Hazırlayan/ Şükran KORALTAN

Arkeolog / Yazar

İşte geliyor!

Benim en sevdiğim... Benim en değerlim...

Yaşamım boyunca, her daim en çok onu sevdim ve en çok onun yolunu gözledim. Çünkü, cesurdu ilkbahar. Grinin boyunduruğunda nefes almaya çalışan kışın gizlediği ne varsa, gururla ortaya saçardı. Kış gibi güneşten utanç duymazdı, aksine dostu güneş onun gurur kaynağıydı. Her geldiğinde kendi gibi güneşi de, insanlara takdim etmekten hiç çekinmezdi. Kışın kabalığına karşın baharın göstermiş olduğu bu nezaket karşısında, zavallı güneşin eli ayağı birbirine dolanırdı ve çoğu zaman ne yapacağını bilemezdi. Heyecanını ve şaşkınlığını attıktan sonra ise, ilkbaharın yaptığı onurlandırmanın altında kalmayarak, tüm samimiyetiyle ve sıcaklığıyla reveransını yapardı. Böylece insanlarla güneş arasında ki o soğuk mesafe ortadan kalkmış olurdu. Kışın büyük bir kıskançlıkla ördüğü bu mesafeyi, kolaylıkla bertaraf eden bahar, bir görev daha edinirdi kendine. Vakit kaybetmekten nefret eden bir yapısı olduğu için, oyalanmayı sevmezdi ve aklına koyduğu şeyi hemen gerçekleştirmek isterdi. Bu yüzden her gelişinde durmaksızın çalışırdı.

Haklıydı ilkbahar!

Kışın zulmüne maruz kalan tek kişi güneş değildi ki. Sürgün edilmişler vardı bir de. Kışın, yaşama hakkı tanımadığı sürgün edilmişler... En hızlı ulaklarını yollayarak geri çağırırdı onları bahar. Gelen haberle büyük bir coşkuya kapılırdı sürgünler ve hemen yola koyulurlardı. Eve dönmek için... Ait oldukları topraklara dönmek için... Haksızlığa uğramış herkesin sesi olmak ve şarkılarını özgürce söyleyebilmek için, akın akın geri dönüşleri başlardı sürgünlerin. Önce ıslıkları duyulurdu, ardından hızla çırptıkları kanatlarının sesleri. Bu seslerin ne olduğunu çok iyi bilirdi bahar. Bu yüzden kış tarafından sürgüne gönderilmiş her kuşun, şarkısını söylemesine izin verirdi. Dahası bu şarkıları bizzat kendisi duyururdu dört bir yana.

İlkbaharın kışa karşı başlattığı bu mücadele, herkes için bir umuttu. Özellikle de sürgünlerin şarkılarını duyan kök salmışlar için... Onlar kışın şiddetine maruz kalanlardı. Hiçbir şey yapmadıkları halde, her zaman en fazla zulmü onlara uygulardı kış. Kendi zamanı geldiğinde, en sert askerleri olan rüzgarları yanına alarak baskına giderdi. Zavallı kök salmışlar aldıkları darbelerin karşısında, ne olup bittiğini anlayamadan öylece bakarlardı. Baskın bittikten sonra da, dökülen yapraklarını gördükçe için için ağlarlardı. Bu yüzden baharın mücadelesi en çok onları sevindirirdi. Yüzlerinde gördüğü o mutlu ifade, her seferinde üzerdi baharı. Kırılan dallarına, dökülen yapraklarına ve çaresizliğe terk edilmiş hayatlarına rağmen, en çok ağaçlar umutla bakardı ona. Ve bu bakışlar, ilkbaharın içini paramparça etmesine rağmen, üzüntüsünü belli etmeden yardım ederdi onlara. Sert rüzgarların zorbalığıyla yok oluşa sürüklenmiş her yaprak, bahar sayesinde can bularak geri dönerdi ait olduğu dala. Kışın kasvetiyle sarıp sarmalanan her dal yeşille hayat bulunca, mahkumiyet günleri de sona ererdi ağaçların.

İlkbaharın kurtarıcı olarak geldiği her ziyaret, bende de büyük bir coşku ve heyecana sebebiyet verir. O geldiğinde, isterim ki dünyada ki en güzel kadın ben olayım; isterim ki beraberinde getirdiği insanlar, beni sevsin ve bana bağlansın. Bu yüzden, baharın her ziyaretinde tedirginlik veren bir telaşa kapılırım. Ancak kısa süreli bu ziyarete karşı, en iyi şekilde hazırlanmam gerektiğini de bilirim ve hızlı bir şekilde hazırlıklara başlarım. Bir kadının güzel görünmesi kolay iş değildir. Oldukça meşakkatli bir hazırlanma süreci vardır. Bu sebepten ötürü, beni yalnız bırakmayan yol arkadaşlarımla birlikte hareket ederiz. Önce yağmur koşar yardımıma. Küçücük elleriyle taşıdığı her damlayı bedenimden aşağı bırakırken, grinin matlığından, çamurundan ve isinden arınırım. Çıplak bedenim renkten ve kokudan yoksun kalınca, nergis vakit kaybetmeden yetişir imdadıma. Dostları sümbül ve mimoza, nergisi yalnız bırakmak istemeyince, peşi sıra eşlik ederler ona. En canlı renklerini kullanarak hazırladıkları elbiseme, sadece kendilerine sakladıkları esanslarını dökerek, büyük bir cömertlik göstermeyi de ihmal etmezler. Ortaya çıkardıkları şaheser karşısında gururlanan çiçekler işlerini bitirince, sıra saçlarıma gelir. Kışın hoyratlığı karşısında, yorgun düşen saçlarımı gören defneyi bir korku sarar her seferinde. Tek başına bu işin üstesinden gelemeyeceğini anlayınca da arkadaşlarını yardıma çağırır. Defnenin, palmiyenin, ılgının, akasyanın ve daha nicelerinin özverisiyle, saçlarım yeşilin tüm renklerini sarıp sarmalayınca, hazırlıklarım sona erer. Hasretle ve sevgiyle son bulan bir kucaklaşmanın ardından, beni tepeden tırnağa süzen ilkbaharın gözlerinde ki hayranlığı görünce, başardığımı ve her şeyiyle onu yansıtan biri olduğumu anlarım. Beğenilme arzusunun tarif edilemeyen o çekiciliğine sahip biri olarak, imbatın tatlı esintisi sayesinde kokum her yere yayılınca, insanların kalbinde küçük çarpıntıların olduğunu hissederim. İşte bu his, beni en çok mutlu eden histir.

Sebepsiz bir coşku, huzur ve aşk...

Bana aşina olanların, özlemle bekledikleri bu hazırlığım karşısında sabırsızlananları görünce, şaşırırım çoğu zaman. Hele ki bana olan duygularını başkalarıyla paylaştıkları zaman... Beni bir kez görenin, kokumu bir kez duyanın artık esirim olduğunu, benden başka bir şey düşünemediklerini söyleyip dururlar. Gururum okşanır bu sözler karşısında, ancak yine de inanmak zor gelir. Çünkü ben, korkunun hakim olduğu kalplerde, nefretten başka bir şey uyandıramayanların soyundan gelen bir kadınım. Bu yüzden birileri tarafından sevilebilmek ve birileri tarafından özlenebilmek imkansız gibi gelir bana, ama yine de sizler her seferinde şaşırtırsınız beni. Öyle tatlı sözlerle bahsedersiniz ki benden, ister istemez kanarım söylediklerinize. Dağlarında çiçek açan olduğumdan bahseder kiminiz; kiminiz de Ege'nin incisi olduğumdan. Ancak benim en çok sevdiğim, beni ben yapan bir özelliğimden bahsetmeniz. Doğduğum günden beri benliğime işlemiş olan, varlığımın en büyük kanıtı olan özelliğim: "Özgürlüğüm..." Hakkımda düşündükleriniz ve söyledikleriniz öylesine değerli ki, çoğu zaman mahcubiyetimi gizleyemem, ama içten içe de hoşuma gider bu durum. Çünkü bir zamanların korku duyulan kadınından, en çok sevilen kadınına dönüşmüş olmak, muazzam bir duygu benim için.

Sürekli olarak kendimden bahsettiğim halde adımı söylemediğimi fark etmiş olmalısınız. Aslında gerçek adımın ne olduğunu söylememin bir önemi var mı bilmiyorum. Zira hepiniz bana, kendinizce belirlediğiniz bir isimle sesleniyorsunuz. " -Güzel- İzmir! " Açık konuşmak gerekirse, benim için hiçbir mahsuru yok bu ismin, ama yine de gerçek adımı söyleyeyim sizlere:

"Smyrna... Benim adım Smyrna! "

Ben bir Amazon kraliçesiyim. Bağımsızlığıma olan düşkünlüğüm bu sebeptendir. Bilirim ki sizler de bu sebepten ötürü çok seversiniz beni. Aranızda yaşımı merak edenleriniz olduğunu görüyorum. Ancak, yaşını açıkça söyleyen kadından korkun derler. Bu yüzden kaç yaşında olduğumu söylemeyeceğim, ama çok baharlar gördüğümü ve nice krallar tanıdığımı bilmenizi isterim. Ayrıca sayısız dostum olduğunu da bilmeniz gerekir sanırım. Birbirinden değerli, nesilden nesile anlatılması gereken hikayeleri olan, sayısız dostum vardır benim. Şayet fırsat verilseydi kendilerini ifade edebilirlerdi belki, ama onlar bu imkanlardan mahrum oldukları için, sizlere kendilerinden bahsedemezler. Bu yüzden, beni çok iyi tanımanıza rağmen, ismen bildiğiniz ama gerçekte kim olduklarına dair en ufak bir fikrinizin olmadığı yakın dostlarımı, ben anlatacağım sizlere. Yaşama telaşında baktığınız, ama görmediğiniz; duyduğunuz, ama işitmediğiniz dostlarımın hikayelerinden bahsedeceğim sizlere.

Mesela sizler Mimas'ı bilir misiniz? Bozdağ olarak adlandırdığınız yerin, aslında Mimas olduğunu ve Homeros'un ona Rüzgarlı Mimas dediğini bilir misiniz? Kalbimi her daim üzüntüye boğan Mimas'ın, Tanrılara savaş açan gigantların başında olduğunu, gücü karşısında Zeus'un ne kadar zorlandığını bilir misiniz? Demiri, çeliği ve bakırı eritip Mimas'ın üzerine döktüklerini ve bir daha uyanmamacasına dağların altına gömüldüğünü bilir misiniz?

Bilmezsiniz... Elbette bilmezsiniz...

Hem nasıl bilebilirsiniz ki? Sizler merak duyguları köreltilmişlerin dünyasında yaşıyorsunuz. Sizler güzelliklerin ardını göremeyenlerin gözlerine, seslerini duyamayanların kulaklarına ve yaşadıklarını hissedemeyenlerin kalplerine hapsedilmişsiniz. Bu yüzden bazen öfkeleniyorum size. Gözlerimin mavisini alan Ege'nin, zaman zaman hırçınlaşması da bu yüzden belki. Ama yine de kızmıyorum size. Çünkü kararlıyım; görmenizi, duymanızı ve bilmenizi sağlayacağım.

Beni, dostlarımı ve daha nicelerini...

Devam edecek.