Bundan tam beş yıl önce, bir sonbahar öğleden sonrasında, İzmir için zaman ikiye bölündü: 30 Ekim 2020 saat 14.51'den öncesi ve sonrası. O kader anından bu yana şehir yeniden ayağa kalktı, yıkılanların yerine daha sağlamları yapıldı, hayat bir şekilde normale döndü. Ancak her 30 Ekim'de, o uğursuz Cuma gününde, kent toplu bir hafıza kaybından uyanır gibi o anı yeniden yaşar. Yitirilen 117 canın anısı, Ege'nin meltemine karışan bir ağıt gibi şehrin üzerinde gezinmeye devam ediyor.
O 15 saniyelik bitmeyen kâbus
Her şey, Seferihisar açıklarında, yerin yedi kat altından gelen o uğultuyla başladı. Sadece 15 saniye sürdü ama bir ömre bedel bir yıkım getirdi. Yerin öfkesi, en çok merkez üssüne 70 kilometre uzaktaki Bayraklı'yı vurdu. Yılların yorgunluğunu taşıyan binalar, bir zamanlar bereketli bir ova olan alüvyon zeminin ihanetiyle birer kâğıt kule gibi saniyeler içinde çöktü. Rızabey, Doğanlar, Yağcıoğlu apartmanları gibi onlarca ailenin yuvası, bir anda sevdiklerinin beton mezarına dönüştü. O anlarda zaman durdu, telefonlar sustu ve yerini sadece siren sesleri ile çaresiz çığlıkların doldurduğu bir ölüm sessizliği aldı.
Beton mezarlar ve umudun mucize çocukları
Yıkımın şoku atlatılır atlatılmaz, Türkiye'nin dört bir yanından kahramanlar İzmir'e koştu. AFAD, AKUT, jandarma, itfaiye ve gönüllülerden oluşan binlerce insan, beton yığınlarının arasında bir nefes, bir ses aradı. Her bir taşın altındaki yaşam umudunu dinlediler. Saatler, günler süren bu amansız yarışta, her biri birer trajedi olan 117 canın bedenine ulaşıldı. Ancak o karanlığın ortasında, tüm Türkiye'nin nefesini tutarak izlediği mucizeler de yaşandı. Enkazın altından 91 saat sonra kurtarılan 3 yaşındaki Ayda Gezgin'in, kurtarıcısının parmağını tuttuğu o an, umudun asla ölmediğinin fotoğrafı oldu. Tıpkı ondan önce kurtarılan minik Elif gibi, onlar enkazın ortasında açan umut çiçekleriydi.
Yükselen binalar ve dinmeyen adalet arayışı
Kentin beton yaraları sarıldı. Ancak ne yeni evler ne de geçen zaman, yitirilen canların acısını dindirebildi. Yıkılan her binanın ardından, ihmaller zinciri ve sorumlular sorusu kaldı. Açılan davalar, ailelerin dinmeyen adalet arayışının bir simgesine dönüştü. Müteahhitler, mühendisler, denetim firmaları, bilinçli taksir suçlamasıyla hâkim karşısına çıktı. Bazı davalar sonuçlandı, sanıklar cezalar aldı ama hiçbir ceza gidenleri geri getirmedi. Bugün İzmir, bir yandan depreme daha dirençli bir kent olma yolunda ilerlerken, diğer yandan adalet tam olarak tecelli etmeden ruhundaki en büyük enkazı kaldıramayacağının bilinciyle yaşıyor.





