgesinin Yörük/Türkmen aşiretleri, Urla civarında yerleşmişler ve burada kalıcı köyler oluşturmuşlardır.

Urla Rumları'nın kökenleri, Aydınoğluları vasıtasıyla, Bizans devrine kadar geri gider. Rumların bölgenin en eski sakinleri oldukları belgelenebiliyor. Yörükler, göçebe bir hayat yaşarken, köylüler, tarım ve hayvancılığa dayalı bir yaşam sürdürdüler. Rumlar, bağ ve bahçecilik ile meşgul olmalarının yanı sıra, esnaf ve zanaatkâr olarak da çalıştılar. Hafsa Sultan Vakfı'nın sıkı baskısından dolayı (her yıl düzenli vergi alıyor) Urla Rumları, birarada kaldılar, başka yerlere göç etme imkânını yasal olarak elde edemediler. Bu vakfa uzun yıllar düzenli olarak vergi ödemek zorunda kaldılar. Urla zabitliği veya Urla voyvodalığı adı altında kurduğu asayiş sistemiyle, buralara saldıran Izbandut haydutlarını (1818-1819’da) engellemeye çalıştı.

Tanzimat’ın ilanından sonra, Urla Rumları arasında, Rusya ve Yunanistan’ın etkisiyle, ayrılıkçı fikirler belirmeye başladı. Ancak Osmanlı sultanları Ümmetçilik-Osmanlıcılık siyasetine, yani Osmanlı gayrimüslimlerini ‘etnik veya ulusal azınlık olarak görmemeye’; onları ‘dini gruplar olarak tanımlamaya’ devam ettiler. 1851’de Sultan Abdülmecit’in İzmir seyahati esnasında, sultan, İzmir’in nüfusunu ‘Rum, Ermeni, Yahudi ve Müstemen milletleri’ olarak sınıflandırdı. İslamlar, askerler ile Yahudilere para yardımında bulundu. Sultan, İzmir’deki İslam Hastanesi, İslam Kız Mektebi, Yenikale topçuları, Urla İslam ve Köylü (Reaya) Mektebi, Havra sokağındaki Yahudhâne ve Kemer köprüsü için para yardımında bulundu. Aslında bu siyaset, eskiden beri sürdürülen siyasetin devamıydı. Ayrılıkçı fikirlere sahip olmadıkları sürece Batı Anadolu Rumları'nın dinsel organizasyonuna devlet müdahale etmiyordu. Nitekim 1103 tarihli bir Osmanlı belgesine göre, Manisa, Tire, Kuşadası, Güzelhisar (Aydın), Urla, Menemen, Denizli ve Kula bir metropolitlik bölgesiydi ve Rahip Trifan isimli bir Rum erkek de bu bölgeden sorumluydu. Urla’da da fetihten beri (Aydınoğulları devrinde) Urla Rumları'nın ellerinde Kefere mahallesinde bir kiliseleri vardı ve Osmanlı sultanları bu kilisenin tamirine izin vermişlerdi. Kısacası Urla Rumları'nın dini ibadetlerine ve kiliselerine karışılmamıştı. Hatta Urla’da yeni kiliselerin yapımına da devletçe izin verilmişti. Urla’da Meryem Ana Rum Kilisesi (1893), Urla Rüstem Mahallesi'nde Kilise (1898), Urla İskele’de Rum Kilisesi (1899) bunlardan birkaçıdır. Ancak, Rumlar arasında ayrılıkçı hareketler başlayınca, Osmanlı hükümetleri, farklı dinsel grupları Urla’da yerleştirerek, Urla Rumları'nı pasifize etmeyi denediler. 2 Nisan 1924 (1340) tarihli bir belge, Boşnak muhacirlerinin Urla’da yerleştirildiklerini ve ev sıkıntısı çektiklerini gösteriyor. Zira bunlar evlerinden atılmak tehlikesiyle karşılaştılar. Urla yerleştirilen Boşnak muhacirleri adına Sinanoğlu Feyzullah’ın TBMM’ye çektiği telgrafın metni şöyledir:

“TBMM Riyasetine, Ankara, Balkan Harbinden sonra memleketimizdeki bütün emval ve emlakimizi terk ederek evlad ü ıyalimizle beraber pek sefil bir halde muazzez Anadolumuza iltica eyledik. Medrese cami köşelerinde çocuklarımızı bırakarak Harp-i Umumiye İstiklal Mücahedesine iştirak ettik. İstirdad-ı mesud üzerine hükümetin tensibi ve sevk-i zor ve iskân-ı vahşiyesiyle Urla’ya muameleten nakle ve iskaniyemiz icra kılınarak her birimiz yağ almak içün ağnam ve mevaşi tedarik, vasi ziraatçilik yapmak suretiyle müstahsil vaziyetine geçip, Urla ile ziyade alaka ve izdiyat peyda le nail-i refah ve saadet olduğumuz halde, bu kere iskân olunduğumuz emval-i metruke hanelerini üç gün zarfında tahliyemiz için tebliğat icra kılındı. Urla’da bizi barındırabilecek medrese vesaire mevcut olmadığı gibi bedel-i icar mukabilinde dahi ikamet edebilecek bir dam mevcut değildir. Oturduğumuz mahallerden atıldığımız takdirde cami köşelerinde yahut seyyar bir halde dolaşmak ki akıbet karşısında kalacağımız bir emr-i tabiidir. Müstahsil vaziyete geçen bizlerin böyle hale maruz kalmasını Büyük Millet Meclisimizin arzu etmeyeceği derkardır. Binaenaleyh ikamet ettiğimiz hanelerden atılmamaklığımız hakkında lazım gelenlere emir ve irade buyrulmasını istirham eyleriz. Ol babda, 29 Mart 1340. Urla’da meskûn Boşnak muhacirleri namına Sinan oğlu Feyzullah” (Cumhuriyet Arşivi, 27212).

Bu telgraf üzerine, Urla Boşnakları'nın evlerinden atılması işinin, TBMM Reisi Ali Fethi Okyar, ‘fakir oldukları ve adalete uygun olmadığı’ gerekçesiyle yapılmamasını emrettiği belgelenebiliyor.

1915 tarihli başka bir belge ise Musevilerin (Yahudiler) Urla’da mevcut olduğunu ve hatta kendilerine ait bir mekteplerinin bulunduğunu belirtiyor. Bu okulun öğretmeni de Bünyamin B. Avram Efendi isimli bir Yahudi idi. Cumhuriyet devrine gelindiğinde Urla Rumları mübadele kapsamına alındı. Bunların yerine, 1925-1928 yılları arasında Selanik Mayadağ Mübadilleri ile Giritliler (Urla Yolaltı mahallesinde) yerleştirildi. Mübadil ve muhacirler, Urla’nın Güvendik, Özbek, Kilizman ve Beleni köylerinde iskân edildi, onlar için barakalar yapıldı ve böylelikle Urla’nın nüfus yapısı yine değiştirildi. Daha sonraki süreçte Bulgaristan Türkleri de Urla’da yerleştirilecektir. Aslında yerli Urla Rumları'nın, Urla'nın modernleşmesine katkıları çoktur. Zeytinyağı, rakı, şarap tahin imalinde yeni teknikleri Urla’ya taşıdılar. Örneğin, 1315’te Urla’nın Bahçeli mahallesinde bir Rum, zeytin ve tahin sıkma fabrikası kurdu.

YUNANİSTAN’IN TESİRİ

II. Abdülhamit’in yaveri Mehmet Şakir B. Şerif’in 14 Kasım 1899 ( 2 Teşrinisani 1315) tarihli Mehmet Kamil Efendi'ye gönderdiği bir mektupta, Çeşme ve Urla civarında Hristiyan nüfusun sayısal çokluğundan ve Osmanlı devleti açısından tehlike yarattıklarından bahsedilir: “İzmir Körfezi'nin garp ve garp cenubi sahilinde bulunan Çeşme ve Urla mevkileriyle bunlara tabi nevahide Hristiyan nüfusunun yüzde seksen raddesinde olması ve ticaret-i mahalliyenin hemen kamilen denebilecek derecede Rumlar elinde bulunması cihetiyle kesret-i nüfus nispetinde Rum nüfuzunda oralarda gittikçe mütezayid bir halde olduğundan….bir hayli kilise ve manastır mevcut olmakla beraber… efkâr-ı faside ashabından oldukları Sisam Adası Yunanistan’a karib olması hasebiyle… (Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Y.PRK. MYD 22/81). Mehmet Şakir, bu mektubunda, Sisam Rumları'nın bu bölgedeki olumsuz tesirlerini de vurgular. Gerçekten de Osmanlı devleti, Çeşme yarımadasında Rumların lehine değişen durumdan ve Yunanistan’ın Ege sahillerindeki Rumlara propagandasından haberdardı ama alacağı çok da ciddi bir tedbir yoktu. Urla’nın Yunan propagandistler tarafından önemli bir merkez olarak seçildiği ve İzmir ile bağlantısının sağlamlaştırılmak istendiği görülür. 1300 yılından itibaren, İzmir ile Urla, tramvay hattıyla birbirine bağlanmak suretiyle, bu arada hem ulaşım ve ticaret artırılmak isteniyor hem de İzmir Rum metropolitinin Urla’daki Rumlar üzerindeki tesiri artırılmak isteniyordu. Bu hattın yapımı, kırk beş yıllık işletme imtiyazı karşılığında İzmirli Rum tacirler Haharanis biraderler ile ortaklarına verildi. Urla Rumları, propaganda neticesinde, Yunanistan ile birleşmek istiyordu. 1322’de Atina Askeri Hastanesi ile Yunan Milli Donanması’na para yardımında bulundular. Paskalya günlerinde Urla’da her tarafa Yunan bayrağı çektiler. Müslümanları bu bölgeden kovmak için çeteler oluşturdular. Bu çetelerin için de Urla ve Çeşme Rumları'nın yanı sıra, Yunan vatandaşları da bulunuyordu. Urla’daki Yunan konsolosu Yanni Yannis’in faaliyetleri hat safhaya çıktı. Osmanlı hükümeti bu zatı kontrol altında tutmaya çalıştı. Yunanlılar, Urla’ya cephane ve silah yığıyorlar ve Osmanlı devleti aleyhine daha aktif çalışmak isteyen Osmanlı vatandaşı Urla Rumları'nı izinsiz Yunanistan’a kaçırıyorlardı. Urla limanı, neredeyse tüm gemilere açıktı. Her ne kadar Urla Liman reisliği adı altında bir Osmanlı memuru burada bulunuyorsa da etkisi neredeyse yoktu. 1320 yılında Çeşme Kato Panaya’ya yerleştirilen Rumeli muhacirleri Müslüman oldukları gerekçesiyle Yunan gemileriyle başka yerlere taşındılar. Rus ve Yunan konsoloslarının örgütlemesiyle, Çeşme, Dikili ve Bergama sahillerindeki Rumlar, Yunanistan’a kaçırılıyordu. Urla iskelesinden Midilli’ye giden Rumların sayısı hiç de az değildi. Sisam Adası'nın Rumları da yağma amacıyla, çok önceden, Urla bölgesine musallat olmuşlardı. 1337 yılında Osmanlı devleti, Gülbahçe’de Rum eşkıyalara karşı bir karakol inşa etmek zorunda kaldı. İzmir’deki Yunan Kızılay’ının (Yunan Salib-i Ahmeri) doktoru, bölge Rumları'nı, Müslümanlar aleyhine kışkırtmaya devam etti. 1314 tarihli bir belgeye göre, Çeşme, Foça ve Urla’da nüfusun büyük çoğunluğunun gayrimüslim (Rum) olduğu belirtiliyor ve Hristiyan bir kişinin kaymakam muavini olarak atanması talep ediliyordu. 1898 yılında Urla’da Yunan vatandaşlarıyla silahlı çatışmalar vuku buldu. Osmanlı hükümeti, bu Yunanlıları, Yunanistan’a iade etmeye çalıştı. Urla’daki Yunan vatandaşları dükkânlarında ticarete devam ettiler ve Osmanlı devletine vergi ödemek istemediler. Sadece Urla’da değil, onun etrafındaki Hristiyan köylerinde de silah depolamaya başladılar. 1908-10 yılları arasında Urla’da bir Rum hastanesi ve kilisesi (Aya Haralambos Kilisesi) inşa edildi. Bu tarihlerde hem İzmir hem de Urla Rumları'nın Yunanistan’a göç ettikleri görülür. 1914’te Kuşçular köylüleri ile Urla Hristiyanları arasında kavga çıktı.

TİCARİ MALLAR

Urla’nın ticari ürünlerinin başında üzüm mamulleri (şarap, rakı, kuru üzüm, yaş üzüm, pekmez vs.), tahin ve zeytinyağı gelir. Helva, kurşun madeni, bal, zeytin, tütün, sebze ve meyveler bu mallar arasında yer alır. Kahve ve Girit şarabı, Urla’dan transit geçen mallar arasındadır. Urla halkının, on sekizinci yüzyıl ortalarında, Sığacık, Çeşme ve Urla iskelesinde yabancı tacirlere, zeytinyağı sattıklarına dair belgeler vardır. Hububat mevcut olmakla beraber, çok değerli olduğundan ve genellikle yurt dışına gönderildiğinden, kaçakçılığı her zaman mevcut olmuştur. Bu sebeple kıtlık dönemlerinde Rumeli’den (özellikle Limni adası ile Drama’dan  getiriliyor) Urla’ya zahire getirildiğine dair belgeler vardır. Urla, ayrıca sabunlarıyla ünlüydü. Hatta 1593 tarihli bir belgede Urla sabunlarının pis dere sularıyla yapıldığı için pek de iyi olmadığı yönünde bir uyarı bulunur. Urla'nın çok ilginç bir ürünü ‘deve yağı’dır. 1574 tarihli bir belgeye göre Urla kadısından İstanbul’a deve yağı göndermesi istenir. Bu durum, bu devirlerde Urla’da çok sayıda devenin mevcut olduğunun kanıtıdır. Bu durum da deve taşımacılığıyla ilgili olmalıdır. Ege’nin ticari mahsulleri deve kervanlarıyla Urla iskelesine taşınmıştır. Bu devrilerde, Urla yöresine ait kartal, şahin gibi yırtıcı kuşların da ticaretinin yapıldığı anlaşılıyor. Nitekim Kuşçular köyü ismi de bu geleneğin zamanımıza ulaşmış bir kanıtıdır. 1904’te Reji Kolcuları'nın, jandarmalar ile birlikte, Urla sahillerini gözetledikleri ve tütün kaçakçılarını yakalamakla görevlendirildikleri anlaşılmaktadır.

EĞİTİM

Urla’da en azından 1888 yılından itibaren Sıbyan ve Rüştiye mekteplerinin mevcut olduğu belgelenebiliyor. Üç sınıftan ibaret olan Rüştiye'nin müfredatı çoğunlukla İslami bilimler ile dil derslerinden (Arapça, Farsça, Türkçe) ibaretti. Urla Rüştiyesi'nin 1905 tarihli derslerinin isimleri şunlardır: ulum-ı diniyye, tecvit, Kuran, dürr-i yekta, Arabi, avamil, el-müşezzib, Farsi, hisab-ı kesr-i adi ve a’şari ve tenasüb (kesirli matematik), hendese, coğrafya, fezleke-i tarih, malumat-ı nafia (faydalı bilgiler), ilm-i eşya, Türkçe, nahv-i Osmani, kıraat, ziraat, resim, hüsn-i hat (güzel yazı), tarih-i islam ve rehber-i ahlak. Arapça ve Farsça öğretmek için kullanılmış olan kitapların isimleri şunlardır:  Arapça için Emsile-i cedide, Maksud ve Avamil, Farsça için talimi Farsça ve Gülistan (Sadi-i Şirazi’nin Farsça eseri), Türkçe için Kavâid-i Osmani ve Sarf-ı Osmani. Bunlara ek olarak matematik, Osmanlı tarihi, Osmanlı resmi yazışmaları, coğrafya ve ahlak kitapları da yer alır. Vazâif-i etfâl (Küçük öğrencilerin vazifeleri) isimli bir kitap da dikkati çeker.

DOĞAL AFETLER

16 Kasım 1883’te (4 Teşrinievvel 1299) ve 1884’te olan deprem Urla ve Çeşme’ye çok zarar vermiştir. Depremzedeler için barakalar yapılmıştır. 1901’de İzmir, Foça ve Urla’da veba çıkmıştır. 1938’de çok yağmur yağdığından üzüm ve tütün zarar görmüştür.

İSLAM ESERLERİ

Osmanlılar devrinde Urla’da çok sayıda vakıf kurulmuş ve İslam eserleri yapılmıştır. Bunların başında Hafsa Hatun Vakfı, Şehinşah’ın annesi Hüsnüşah Hatun Vakfı, Sultan III. Murat Vakfı ve diğer vakıflar gelir. Eserlerden birkaçını veriyorum; Liman Dairesi (1895), Urla Karantinahanesi (Tehaffuzhâne, 1885), Fatih İbrahim Bey Camii, Hükümet Konağı (1915), Urla İskelesi, Naipli Mahallesi'nde Torbalı Mehmet Mesciti (1757), Rüştiye Mektebi (1900), Samut Baba Zaviyesi, Kaymakamlık (1891), Telgrafhane (1906), İslam ve Reaya Mektebi (1851), Gümrük Binası (1819’da var), Şahin Baba Zaviyesi (1679), Hacı Turan Camii (1752), Gedikzâde Hacı Ahmed Ağa Medresesi (Hacı İsa Mahallesinde, 1830). Urla limanının özellikle hac döneminde aktif çalıştığı görülmektedir. 5 Temmuz 1315’te (17 Temmuz 1899) Mısır Hidivi Abbas Paşa, Mahrusa ve Bahri Safa vapurlarıyla Urla’ya gelmiştir. Kınalıada vapuru, Beyrut Mesaha sefinesi (Urla limanında battı), Arkadiya vapuru, Fransız fırkateyni, İngiliz ve Yunan gemileri, Urla Limanı'na uğramışlardır. Urla’nın düşman gemileri tarafından bombalandığı da gerçektir.