Kamboçya’nın başkenti Phnom Penh’e bu ikinci gelişimiz Ercan’la, 8 yıl önce gelmiş, “ölüm tarlalarını” içimiz titreyerek dolaşmış, soykırım müzesinde dehşete düşmüştük. Acılı ve karanlık bir geçmişin izleri en çok şehrin 15 km kuzeybatısında olan Ölüm Tarlalarında görülüyor.

Hazırlayan / İsmail Ragıp GEÇMEN

Gidenlerin genelde kalabalık, samimi ve renkli bir ülke olarak tanımladığı Kamboçya’da, madalyonun öteki yüzü çok karanlık. Kamboçya insanlarını yani Khmerleri birbirine bağlayan, onları ayakta tutan geçmişleri acı dolu. Ölüm tarlalarıyla ve mayınlı topraklarıyla hafızalarda yer eden ülke için karanlık günler, Fransa’da eğitim görüp Kamboçya’ya dönen Pol Pot’un hızlıca yükselerek ülkenin başbakanı olmasıyla başlıyor.
Dünyayı “Ölüm Tarlaları” deyimiyle tanıştıran ve 20. yüzyılın en büyük katliamlarından birisinin sorumlusu olan Pol Pot ve Kızıl Khmerler, 1975-1979 yılları arasında küçük ve fakir bir Asya ülkesi olan Kamboçya’da yaklaşık 2 milyon insanın ölümüne neden olmuş. Çiftçi bir ailenin oğlu olan Pol Pot, Fransa ‘daki eğitimi sırasında komünizme ilgi duymuş fakat bu ideolojiyi çok hastalıklı bir biçimde yorumlamış. Onun fikirlerini daha sonradan birçok tarihçi 'Taş Devri Komünizmi' olarak değerlendirmişler.

VİETNAM'IN İŞGALİ

Pol Pot’a göre aslında insanlar doğuştan eşit ve iyiler, onları kötü yönde etkileyen ise yozlaşmış bir toplumda yaşamak. Toplumu yozlaştıran unsurlar ise para, din, teknoloji, piyasa ekonomisi ve iş bölümü. Ancak bu unsurların ortadan kaldırılmasıyla kapitalizmden arındırılmış, ideal bir toplum oluşturulabilir. Bu zincirde “modern toplumun yozlaşmış insanları” olarak tanımlanan kimseler ise çiftçi olmayan herkes. Yeni rejim insanları din, dil, ırk olarak ayırmıyor fakat ülkedeki meslek sahiplerini, eğitimli kişileri ve teknik elemanları tehlikeli görüyor.
Aç, sefil ve eşyasız halde 1 aya varan uzun yürüyüşlerle, pirinç tarlalarına gitmeye zorlanan pek çok çocuk ve yaşlı daha tarlalara varamadan yollarda hayatını kaybetmiş. Doktor, öğretmen, sanatçı gibi ülkenin en eğitimli kesimlerini hedef alan rejim, bu kişileri ağır işkencelerle öldürmüş.
Eğitimli saydıkları insanları sistematik olarak öldürmeleri Ocak 1979’da Vietnamlıların ülkeyi işgal etmesine kadar sürüyor. S-21 isimli işkence hapishanesi ve orada yaşananlar adeta bütün ülkenin aklına kazınmış, sonradan burası ‘Soykırım Müzesi’ ne çevrilmiş. Günümüzde hala ülke sınırları içine gömülü o dönemden kalma toplam 4-6 milyon mayın olduğu tahmin ediliyormuş.
Kamboçya günümüzde, 15 milyonluk nüfusa sahip, anayasal bir monarşi altında ama çok partili demokrasi ile yönetiliyor. Başkent ‘Phnom Penh’ 2 milyon nüfusa sahip. Kamboçya, Birleşmiş Milletlerin ‘En Az Gelişmiş Ülkeler’ kategorisinde yer alıyor.



BÜYÜLEYİCİ TAPINAK

Kamboçya’nın kuzey batısında yer alan ‘Siem Reap’, yollardaki "dikkat mayın var" tabelaları, otel duvarlarındaki "otele eroin ve el bombası sokmak yasaktır" uyarıları, boyunlarına doladıkları yılanları satmaya çalışan çocukları, tapınak girişlerinde ayin yapan rahipleri ile güzel, sevimli, eğlenceli, şaşırtıcı bir şehir. Ama Siem Reap elbette bunlardan çok ‘Angkor Wat’ için ziyaret ediliyor. Bütün Asya’nın belki bütün dünyanın en heyecan verici, en ruhani, en mistik hatta en etkileyici yeri burası. Hep denir ya, ölmeden önce görülmesi gereken yerler diye, işte o listenin en başında yer alan bir yerdir bana göre Angkor Wat.
Birbirine karışmış ağaç köklerinin mabet taşlarını sardığı efsanevi bir görüntüye sahip olan Angkor Wat Tapınakları, en boş, en umursamaz insanı bile haşmetiyle büyüleyebilecek bir görkeme sahip, görmesini bilen için insanın kendisini ve modern toplumun sözde güzelliklerini bir hiç hissetmesine yol açıyor. Geçen zaman ne kadar zarar vermiş olursa olsun inanılmaz etkileyici bir yer burası.
Dünyanın en büyük Hindu tapınakları grubu olan ‘Angkor Arkeolojik Parkı’ içinde, yüzlerce tapınak bulunuyor. Khmer krallarının başarılarını yüceltmek amacıyla 9-13 yy. arasında inşa edilen, 2,5 km karelik alanıyla dünyanın en büyük Hindu-Budist tapınaklar kompleksi burası. İlk inşa emrini veren Khmer İmparatoru "Güneşin Kalkanı” ünvanlı ‘2. Suryavarman’. Niye bilinmez, Draco takım yıldızının 10.500 yıl önceki konumuna dönük olacak şekilde inşa edilmiş.

Angkor Wat, Kamboçya bayrağında da yer alan, lotus çiçeğine benzetilen devasa bir tapınaklar alanı. Portekizli ve Hollandalı misyonerler mektuplarında bu efsanevi tapınaktan ara ara söz etmiş olsalar da 1864’te Fransız araştırmacı Henri Mohout’nun günlükleri yayımlanana kadar batının bu bölgeden haberi olmamış. Neredeyse altı kilometrelik bir hendekle çevrili Angkor Wat, palmiyeler ve Banyan ağaçlarının tapınak taşlarını sarmalayan dev köklerinin iç içe geçtiği bir ormanın arasında bulunuyor.



TOPRAK DEMEYİN

Siem Reap’ın 5,5 km kuzeyinde, UNESCO Dünya Mirası Listesi’ndeki bu muhteşem ‘Angkor Wat’ tapınaklarını her yıl 2 milyondan fazla turist ziyaret ediyor. Angkor Wat'ı gezmek için en az 1-2 tam gün gerekiyor, bölge oldukça geniş. Tapınaklar yemyeşil bir ormanın tam ortasında yüzyıllarca saklı olarak kaldığından her tür haşerat bitkilerin arasında yaşıyor. Yanınızdan umarsızca geçiveren koca koca kertenkeleler en zararsızları. “Kalabalıktan kaçayım, gel gel burası çok romantik, aha şurda selfie ne güzel olur be” diye bilinmedik yollara sapmayın, özellikle etraf sessizse, ağaç aralarından önünüze kocaman yeşil yılanlar çıkabilir, bastığınız yeri toprak deyip geçmeyin, tanıyın, inceleyin, dikkatli olun, tapınak göreceğiz diye şey yoluna gitmeyin oralarda aman ha.
Angkor Wat’ın günlük giriş ücreti 20 $, 3 günlük giriş ise 40$. ‘Phnom Bakheng Tapınağı’ gün batımı izlemek için ziyaret etmenin neredeyse bir ritüel olduğu yer, erken gitmenizde yarar var, gecikirseniz özellikle Koreli-Japon-Çinli turist gruplarından dolayı oturacak bir kıçlık yer bulamayabilirsiniz.



EKOLOJİK SU REZERVİ

‘Ulen belki ben de Nirvana’ya ulaşırım’ deyip Budist rahiplerin yaşamlarını görmek, incelemek istiyorsanız sizin için Siem Reap’in merkezindeki Pagodalar en doğru tercih olacaktır. Ama rahiplerin ağzından Budizm’i, ayinlerini ve kurallarını öğrenmek, günlük yaşamlarını dinlemek için oralarda epey zaman geçirmeniz gerekir.
Siem Reap yakınlarındaki Güney Doğu Asya’nın en büyük gölü olan ‘Tonle Sap’, dünyanın benzersiz ekolojik su rezervlerinden birisi ve Kamboçyalılar için de adeta hayat kaynağı. Ayrıca gölün üzerindeki yüzen köy ‘Chong Khneas’ görülmeye değer. Yüzen evlerinde asırlık göl hayatı geleneklerini sürdüren Khmerler, su üstüne yaptıkları tekne evleri ile timsah çiftçiliği, balıkçılık ve karides ile geçimlerini sağlıyorlar. Son zamanlarda turist akını yüzünden işlerini doğru dürüst yapamasalar da neyse ki turizm para getiriyor artık. Bu köyde yüzen okul, polis karakolu, market, tapınak ve benzin istasyonu bulunuyor. Şehrin 15 km güneyindeki bu bölgeye tuktuk veya turist minibüsleriyle gidilebiliyor. Buraya en az yarım gün ayırmak gerekiyor.
Kamboçya Krallığı’nın başkenti Phnom Penh, ülkenin acı dolu geçmişini gözler önüne seren müzeler dışında pek ilgi çekici bir yer değil.


2 MİLYONLUK ACI


Pol Pot önderliğinde Kızıl Khmer timlerinin yarattığı vahşetin izlerinin görüleceği yer olan Ölüm Tarlaları ‘Killing Fields’, Phnom Penh’in 15 km kadar dışında bulunuyor. Ölüm Tarlalarında, ‘Choeung Ek Memorial’ anıtı içinde yer alan gerçek kafatasları insanın tüylerini ürpertiyor.
Fiziksel katliamın izlerinin insanların benliğine nasıl işlenmiş olduğunu anlamak için, ‘Kızıl Khmer’ rejiminin işkence mekânı olarak kullandığı ‘Tuol Sleng Genocide Museum’u yani Tuol Sleng Soykırım Müzesi’ni de görmek gerekiyor. Görün ve insanlığınızdan utanın.
2 milyon insanın acıyla haykıran sesini taşıyan ve hala hüzün kokan bu şehir bizim için asıl gitmek istediğimiz güney Kamboçya’daki Sihanoukville ve Koh Rong adasına geçiş için zorunlu bir bağlantı noktası. Ertesi sabah Sihanoukville’e geçmeden şehri yeniden dolaşıyoruz. Geçen 8 yılda değişen bir şey yok, aynı sefalet, aynı motor kalabalığı, aynı hüzünlü insan yüzleri.
Kamboçya, Türk vatandaşlarına sınır kapılarında sorunsuz bir şekilde 30 günlük vize veren ender ülkelerden. Kamboçya para birimi Kamboçya Rieli (KHR) ve 1 USD yaklaşık 4.000 Riel.
Bir şehir en iyi yürünerek anlaşılır, biz de öyle yapıyoruz. Neyse ki Ercan abi de ben de yürümeyi seviyoruz. Günde 15-20 km yürümek olağan, daha fazla yürümüşlüğümüz de oluyor, eh biraz yorulduk bugün diyoruz sadece gülerek. Hava sıcak ve bunaltıcı, ama şehri bir kez daha keşfetmeliyiz. Sersefil sokaklarda bir o yana bir bu yana dolaşıyoruz. Kraliyet Sarayı ‘Royal Palace’, Gümüş Pagoda, Phnom Chisor Tapınağı ve Ulusal Müze başkent Phnom Penh’de görülecek yerler arasında yer alıyor. Akşamın çökmesiyle, önce otele dönüp duşumuzu alıyor sonra Tuktukla şehrin ünlü Gece Pazarına gidiyoruz. (Tuktuk: 11.000 Riel =3 $).


HER YER DURAK ASLINDA


Bin bir çeşit elbise, takı, don, çocuklara büyüklere hediyelikler... Hızlı bir turdan sonra gece pazarının hemen dışındaki deniz ürünü satıcılarını daha ilginç bulup hayatın doğal akışına karışıyoruz. Geceyi Kamboçya’nın tadını unutamadığımız ünlü birası Angkor ile bir kez daha renklendiriyoruz. (Ne kadar çok biradan söz ediyorum, oysa memlekette aklıma bile gelmez.) Sokaklar sessizleşiyor, biz de pis ama güvenli sokaklardan paraya kıyıp tercih ettiğimiz tertemiz otelimize dönüyoruz. (Lucy Moon Guesthouse 96.500 Riel=24 $)
Öğlen 2’deki Sihanoukville otobüsü saat 3 gibi ancak geliyor. Hareket etmemiz de bir yarım saati buluyor. Nasıl 2 otobüsü lan bu? İşte öyle, burası Uzakdoğu. (Kişi başı 28.000 Riel =7$). Yol 220 km ama 4,5 saat sürüyor. Bu kadar uzun sürmesinin birkaç nedeni var. Sadece Kamboçya’da değil Uzakdoğu’nun hemen her ülkesinde yollar genellikle yetersiz, otobüsler zaten Allahlık, Nuh nebiden kalma ve bir de bunun üstüne otobüsler her yerde durup yolcu alınca yol da normalin 2-3 katı sürede alınıyor. Olur mu böyle bir şey? Olur. Oluyor.


TAKSİCİ LOBİSİ


Yola çıkılmışsa, bulunduğun kabın şekline girmeli insan, durumu kabullenip kızmamalı, üzülmemeli, sinirlenmemeli, kendini zamanın ve hayatın olağan akışına bırakmalı. Bırakmasan ne olacak zaten, elinden bir şey gelmez, kızdığınla, sinirlendiğinle kalırsın. Tavsiye: Rahat ol. Ne demiş İngiliz’in atası? Don’t worry, be happy!
Akşam karanlığı çökerken uzaktan şehir ışıkları görünüyor. Bir çeyrek saat sonra şehrin girişinde yol ayrımında duruyor otobüsümüz. Muavin burası deyip eşyaları indirmeye başlıyor. İyi de şehre gelmedik ki daha? Etrafta tesis bile yok, sadece bol miktarda taksi ve üzerimize atlayan taksici var. Turistlerle birlikte biz de iniyoruz, bizimkiler de dahil yabancıların bütün eşyaları indiriliyor ama doğru yer burası mı, otobüs buradan geri mi dönecek, yoksa başka bir yere devam mı edecek, bilen yok, söyleyen yok. İngilizce anlayan da yok. İndiğimiz yerde tek İngilizce bilen bir taksi şoförü. Ona göre, doğru yer burası, ama deneyimlerime göre taksicilerin söylediğinin en fazla yarısı doğrudur. Turistler de ne yapacaklarını bilmiyor, biz de. Taksici lobisine bağlı çalışan Muavin ve taksiciler, buranın doğru yer olduğunu buradan sonra şehre taksiyle gidileceğini söyleyerek çantalarımıza saldırıyor ama yanlış bir şeyler var. Şehir ışıkları daha güneyde yoğunlaşıyor ve otobüsteki Kamboçyalı yerliler de inmemiş durumda. Hislerime güvenip “biz devam edelim” diyorum, Ercan abi yolda genellikle anlayışlı adamdır, kararıma uyuyor. Ruhunu satmış muavinin itirazlarına aldırmadan çantaları otobüse yeniden yükletip biz de biniyoruz. Taksiciler, birkaç şaşkın turistin eşyalarını aceleyle araçlarına yüklerken biz hareket ediyoruz. Bir çeyrek daha gittikten sonra şehir ışıkları yoğunlaşıyor, şehrin hareketi başlıyor. Nihayet otobüs, kendi terminaline giriyor, herkes inmeye başlayınca doğru yaptığımızı anlıyoruz. Gururluyuz, mutluyuz. Bir taksiciye daha yenilmedik.

YARIN: SİHANOUKVİLLE, KAMBOÇYA

Uzakdoğu (1) Malezya
Uzakdoğu (2) Penang ,Malezya