Yıllardır tıp dünyasının ve kamu spotlarının odağında olan sigara kullanımı, kanserin baş şüphelisi olarak biliniyordu. Ancak son dönemde yapılan araştırmalar ve hastanelere başvuran hasta profilleri, bu algının değişmesi gerektiğini gösteriyor. Akciğer kanseri vakalarının istatistiksel dağılımı incelendiğinde, hastaların hatırı sayılır bir kısmının hayatları boyunca hiç tütün ürünü kullanmadığı görülüyor. Konuyla ilgili çarpıcı açıklamalarda bulunan uzmanlar, küresel çapta bir halk sağlığı krizine dönüşen hava kirliliği sorununun, insan ciğerlerinde yarattığı tahribatın sigara ile yarışır düzeye geldiğine dikkat çekiyor. Artık "sigara içmiyorum, o halde güvendeyim" düşüncesi, modern şehir yaşamının getirdiği riskler karşısında ne yazık ki geçerliliğini yitirmiş durumda.
Görünmez tehlike radon ve şehir tozu
Dünya genelindeki verilere bakıldığında, akciğer kanseri vakalarının yüzde 15 ila 20'lik dilimini hiç sigara içmemiş bireyler oluşturuyor. Bu oran, sorunun sadece bireysel alışkanlıklarla sınırlı kalmadığını, çevresel maruziyetin hayati bir tehdit olduğunu kanıtlar nitelikte. Özellikle sanayileşmenin ve plansız kentleşmenin yoğun olduğu bölgelerde solunan hava, adeta zehir saçıyor. Uzmanlar, özellikle İstanbul, Ankara ve İzmir gibi metropollerde yaşayanların büyük risk altında olduğunu vurguluyor. Şehirlerdeki egzoz dumanı, sanayi atıkları ve partikül maddeler (PM2.5), solunum yoluyla doğrudan akciğer dokusuna yapışarak DNA hasarına yol açabiliyor. Bunun yanı sıra, topraktan sızarak evlerin içine kadar girebilen sinsi tehlike radon gazı, kapalı alanlardaki kimyasallar ve genetik yatkınlıklar, sigara kullanmayanları kanserle burun buruna getiren diğer önemli faktörler arasında yer alıyor.
Kadınlarda hormonal ve çevresel hassasiyet
Hastalığın demografik yapısı incelendiğinde, sigara içmeyen grupta kadınların daha fazla risk altında olduğu göze çarpıyor. Yapılan klinik analizler, akciğer kanserinin bir alt türü olan adenokarsinomun, sigara kullanmayan kadınlarda daha sık görüldüğünü ortaya koyuyor. Tıp insanları bu durumu, kadınların akciğer dokusunun çevresel toksinler ve kirleticilere karşı biyolojik olarak daha duyarlı olmasıyla açıklıyor. Ayrıca hormonal faktörlerin de bu süreçte tetikleyici bir rol oynayabileceği düşünülüyor. Büyük şehirlerde yaşayan ve yoğun hava kirliliğine maruz kalan kadınların, kırsal kesimde yaşayanlara oranla hastalığa yakalanma riskinin daha yüksek olması, çevresel faktörlerin belirleyiciliğini bir kez daha gözler önüne seriyor.
Belirtiler nezle sanılıp geçiştiriliyor
Sigara içmeyen bireylerdeki en büyük handikaplardan biri, hastalığın teşhisinde yaşanan gecikmeler olarak karşımıza çıkıyor. Kişi sigara kullanmadığı için öksürük, nefes darlığı veya göğüs ağrısı gibi şikayetleri genellikle basit bir üşütme ya da alerji olarak yorumluyor. Uzmanlar, "Kanser ihtimali sigara içmeyenlerde daha düşük algısı, ne yazık ki erken tanının önündeki en büyük engel" diyerek uyarıda bulunuyor. Geçmeyen inatçı öksürük, tekrarlayan solunum yolu enfeksiyonları, ses kısıklığı ve sebepsiz kilo kaybı gibi belirtiler görüldüğünde, kişinin sigara geçmişine bakılmaksızın detaylı bir taramadan geçmesi hayati önem taşıyor. Hastalık sinsi ilerlediği için belirtiler ciddiye alındığında bazen tedavi için geç kalınmış olunabiliyor.
Ev içi önlemler hayat kurtarıyor
Hava kirliliğinin bireysel olarak tamamen engellenmesi zor olsa da, uzmanlar alınabilecek kişisel tedbirlerin riski azaltabileceğini belirtiyor. Uzm. Dr. Işık tarafından yapılan önerilerde, ev içi hava kalitesinin artırılmasının önemi vurgulanıyor. Özellikle yoğun trafiğin olduğu saatlerde dışarıdaki aktivitelerin sınırlandırılması, evlerin düzenli havalandırılması ve yemek pişirme sırasında mutfak aspiratörlerinin mutlaka çalıştırılması gerekiyor. Maddi imkanlar dahilinde HEPA filtreli hava temizleyicilerin kullanılması, partikül maddelerin solunmasını azaltabiliyor. Ayrıca, gözle görülmeyen ancak kanserojen etkisi kanıtlanmış radon gazı için evlerde ölçüm yaptırılması, "görünmez katile" karşı alınabilecek en etkili önlemlerden biri olarak sıralanıyor.