Dr. Erkan SERÇE

İzmir’e ilk giren süvari kolordusu müfrezesi kumandanı Yüzbaşı Şerafeddin Bey, o güne ait anılarını şu cümlelerle aktarmış: “9 Eylül sabahı Sabuncu Boğazı’ndan çıkar çıkmaz bütün ihtişamıyla Akdeniz’in kıyısında uzanan İzmir’i gördük. Senelerden beri derin bir hasretle özlediğimiz İzmir şimdi gözümüzün önünde idi. Bu esnada heyecanımız fevkalade artmış, gözlerimiz sevinç gözyaşlarıyla dolmuştu. Bütün süratimizle İzmir’e doğru koşuyorduk.” Aynı gün Mürsel Paşa’nın Mustafa Kemal Paşa’ya çektiği telgraf da İzmir’in kurtuluşunu, 10 Eylül sabahı Hakimiyet-i Milliye’nin ilk sayfasından tüm ülkeye duyuruyordu: “Muzaffer milli ordumuzun yorulmaz süvarileri bizler düşmanın İzmir önündeki son mukavemetini kırarak 9 Eylül 335, 10.30 şehre dâhil olduk. Halkın solgun gözyaşlarıyla derin hürmetlerini iblağ ile bahtiyarım.”

9 Eylül ve onu izleyen ilk günler başta İzmir olmak üzere tüm Türkiye, büyük bir sevinç dalgası yaşanmasına sahne oldu. İşgal altındaki İstanbul bile kutlamalardan payını aldı. İzmir’in kurtuluşu sadece bir kentin değil, bütün Türkiye’nin kurtuluşu olarak değerlendiriliyordu. Yazık ki 13 Eylül’de Ermeni mahallesinde başlayan yangın üç gün içinde kentin büyük bir kısmını yok etti. Londra’da çıkan Daily Mail gazetesinin muhabiri yangını şöyle anlatmıştı: “Perşembe 14 Eylül saat sekiz buçuk. Akşam İzmir şehri bütün gece devam eden yangın yüzünden harap olmuştur. Yalnız arkadaki tepede bulunan Türk mahalleleri ve kuzey tarafında buruna doğru uzanan şehrin kenarları bu yangından kurtulmuştur. Denilebilir ki bu yangın tarihin kaydettiği en büyük yangınlardan biri olmuştur. Alevler şehrin bütün mahallelerini silip süpürmektedir. Bu satırları bir mil uzaktan yazıyorum. Manzara gerçekten müthiştir… Vapurun güvertesinde durduğunuz sırada iki mil uzunluğunda bir ateş çemberi görürsünüz ki alevlerin oluşturduğu yirmi kadar volkan yirmi ayak kadar yükseliyordu.” Kısa süre sonra yayınlanan raporlara göre neredeyse tamamı Türk mahallelerinin dışında kalan 260 hektar alanda on beş binden fazla bina, altyapıyla birlikte alevlere teslim olmuştu.

İzmir, Anadolu’nun dünyaya açılan kapısı olarak yüzyıllar boyunca en önemli ticaret merkezlerinden biri oldu. Ancak asıl değişim son üç yüzyılda, özellikle de 19. yüzyılın ikinci yarısında yaşandı. Kökleri daha öncelere dayanmakla birlikte, ‘Anadolu’nun Batı’ya açılan kapısı’, ‘Küçük Paris’, ‘Doğunun Marsilya’sı, ‘Anadolu’nun incisi’ veya ‘tacı’ gibi nitelendirmeler bu dönemde genelleşti ve kentin kimliği olarak benimsendi. İzmir’e yakıştırılan bu nitelemelerin nedeni, İzmir’in ticari zenginlik sağlama potansiyelinin yanında, Frenk Caddesi’nin I. ve II. Kordon’un Batılılar'ın yaşam biçimine uygun olanaklar sunmasıydı. Aydınlatma, su, kanalizasyon gibi düzenli altyapı hizmetleri, sinema, tiyatro, birahane gibi eğlence mekânları büyük ölçüde bu bölgede bulunuyordu. İzmir’e gelen yabancıların büyük bölümü, sınırları kendilerine olanak sunan bu sınırları aşmıyordu. Sınırların dışına çıkanlar ise Şark’ı keşfetmek amacı taşıyordu. Yangından hemen önce 350 bine ulaşan nüfusun gayrimüslim bölümünün büyük çoğunluğu da bu bölgede yaşıyordu.

Büyük Yangın’da İzmir’in yok olan kısmı, yukarıda birkaç cümleyle özetlediğimiz İzmir’in 19. yüzyılda oluşan “Batılı” olan yüzüydü. Bunun dışında İzmir, günümüzde kendisine “kozmopolit” olarak değerlendirilmesini sağlayan nüfusunun yarısında fazlasını oluşturan gayrimüslim bölümünü kaybetti. 1923’te yayınlanan İzmir istatistiğine göre bize kurulacak olan yeni İzmir’in ilk sermayesini vermektedir. 125 bin civarındaki nüfusun beşte birine yakını Musevi, 2 bini Avrupalı geri kalanı ise Türk’tü. Evet, İzmir tarih boyunca pek çok felaket geçirmiş ve her defasında ayağa kalkmasını bilmişti. Bu kez de küllerinden doğmaya hazırlanıyordu, ancak doğacak olan İzmir artık farklı bir kent olacaktı.

1920’lerin en büyük sorunu, şehrin ortasında bulunan devasa çukurdu. Yangın alanın oluşturduğu ve ancak on yıllarca süren çalışmayla ortadan kaldırılabileceği düşünülen bu çukur her türlü hastalığı ve güvensizliği barındırıyordu. İçki yasağı nedeniyle, zaten sayıları azalmış olan eğlence yerleri erkenden kapanıyor ve karanlığın çökmesiyle birlikte şehir sessizliğe bürünüyordu. Mübadeleyle birlikte kente gelen muhacirlerin ve çevre kasaba ve köylerde evleri yakılan felaketzedelerin İzmir’e yığılmasıyla ortaya çıkan konut sorunu gün geçtikçe büyüyor, tüketim ürünlerinin fiyatları sürekli artıyordu. Büyük gelir kaybına uğrayan belediyenin, tahrip olmuş altyapı ve o zamana kadar hizmetlerden büyük ölçüde uzak kalmış yukarı mahallelerin sorunlarıyla boğuşması gerekiyordu. Dış dünyayla bağlantı sağlayan şirket, sermaye ve kalifiye işgücünü büyük ölçüde kaybeden ticaret dünyasının uluslararası ilişkileri zayıflamıştı. İzmir’in, tarımsal ürünleriyle dünya ekonomisine eklemlenmesini sağlayan art bölgesindeki yerleşimlerin durumu da iyi değildi. Yunan ordusunun çekilirken tahrip ettiği kasaba ve köyler, işgücünü büyük ölçüde kaybeden tarımsal alanlar çözüm bekliyordu.

İzmir’in tarihsel avantajlarının yanı sıra Kurtuluş Savaşı’nın getirdiği simge olmanın olanakları, tüm bu sorunların üstünden gelmesinde yardımcı oldu. İzmir’in kaybettiği uluslararası konumunu geri kazanması sadece ekonomik değil, yeni Türkiye’nin başarısının da göstergesi olacaktı. Büyük Türkiye İktisat Kongresi’nin İzmir’de toplanmasının altında yatan en önemli nedenlerden biri buydu. İzmir’in imarı da sadece tahrip olmuş bir kenti ayağa kaldırmak değil, yıllarca savaş içinde yaşamış, nüfusu azalmış, maddi kaynaklarını tükettiği düşünülen, siyasal rejim değişikliğiyle iç siyasal çekişmelerin yıkım getireceği tahmin edilen Genç Cumhuriyet’in başarısıyla özdeşleşmişti.

Yangın sonrasından 1930’ların sonlarına kadar İzmir’in yenide ayağa kaldırılması için yapılanları burada özet olarak bile anlatmak mümkün değil. Yangın yerlerinin mülkiyet sorunlarının çözümü için kanun çıkarılması, merkezi yönetimin görev alanı içine giren konularda yatırım önceliği, belediyenin finansman ihtiyacını hafifletecek kredi sağlanması, altyapı hizmetleri için gerekli gümrük ve vergi muafiyetleri, toplumsal ve ekonomik hayatı canlandırmaya yönelik sergiler, panayırlar, nihayet ekonomik buhranın en ağır şartları sürerken hayata geçirilen Kültürpark ve uluslararası fuar projeleri.

1930’ların sonlarına gelindiğinde eski sorunların bir kısmı halledilmiş ve yeni ‘Yeşil İzmir’ doğmuştu.