GENEL

İzmir'in çifte krizi: Körfez can çekişiyor, barajlar S.O.S. veriyor

Ege'nin incisi İzmir, tarihinin en zorlu çevresel sınavlarından birini veriyor. Bir yanda kirlilik nedeniyle binlerce balığın kıyıya vurduğu ve ağır bir kokunun yayıldığı İzmir Körfezi, diğer yanda ise kuraklığın pençesinde can çekişen ve su seviyesi son 16 yılın en düşük noktasına gerileyen Tahtalı Barajı. Bilim insanları acil eylem çağrısı yaparken, kentin su ve çevre yönetimi politikaları en sert eleştirilerle yüzleşiyor.

Abone Ol

İzmir, adeta iki cephede birden varoluş mücadelesi veriyor. Kentin simgesi olan İzmir Körfezi, bir kez daha kirlilik ve buna bağlı balık ölümleri ile gündemin merkezine otururken, metropolün içme suyu ihtiyacının can damarı olan barajlar ise kuraklık nedeniyle alarm zilleri çalıyor. Ağustos ayında başlayan ve giderek şiddetlenen kötü koku sorunu, Üçkuyular İskelesi civarında kıyıya vuran binlerce ölü balıkla somut bir çevre felaketine dönüştü. Vatandaşlar, körfez boyunca yayılan ağır koku ve karşılaştıkları manzaradan şikayet ederken, uzmanlar sorunun kaynağı olarak arıtılmadan denize deşarj edilen sanayi ve evsel atıklara işaret ediyor. Eş zamanlı olarak, İzmir Su ve Kanalizasyon İdaresi'nin (İZSU) verileri, kentin içme suyu rezervlerinde yaşanan dramatik düşüşü gözler önüne seriyor. Özellikle kentin su yükünün büyük bir kısmını çeken Tahtalı Barajı'nda su seviyesinin yüzde 4,60 gibi kritik bir eşiğe inmesi, İzmir'i bekleyen susuzluk tehlikesinin boyutunu ortaya koyuyor.

Körfez'den yükselen alarm çanları

Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) Çevre, Biyoçeşitlilik ve İklim Değişikliği Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Doğan Yaşar, İzmir Körfezi'nde yaşananları "beklenen bir felaket" olarak nitelendiriyor. Gazetecilere yaptığı açıklamada, körfezdeki kokunun ciddi boyutlara ulaştığını ve bunun yaklaşan balık ölümlerinin habercisi olduğunu aylar öncesinden dile getirdiğini belirten Yaşar, sorunun temel nedenini net bir dille ortaya koydu. Profesör Yaşar'a göre, fabrikalardan ve yerleşim yerlerinden gelen kirli sular, yeterli arıtma işleminden geçirilmeden doğrudan körfeze akıtılıyor. Bu durum, denizdeki oksijen seviyesini hızla düşürerek toplu balık ölümlerine zemin hazırlıyor. Yaşar, çözümün karmaşık bilimsel kurullarda ya da danışman raporlarında olmadığını vurgulayarak, "Yapılacak tek bir iş var. Bu konuda ne bilim kuruluna ne de danışmanlar kuruluna gerek var. Belediye başkanları gidecek, sanayicilerle konuşacak ve o arıtmaları çalıştıracak. Sorun bu kadar net, çözüm de bu kadar basit," ifadeleriyle yerel yönetimleri acil ve kararlı adımlar atmaya çağırdı.

Barajlarda su değil, toprak görünüyor

Körfezdeki kirlilikle boğuşan İzmir'in başındaki tek dert bu değil. Kent, aynı zamanda tarihinin en şiddetli kuraklık sınavlarından birini veriyor. Yağışların mevsim normallerinin çok altında kalması ve aşırı sıcaklar, barajlardaki su seviyesini endişe verici boyutlara indirdi. İZSU tarafından açıklanan son verilere göre, İzmir'in içme suyu ihtiyacının yarısından fazlasını tek başına karşılayan Tahtalı Barajı'nda aktif doluluk oranı yüzde 4,60'a kadar geriledi. Prof. Dr. Doğan Yaşar, bu oranın 2008 yılından bu yana görülen en düşük seviye olduğunu belirterek durumun ciddiyetine dikkat çekti. 2008'de yüzde 2'lik seviyenin görüldüğünü hatırlatan Yaşar, 16 yıl sonra yeniden aynı tehlikeli eşiğe gelindiğini vurguladı. Kentteki diğer barajlarda da tablo farklı değil. Alaçatı Kutlu Aktaş Barajı'nda su seviyesi neredeyse sıfırlanarak yüzde 0,35'e, Ürkmez Barajı'nda yüzde 3,76'ya, Balçova Barajı'nda ise yüzde 8,49'a düştü. Manisa sınırları içinde yer alan ve İzmir'e su sağlayan Gördes Barajı'nda ise bu yıl hiç su kalmadı. Bu veriler ışığında, İZSU'nun 6 Ağustos'tan bu yana kent genelinde uyguladığı planlı su kesintisi programının ne kadar hayati olduğu bir kez daha anlaşıldı.

Çözüm önerisi: Gri su tarıma, kuyular rezerve

Peki bu karamsar tablo karşısında bir çıkış yolu var mı? Prof. Dr. Yaşar, acil olarak hayata geçirilmesi gereken somut çözüm önerilerini de sıraladı. Bunların başında, Çiğli Atıksu Arıtma Tesisi'nden çıkan "gri suyun" değerlendirilmesi geliyor. Tesisten her gün yaklaşık 500 bin metreküp arıtılmış suyun körfeze deşarj edildiğini belirten Yaşar, bu suyun Menemen ve Gediz ovalarında tarımsal sulama için kullanılması gerektiğini savundu. Bu projenin hayata geçirilmesiyle, şu anda tarım için kullanılan yeraltı su kuyularının boşa çıkacağını ve bu kuyuların kent için stratejik bir içme suyu rezervi olarak korunabileceğini belirtti. Yaşar, "Bu suyun tarım için yeterince arıtılmadığı söyleniyor, bu bir bahane olmamalı. Gerekirse ek yatırımlarla arıtma kalitesi artırılmalı ve bu devasa su kaynağı ekonomiye ve ekolojiye kazandırılmalıdır," dedi.

İzmir 'su fakiri' bir şehir gerçeğiyle yüzleşiyor

Prof. Dr. Yaşar, sorunun sadece dönemsel bir kuraklık olmadığını, İzmir'in yapısal bir su stresi altında olduğunu rakamlarla ortaya koydu. Türkiye'nin kişi başına düşen yıllık su potansiyelinin 1340 metreküp ile "su fakirliği" sınırının (1000 metreküp) hemen üzerinde olduğunu belirten Yaşar, "İzmir'in durumu çok daha vahim. Kentin kişi başına düşen su potansiyeli sadece 600 metreküp. Bu, 'fakirin de fakiri' olduğumuz anlamına geliyor," dedi. Bu gerçeklik, İzmir'in su kaynaklarını çok daha verimli kullanmasını zorunlu kılıyor. Dünya Meteoroloji Örgütü'nün La Nina etkisiyle yağışların bir süre daha ortalamaların altında kalacağı yönündeki tahminlerini hatırlatan Yaşar, 2026'da ciddi yağışlar beklediğini ancak bunun bir rahatlamaya neden olmaması gerektiğini söyledi. "O yağışlarla Tahtalı yüzde 20 dolsa çok iyi, yüzde 25 dolsa harika olur. Yani sıkı su politikalarına 2026'da da devam edilmeli," diyerek uzun vadeli ve disiplinli bir su yönetiminin altını çizdi. Türkiye'nin kışlık sebze üretiminin yüzde 60-70'ini karşılayan İzmir gibi önemli bir tarım kentinin, bu çifte çevre kriziyle nasıl başa çıkacağı merak konusu.