Serdar Çelenk

Hiç beklenmedik bir şekilde geldi, yaşamımızın tam ortasına çöreklendi. Bekle ki gitsin. Ama istenmeyen misafir bir türlü gitmiyor. Kardeşim hele bir git de, işimize gücümüze bakalım. Yok, “Canım ne zaman isterse o zaman giderim.” der gibi. Hazırolda bekletiyor bizi. Covid19 dan bahsediyoruz tabii. Üstelik sadece bir ülkede, bir bölgede değil, dünyanın her yerinde yaşam düzenini alt üst etti. Değer yargıları, alışkanlıkları, ekonomik düzeni kökten değiştirerek.

Turizm de bu değişikliklerden fazlası ile nasibini aldı. Hatta en çok etkilenen sektörlerden biri oldu. Yasaklar geldi, insanları sınırların içine, şehirlere hatta evlere hapsetti. İnsanlar yaşamlarını sürdürebilme çabasından tatili düşünemez hale geldiler. Kendi canları dışında yakınlarını koruma telaşı, sorumlu insanlarda ise bir de bilmeden kimseye bulaştırmayım kaygısı.

Turizm huzur ister

Turizm sakinlik, huzur isteyen sektör. Baskı altında yapılamaz, yapılsa bile amacına ulaşması zor olur. Tatile çıkıyorsun, sürekli tedirgin. Havaalanında insanlarla iç içe, uçakta dip dibe, otelde de farklı değil. Bu virüs gözle görülür olsa, gördüğünde hemen uzaklaşacaksın. Ama nalet görünmüyor ki. Kimde var uzak durayım, nerede var, oraya dokunmayım. Yok böyle bir şey.

Hal böyle olunca sürekli tedirginlik. Tedirgin olunca da geriliyor insan. Tatilin amacı insanı rahatlatmak. Ama bu şekilde şöyle bir rahatlayayım, kafamı boşaltayım durumu söz konusu olamıyor.

Ama insan bu, mükemmel bir makina. Vücut sigorta sistemi böyle durumda devreye giriyor. Unutması gerekenleri kısa zamanda unutuyor. Ölümlerde de böyle, depremlerde de, salgında da. Yani yeni normallere çabuk alışıyor. Geriye dönüp baktığımızda “öldük bittik” dedğimiz dönemler oldu. Ama bir şekilde bunlar aşıldı, hatta unutuldu. Unutuldu derken, tabii ki unutulmadı, ama gündemimizden çıktılar.

Yeni normal, normal mi?

Normal olmasa da normal. Normal olarak kabul edip, yaşantımızı buna göre biçimlendirmemiz gerekiyor. Çünkü biz istesek de, istemesek de uymamız gereken yeni kurallar konuyor önümüze. Hijyen koşulları, mesafe koymalar, çalışma saatleri, yurtdışı izinleri gibi gibi... Bizim bunların hiç birine, pardon ben bunlara uymayacağım, istemiyorum deme şansımız yok. Doğru da bulsanız, bulmasanız da, otoritenin koyduğu kurallara uymak zorundayız.

Şimdi gelelim turizm konusuna. Dedik ya bu salgın en çok turizmi, dolayısı ile de turizmden beslenen yaklaşık 50 yan sektörü vurdu. Vurdu ne kelime, çökertti desek yeri. Turizmciler haklı olarak sürekli çözüm arayışında. Öyle mi yapalım, böyle mi yapalım? Ama çözümler bu salgın dönemi süreci için. Arkasından gelecek yeni dönemde neler değişecek, eğilimler ne olacak, kimse bilmiyor.

Tk bildiğimiz şey, hem yaşantımız, hem de seyahatlerimiz eskisi gibi olmayacak. Hem teknik olarak böyle, hem de insanların eğilimleri olarak. Peki biz nasıl olacağını yüzde yüz bilebiliyor muyuz? Tabii ki hayır. Ancak öngörülerde bulunabiliyoruz. Bu da şu ana kadar yaşadıklarımız üzerinden. Bundan sonra yaşayacaklarımız ile de, bu düşüncelerimizi revize edip, yapacağımız değişiklerle pandemiden en az nasıl etkileniriz, ona bakacağız.

Yeni turizm

Mübadelede Anaolu’dan Yunanistan’a göç eden Rumlar, kurdukları yeni yerleşimlere, geldikleri köylerinin isimlerinin başına “Nea” yani yeni ekleyerek isimler koymuşlar ya. Bizde de artık her şeyin başına bir “yeni” eki koymamız adet oldu. Bu durumda da artık nur topu gibi bir YENİ TURİZMimiz oldu. Huyu suyu, şekli şemali değişti. Steril mi desek, pimpirikli mi desek, garip bir hale geldi turizm.

Adına yakışmayan bir şekle büründü turizm adeta. Adı üstünde, dinlence, eğlence, gevşeme, rahatlama. Eee bu “yeni turizm ne iş yapar?” Bunları yapar, ama zor yapar. Çünkü, alınan önlemler insanları sıkıyor, geriyor. Bu durum da turizmin doğasına uymuyor.

Ancak insanoğlu bu. İhtiyaclarını gidermenin bir yolunu bulur. Kendi de uyar, ama şartları da bazen kendine uydurur. Pratik zekalıdır turizmci. Hızlı hareket eder. Çünkü evine ekmek götürecek. Para kazanmak zorunda. “Ben vaz caydım, oynamıyorum.” deme şansı yok. Tesisi var, aracı var, çalışanları var. Herşeyden önce yanında çalışanlarına karşı sorumluluğu var.

Turizmde arayışlar

Dedik ya, turizmci arayış içinde. Kendini yeni turizme uydurmaya çalışıyor. Yeni normalde kalabalık turist grupları yerine daha küçük ve özel hizmetlerin sunulduğu gruplar olacak. Kitle turizmi bundan en çok etkilenecek kesim. Devasa oteller, gazoz kasası gibi taşınan turistler, yani doldur boşalt turizmi.

Ülkemizde turizmin başladığı günden bu yana bize kabul ettirilmeye çalışılan yanlış, “Daha çok turist” düşüncesinin yanlış olduğunu bugün acı bir şekilde anladık. Çok turist, daha çok turist, en çok turist. Bunun için de, ucuz tatil, daha ucuz tatil, en ucuz tatil. Peki burada kazanç nerede? Efendim sürümden kazanıyoruz. Peki oldu. Harcadığımız doğal kaynaklarımız, örselenen kültürümüz, karın tokluğuna çalıştırdığımız turizm emekçilerimiz, onları ne yapacağız.

Demek ki, yeni normal bizden, daha küçük turistik birimler, daha kişiye özel, kişinin kendini güvende hissedeceği tesis ve hizmetler bekleyecek. Yani bir şekilde, dikey turizmden yatay turizme geçeceğiz. Daha yavaş, daha özel, daha içe sindirilebilen. Yani doğaya dönüş, doğruya dönüş de desek yanlış olmaz.

Az turist çok gelir

Bu şekilde turist sayımız azalacak ama, turizm gelirimiz düşmeyecek. Ülkemizin gerçek değerleri üzerinden, onları örselemeden, yok etmeden turizm yapmamızı bekliyor bana göre yeni turist. Buna önem veren insanları ülkemize davet etmemiz, ülkemizin saygınlığını da yukarıya taşıyacak.

Nedir o öyle, metrelerce açık büfeler, çeşit çeşit “uydur uydur yap” yemekleri, tabaklarını tepeleme dolduran aç gözlü turistler ve sonunda çöpe giden tonlarca yemek. Bunlar yeni düzende olmayacak, olmasın da zaten. Bizim böyle turiste de, böyle turizme de ihtiyacımız yok. Gerçek değerlerimizi sunabileceğimiz, katma değeri yüksek ürün ve hizmet üretip sunabileceğimiz turizm gerekli bu ülkeye.

Sürdürülebilir turizm

Doğamız ön plana çıkacak. Hani rant uğruna, kar uğruna bağrına hançer sapladığımız doğamız. İşte ona bugün çok ihtiyacı var Türk turizminin. Ama koca koca otelleri dikerek, betona boğarak değil. Üzerine titreyerek, örselemeden, sürdürülebilir şekilde. Kuşuyla, ağacıyla, börtüsü, böceği ile koruyarak. Para uğruna gözü dönmüşlere teslim etmeden.

Dünyada çok hızlı gelişen bir eğilim var, son yıllarda turizmde ortaya çıkan. İnsanlar artık devasa otellerde tatil yapmaktan bıktı. En azından parası olan kesim. Üç kuruş fazla olsun, ama tatilim vıcık vıcık olmasın diyen. Küçük butik otellere yöneldi bu kesim. Bir de karavan, yat gibi kendilerini ve yakınlarını hem güvende hissedecekleri, hem de sakinliğe ulaşacakları araçlara.

Turist yerine kargo

Öyle 40-50 kişilik otobüslerle, binlerce kişilik kruvaziyer gemilerle turlara çıkmak hayal oldu gibi. En azından önümüzdeki 4-5 yıllık bir süreçte. Kruvaziyer gemilerin ve yolcu uçaklarının bir bölümü kargo taşıyacak şekilde modifiye ediliyor. Herkes bir şekilde kendini korumaya alıyor haklı olarak.

Daha butik işler, daha küçük gruplar, daha küçük doğanın içinde oteller. Aslında olması gereken de bu değil miydi? İnsanların para hırsı, gözü dönmüş yatırımcılar bunu dinler mi? Çok, daha çok, en çok...

Doğada geceleme

Bir de insanları son dönemde çok çeken doğada tatil kapma eğilimi var. Bir kısım insan son derece mütevazi koşullarda bunu yaparken, bir kısmı da lüksünden taviz vermemeği tercih ediyor. Buna da Glamping deniyor. Glamour yani sihir ve kamping sözcüklerinden türetilmiş yeni bir ad. Çadırda tatil, ama bunlara çadır demek biraz ayıp olur. İçinde her türlü konforu olan, otel odasını aratmayan çadırlar. Bazılarında jakuzi bile var. O derece yani !

Doğada geceliyorsan, gündüz de yürüyüşünü yapacaksın tabii. Tabiat ananın şifalı kucağında hem ruhunu besleyeceksin, hem vücudunu. İşte tatil dediğin de böyle olmalı zaten. Neymiş o yüksek duvarların ardında, beton kafeslerde tatil?

Doğa yürüyüşleri de çok öne çıkacak önümüzdeki süreçte. Biraz daha çok doğallık, daha az yapaylık.

Sorumluluk almak

Tabii genel turizm planlamasında bunların iyice araştırılması, bölgelerin özelliklerine göre yeni turizm şekillerinin geliştirilmesi gerekir. Herşeyi devletten, ya da hep bir kurtarıcı bekleriz ya. Bu yeni dünyada o da farklılaşıyor. Sivil insiyatifler direksiyona geçiyor artık. Genellikle devlet kurumlarının yavaş işleyen bürokratik yapısı, koşulları çok hızlı değişen günümüz dünyasında yavaş kalıyor. O nedenle konunun esas sahipleri turizmcilerin bunu ele almaları gerekli değil zorunlu. Meslek birlikleri, odalar, dernekler, platformlar, yerel küçük inisiyatifler kendilerini sorumlu, yetkili ve görevli hissetmeliler.

Turizmde de kurtarıcı beklersek, daha çok bekleriz. Kalın sağlıcakla.