Mülteci dramı bugün dünyamızın en büyük sorunu. Mülteci nüfusunun yüzde 51'i 18 yaşın altındaki çocuklardan oluşuyor. Mültecilerin yüzde 70'sini ise kadın ve çocuklar oluşturuyor. 2017 yılının ilk 9 ayında 5 bin kişi başka bir ülkeye geçmek isterken hayatını kaybetti.

Haber Analiz / Murat ATTİLA

Savaşlar, iç çatışmalar, etnik temizlik, insan hakları ihlalleri... Dini, siyasi ve ekonomik çatışmalar... Ve bunların sonucunda yerinden, yurdundan, vatanından olan milyonlarca insan. Yüz binlerce aile parçalanmış, anneler çocuklarından, sevgililer birbirinden ayrılmış. Yersiz, yurtsuz milyonlarca insan sadece en temel insan hakkını koruyabilmek, hayatta kalabilmek amacıyla yollara düşmüş. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin resmi verilerine göre dakikada 20 kişi çeşitli nedenlerden dolayı vatanını terk ediyor
Bir düşünür “Uygarlığın tek ölçütünün insan zekasının şiddetin önüne geçebilme yeteneğidir” demiş. Çok haklı. İnsanoğlu, uzayın bilinmezliğine, okyanusların derinliklerine, yaşam ve ölüme dair sırlara bilim ile teknolojinin sınırlarını her geçen gün geliştirerek biraz daha vakıf oluyor. Tıpta, sanayide, tarımda, bilimsel pek çok alanda baş döndürücü bir gelişme var. Ama maalesef hırs, açgözlülük, iktidar sarhoşluğu, güç kavgaları insanlığın gözünü kör ediyor. Yoksa 21. yüzyılda, iletişim çağında tüm dünyanın gözü önünde yaşanan bu insanlık dramına nasıl kayıtsız kalabiliriz ki...



9 AYDA 5 BİN MÜLTECİ ÖLDÜ


Halen 66 milyon insan zulüm, çatışma, şiddet veya insan hakları ihlalleri nedeniyle yerinden, yurdundan olmuş durumda. 22 milyon mülteci var. 10 milyon kişi vatansızlık riski altında.
Birleşmiş Milletler verilerine göre 2016 yılında 10 milyon 300 bin insan vatanını terk etti.
Mülteci nüfusunun yüzde 51'i, 18 yaşın altındaki çocuklardan oluşuyor. Mültecilerin yüzde 70'sini ise kadın ve çocuklar oluşturuyor. Sadece 2017 yılının ilk 9 ayında 5 bin kişi başka bir ülkeye geçmek isterken ölmüş. Ahmet Kaya'nın o çok sevilen şarkısında söz ettiği gibi... “Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça...”

Algılara yenik düşmemek için


Geçtiğimiz hafta sonu (10 Kasım) Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü'nün Antalya'da düzenlediği seminerdeydik. Türkiye'nin çeşitli illerinden gelen 80'e yakın gazeteci yakın tarihimizin ve yaşadığımız sıcak günlerin tanığı olarak bilgilendirildik. Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği (SGDD), Türkiye'deki mülteci algısı üzerindeki en büyük etkiyi yazılı ve görsel basının oluşturduğu gerçeğinden hareketle güzel bir proje başlatmış. Başbakanlık Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü, İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü ve Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği projeye destek ve hayat vermiş.

 

YALAN HABERLER VAR


Bir ay süreyle Türkiye'nin dört bir yanından gelen yüzlerce basın mensubuna oldukça doyurucu, doğru bilinen yanlışları anlatan, algı yönetimine karşı koymamızı sağlayabilecek kapsamlı bir seminer hazırlanmış. Dördüncüsü tamamlanan seminerler serisinin son ayağının İstanbul'da yapılması toplamda 700 basın mensubuna doğrudan ve birinci elden doğru bilgi verilmesi hedeflenmiş. İki gün süren seminerde Göç-Mülteci-Sığınmacı gibi kavramların ne anlama geldiğinden, arasındaki farklılıklardan, kamuoyunda yanlış bilinen ve yabancı düşmanlığını körükleyen (Suriyelilere vatandaşlık veriliyor, üniversitelere yerleştiriliyor ve benzeri gibi) yalan haberlerden somut örnekler verildi.


BİRÇOK KURULUŞ DESTEK VERDİ


Seminere Sığınmacılar ve Göçmenlerle Dayanışma Derneği Genel Koordinatörü İbrahim Vurgun Kavlak, Başbakanlık Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü Enformasyon Dairesi Başkanı Mahmut Şevket Bayram, İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü Göç Uzman Yardımcısı Hasan Yavuz Ünsal, Uluslararası Göç Örgütü (IOM) İletişim Bölümü Asistanı Cem Mehmethanoğlu, Birleşmiş Milletler Çocuk Fonu (UNICEF) İletişim Sorumlusu Beste Gülgün, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği İletişim Asistanı Sevcan Hacılar iki gün boyunca basın mensuplarının sorularını bıkıp usanmadan cevaplamaya çalıştılar. Öncelikle böyle kapsamlı ve doyurucu bir seminer için BYEGM ve emeğe geçen herkese teşekkürlerimizi iletelim.

 

Türkiye'nin yükü ağır


Konu ülkemizi çok yakından ilgilendiriyor. Çünkü gün itibarıyla dünyada en çok göçmen-mülteci-sığınmacı Türkiye'de yaşıyor. Kasım ayı itibarıyla ülkemizde 3 milyon 252 bin Suriyeli, 145 bin Afgan, 140 bin Iraklı, 32 bin İranlı, 4 bin Somalili ve 9 bin de diğer ülkelerden olmak üzere toplam kayıtlı sığınmacı sayısı 3 milyon 582 bine ulaştı. Bu sayı bilinen, kayıt altına alınan resmi rakam.7 Avrupa ülkesinin nüfusundan fazla sayıda sığınmacı ülkemizde yaşıyor. Suriye'den kaçanların yüzde 60'ı Türkiye'ye sığınmış durumda. Sığınmacıların yüzde 9'u onlar için yapılan kamplarda iskan edilirken, geri kalan nüfus Türkiye'nin çeşitli illerine dağılmış. Son iki yılda Türkiye'de doğan Suriyeli çocuk sayısı 225 bin. 980 bin Suriyeli çocuk eğitim çağında. Ve bunların 616 binine devlet bir şekilde ulaşmış ve yeterli olmasa da bir eğitim vermeye çalışıyor. Suriyeli 20 bin üniversite öğrencisi de Türkiye'deki üniversitelerde eğitimlerine devam ediyor. 13 bin Suriyeli ise çalışma izni almış. Son aylarda Türkiye'ye olan geçişlerde Afganlı ve Iraklılar'ın sayısında da büyük artış var.


Gelişmiş ülkeler sahada yok


Göç olayları büyük çapta küresel sermayenin çıkar çatışması yaşadığı alanlarda, özellikle de ortadoğu, Asya ve Afrika ülkelerinde yoğun olarak görülüyor. Ancak, ne var ki bölgesel çatışmaların asıl kaynağını oluşturan gelişmiş ülkeler bu insanlık dramında üç maymunu oynuyor. Bu dramın tüm yükünü ise Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler çekiyor. Yine Birleşmiş Milletler'in resmi rakamlarına göre; gelişmekte olan ülkeler yaklaşık dünyadaki göçmen-mülteci-sığınmacıların yüzde 84'üne ev sahipliği yapıyor. Gelişmiş ülkeler ise adeta seçerek, beğenerek göçmen-sığınmacı-mülteci kabul etmekteler. Türkiye resmi verilere göre 3 milyon 582 mülteci-göçmen-sığınmacıya ev sahipliği yaparak bu alanda dünyada ilk sırada yer alıyor. İkinci sırada yine bir Müslüman ülke Pakistan 1.4 milyon kişiyi topraklarına kabul etmiş. Lübnan 1 milyon, İran İslam Cumhuriyeti 979 bin, Uganda 940 bin ve Etiyopya 791 bin kişi ile Türkiye'yi takip ediyor. ABD, Hollanda, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya gibi gelişmiş Batılı ülkeler ise çok sınırlı sayıda insana (o da seçerek) kapılarını açmış. Türkiye'den 2017 yılının ilk 8 ayında Hollanda'ya gönderilen mülteci sayısı 2 bin 698, ABD'ye 2 bin 687, Almanya'ya 2 bin 648 ve Fransa'ya 2 bin 392 kişi olarak gerçekleşmiş. Oysaki 2017 yılının sadece ilk 8 ayında Türkiye Avrupa'ya gizlice geçmeye çalışan 23 bin kişiyi karasularında ve sınır kapılarında engellemiş. Türkiye bugüne kadar göçmen-mülteci-sığınmacılar için 30 milyar doların üzerinde harcama yapmış, halen yapmaya devam ediyor.

 

Türkiye'nin durumu


Ülkemizde bugün bir göçmen-mülteci-sığınmacı gerçeği var ve Türkiye bu krize hazırlıksız yakalandı. Şimdi bu gerçeğe insani açıdan yaklaşmak, neler yapılabilir, tartışmak, kurgulamak ve hayata geçirmek gerekiyor. Ülkede yaşam şartları zorlaştıkça, Suriyeliler’e karşı tepki büyüyor. Türk halkı sanki yaşadıklarının suçlusu Suriyelilermiş gibi bir algıya sahip. Oysa Suriyeli sığınmacılar işsizlik, asayiş, sağlık, eğitim, barınma, güvenlik gibi birçok sorunla boğuşuyor. 390 bin Suriyeli çocuk okula gidemiyor. Türkiye’de doğan Suriyeli bebeklerin çoğu sağlıksız koşullarda büyüyor. Farklılıkları bir kenara bırakıp, yüzyıllardır bu coğrafyada birlikte yaşadığımız kardeşlerimizi bir şekilde yeni vatanlarına adapte etmek durumundayız. Kolay bir iş değil. Zorlukların farkındayız. İlk yapılması gereken yabancı düşmanlığını körükleyen, köhne milliyetçiliği canlandıran akımlara karşı toplumu bilinçlendirmek. Bu konuda basına büyük görev düşüyor. Haberlerin yazı dilimizden, haberin kurgusuna kadar her eylemimiz, her satırımız bizi bu dramın içinde pay sahibi kılıyor. Aylan bebekler ölmesin, anneler çocuklarından, bebekler yuvalarından ayrılmasın, aileler parçalanmasın istiyorsak, biraz daha empati, biraz daha insancıl bir bakış açısı geliştirmemiz gerekiyor.

Kavramlar- farklılıklar


MÜLTECİ: 1951 Cenevre Mülteci Sözleşmesine göre, Mülteci; ırkı, dini, milliyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşünceleri nedeniyle zulüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişidir. Türkiye'nin de aralarında bulunduğu 145 taraf ülkenin imzaladığı bu sözleşme dünyada iltica hukukuna ilişkin en temel belgedir. Türkiye sözleşmeyi coğrafi sınırlama koşuluna göre imzalamıştır. Yani Avrupa Konseyi'ne üye olmayan ülkelerden gelen sığınmacılar bu sınırlamadan dolayı ülkemizde mülteci statüsüne sahip olamazlar. Bunun yerine kendilerine Uluslararası koruma sağlanır.
SIĞINMACI: BM Mülteciler Yüksek Komiserliği sığınmacıyı, başka bir ülkeye sığınma/iltica talebinde bulunan, kendisine uluslararası koruma arayan fakat başvuru süreci henüz sonuçlanmamış kişi olarak tanımlıyor. Bu tanıma göre ülkemizdeki Suriyeliler sığınmacı statüsünde kabul ediliyor ve kendilerine geçici koruma sağlanıyor.
GÖÇMEN: Kişinin hukuki statüsüne, gönüllü geç ediyor olup olmamasına, göç etmesine yol açan etkenlere ve göç ediyor olup olmamasına , göç etmesine yol açan etkenlere ve göç ettiği yerde ne kadar kalacağına bakılmaksızın ülkeler arası sınırları geçen veya geçmiş olan ya da aynı ülke sınırları içinde halihazırda ikamet ettiği yerden uzakta olan kişidir.
GEÇİCİ KORUMA: Ülkesinden ayrılmaya zorlanmış, ayrıldığı ülkeye geri dönemeyen, acil ve geçici koruma bulmak amacıyla kitlesel olarak sınırlarımıza gelen veya sınırlarımızı geçen ve haklarında bireysel olarak uluslararası koruma statüsü belirleme işlemi yapılamayan yabancılara sağlanan korumayı ifade eder.
Türkiye'ye kitlesel akınla gelen Suriyelilere sağlanan koruma Uluslar arası literatüre göre “Geçici Koruma”dır. Türkiye aşağıda yer alan geçici korumanın üç temel unsurunu yerine getirmekte ve Suriyelilere geçici koruma sağlamaktadır.
-Açık sınır politikası ile ülke topraklarına kabul
-Geri göndermeme ilkesi,
-Gelen kişilerin temel ve acil ihtiyaçlarının karşılanması