Hazırlayan/ Özde KOCA / Gökmen KÜÇÜKTAŞDEİR 

Çocuk sahibi olanlar bilir, onlarla gezmek epey zorludur. Ancak yine de eğlenceli ve öğretici olabilir bu yolculuklar. Öncelikle yol boyunca daha çok tuvalet ve 'sıkıldım' molası vermeyi göze almalısınız. Tabi bir de dünyayı keşfetmeye çalışan her çocuğun yaptığı gibi çokça soru sormasını. Keyifli yanları ise, çocuktan gelen basit bir soruyla önünden geçip gidebileceğiniz şeylere dikkat kesilmek, sınırsız merakla öğrenme açlığına tanık olmak ve biz yetişkinlerin nerede, ne zaman bunlardan vazgeçtiğini hatırlamaya çalışmak.

Bir yaz sabahı, sonunda denize çıkacağımız uzun bir rotayla yola çıktık. İlk durağımız 'Ana Tanrıçanın Kenti' olarak bilinen Metropolis'ti. Burası, Torbalı'ya beş kilometre uzaklıkta, arkasında Antik Gallesion (Alaman) Dağı bulunan tepeye kurulmuş bir İyon kenti. Kentin bulunduğu SİT alanı, yaklaşık 200 dönümlük bir araziyi kaplıyor. Kent, M.Ö. 3'üncü yüzyılda Büyük İskender'in komutanlarından biri olan Lysimakhos ve adamları tarafından kurulmuş. Metropolis adını, tabiatın ana tanrıçası olan Meter Gallessia’dan almış. Metropolis'in, zamanında zeytinyağı ve kaliteli şarap yapımında oldukça başarılı olduğu biliniyor. Hatta ünlü coğrafyacı Strabon, güzel şarap yapan kentleri sayarken, Metropolis'i de bu listeye dahil etmiş.

Metropolis, iki önemli İyon kenti olan Smyrna ve Efes'i birbirine bağlıyormuş. Bu yüzden antik çağda ekonomik açıdan oldukça iyi durumdaymış. M.S. 2'nci yüzyıl sonrasında kent, tepenin batı yamaçlarına ve düzlüklerine doğru genişlemiş.

MOZAİKLİ KONUK EVİ

Metropolis'ten ilk olarak, 17'nci ve 18'inci yüzyıllarda yaşamış olan Spon ve Wheler'nin bölgeyi anlatan çalışmalarında kayıt altına alınmış. Kentteki ilk bilimsel çalışma, 1860’lı yıllarda İzmirli araştırmacı A. Fontier tarafından yapılmış. Fontier, araştırmaları sonucunda, antik kentin çevresindeki Çevlik ve Fetrek çaylarının antik isimlerini 'Astraios' ve 'Phyrites' olarak saptamış. Ayrıca kent kalıntılarını da tarif etmiş. İlk ayrıntılı çalışma ise Avusturyalı bilim adamı J.Keil tarafından I. Dünya Savaşı’ndan önce gerçekleştirilmiş. 1972-1975 yılları arasında Prof. Dr. Recep Meriç, Metropolis’te, sonuçları daha sonra Almanya’da yayımlanan sistematik bir yüzey araştırması yapmış. 1989 yılına gelindiğinde ise Torbalı Belediyesi’nin öncülüğünde bilimsel kazılara başlanmış. 16 yıldır da kazılara, Sabancı Vakfı destek veriyor.

Tepeye doğru uzanan basamakları çıkarken karşımıza ilk olarak tiyatro yapısının doğusunda bulunan özel konut çıkıyor. Fresk ve mozaiklerle dekore edilmiş bu yapıdaki mozaik örnekleri, Batı Anadolu’nun en seçkin örnekleri arasında yer alıyor. Moziklerdeki figürlerde, elinde thyrsos (ucunda çam kozalağı takılı bir sarmaşık olan asma dallarıyla sarılı bir değnek) tutan Şarap Tanrısı Dionysos ve eşi Ariadne ile Dionysos perilerinden Maenad figürleri bulunuyor. Portre şeklinde hazırlanmış bu köşe figürleri arasında ellerinde kadeh tutan Eroslar görünüyor. Moziklerde, kuş ve balık tasvirlerinin yanı sıra tiyatro maskları da dikkat çekiyor. M.S. 2'nci yüzyıla tarihlendirilen yapının, tiyatro etkinliklerinde konuk evi veya resepsiyon salonu olarak kullanıldığı düşünülüyor.

KENDİMİZİ ALKIŞLADIK

Küçük ve zarif tiyatro yapısı, Metropolis'in iyi korunmuş yapılarında biri. 3 bin 600 kişilik tiyatronun orkestra ve alttaki oturma sıraları erozyon nedeniyle toprak altında kalmış. Bu yüzden bugüne tüm güzelliğiyle ulaşabilmiş. Tiyatroda ele geçen yazıtlardan, mekanın sadece tiyatro gösterileri için değil, sosyal ve dini törenler için de kullanıldığı anlaşılıyor. Oturma sıralarının köşelerindeki grifon ayakları, tiyatroya zariflik katmış. Aslı İzmir Arkeoloji Müzesi'nde bulunan 'Grifonlu Soylu Koltuğu'nun bire bir kopyası da antik tiyatrodaki orijinal yerinde duruyor.

Gezimizin bu noktasında, yanımızdaki küçük çocuk sıkılmaya başlıyor. Yüzlerce basamağı ve yokuşları onu omzumuza alarak hızla çıkıp, geziyi bir an önce bitirmemizi istiyor. Çünkü sonrakini merak ediyor; “Buradan sonra nereye gideceğiz?”

İşte bu noktada, antik kent ziyaretine, mini bir dramayla ara veriyoruz. Lena'nın isteği üzerine, Kırmızı Başlıklı Kız'ı (elimizden geldiğince) canlandırmaya çalışıyoruz. Antik tiyatroda yankılanan en acemice oyun, belki de bu sıralarda oturan en küçük izleyicinin alkışını alıyor. Tabi biz de sabrımız ve azmimiz için kendimizi alkışlıyoruz. Artık şehri gezmeye devam edebiliriz.

İDARECİSİ BİR KADINDI

Hamam kompleksi, soğukluk bölümünün yanında uzanan salon, beş adet zemini mozaik döşeli bölmeden oluşuyor. İçinde ele geçen günlük kullanım için yapılmış cam ve pişmiş topraktan kaplara dayanarak bu bölmelerden birinin yemek ve davet salonu olarak kullanıldığı düşünülüyor. Kazılarda, hamam yapısının kuzey, güney ve batı dış duvarlarının etrafını dolaşan, üzeri tuğla tonozlarla örtülü koridorlardan birinde genç bir çocuğa ait ayak izlerine rastlanmış. Bu koridorların, servis koridorları olduğu varsayılıyor. Hamamın bitişiğinde yer alan spor kompleksinin M.Ö. 2'nci yüzyılda bir kadın tarafından idare ediliyor olması, şehirle ilgili ilginç bir bilgi olarak karşımıza çıkıyor. Kazılarda bulunan bir yazıtta, sosyal kompleksin yöneticisi olarak Alexandra Mirton isimli bir kadının adı geçiyor. 2 bin 200 yıl öncesine ışık tutan bu bilgi, antik çağda kadınların sosyal yaşamda ve iş yaşamında önemli bir rol oynadığını da kanıtlar nitelikte. Kompleksin köşesine bitişik durumda, 25 kişi kapasiteli olduğu tahmin edilen tuvaletlerin bir kısmı ise, geçmişle ilgili bilgi vermesi için ahşap malzemeyle restore edilmiş.

Kentte bir de, 'Balneum' adı verilen, 400 metrekarelik kişiye özel hamam yapısı bulunuyor. M.S. 400-500 yıllarına ait olduğu düşünülen bu yapının mermer avlusunun bir kısmında 3-4 kişilik bir havuz açığa çıkarılmış. Yapının içinde, küvet şeklinde bölmeler bulunan ve terleme odası olduğu tahmin edilen farklı odalarda, yerden ve duvardan ısıtma sağlayan 'Tubuli' adı verilen bir sistemin olması dikkat çekici.

KORUYUCUSU, SAVAŞ TANRISI

Metropolis, coğrafyanın yapısına planlanan, ızgara planlı şehirlere örnek gösterilebilecek kentlerden biri. Dik bir meyille aşağı doğru uzanan arazide kurulan kentin akropolü, yamacın en yüksek noktasında yer alıyor. Ele geçen yazıtlardan, Savaş Tanrısı Ares'in kentin koruyucusu olduğuna inanıldığı ve ona adanmış bir tapınağın olduğu anlaşılıyor. Kentin aşağılarından akropolise merdivenli bir yolla ulaşılırken, hamam kompleksinin alt kısmında etrafı sütunlarla çevrili, ortasında bir havuzun yer aldığı avlu ve kenarına odaların sıralandığı bir konuta rastlıyoruz. Konutta yer alan mozaik süslemeli koridorun her iki ucunda ''İyi şanslar'' anlamına gelen dilek, Yunanca ''Agatha Tykhe'' ve Latince ''Bona Fortuna'' olarak yazılmış.

Kazılarda, 2015 yılında ilk defa dini içerikli bir yapıya rastlanmış. Zeus'a adanmış olan tapınak alanındaki yazıtlara göre, Zeus ilk defa burada ''Krezimos' unvanıyla anılmış. Metropolis'e ait yerel bir sıfat olduğu anlaşılan Krezimos'un 'Metropolis'e bolluk ve bereket getiren koruyucu Zeus' anlamına geldiği düşünülüyor.

Kent, M.S. 272 yılında büyük bir tahribata uğramış ve terk edilmiş. Fakat Bizans döneminde tekrar kullanılmaya başlamış. Bu dönemde Arap akınlarından korunmak için, Metropolis kentinin helenistik dönem surları güçlendirilip, kuzeye doğru biraz daha genişletilmiş. Genişletme işlemi yapılırken, sur duvarı meclis binasının tam ortasından geçirilip, antik kentin yapılarının taşları, bu kalenin yapımında kullanılmış.

Metropolis'ten ayrıldıktan sonra dünya harikası olan Kuşadası Dilek Yarımadası Milli Parkı'na gidip kendimizi mavi sulara bıraktık. Bu yolculuk, yorgunluktan çok daha fazla mutluluk ve keşif hazzı bırakıyor geride.

İlk köle isyanı bastırılmış

Metropolisliler; tarihin ilk köle isyanı olan Aristonikos ayaklanmasında Roma'nın yanında yer alarak, Bergamalı Aristonikos'a ve onun Güneş Ülkesi Askerleri'ne karşı savaşmış. Kölelere özgürlük ve yabancılara vatandaşlık hakları gibi söylemlerle yola çıkan Aristonikos'a, Foça (Phokia) destek verirken, Anadoludaki kölelerini kaybetmek istemeyen pek çok krallık ve Efes, Smyrna gibi zengin İyon kentleriyle beraber Metropolis de Roma ordusunun yanında saf tutmuş.

11 binden fazla tarihi eser

Elbette ki, kadınların kendilerini güzelleştirme istekleri, eski çağlara dayanıyor. Dönemin imkanlarına göre yaşarken güzelleşmeye çalışan kadınların mezarları da süs eşyaları ve takılarla dolup taşıyor Metropolis'te 2009'da ortaya çıkarılan bir mezar, hırsızların gözünden kaçmış. Hiç açılmamış olan kadın mezarında, 41 adet koku şişesi, aynalar, pullar ve bir çift küpe bulunmuş. Öte yandan antik kentte sürdürülen kazı çalışmaları sırasında seramik, sikke, cam, mimari parçalar, figürler, heykeller, kemik ve fildişi eserler, pithos (depolama küpü) ve birçok maden eserden oluşan 11 binin üzerinde tarihi eser gün yüzüne çıkartılmış. Kazılarda elde edilen eserler, bugün İzmir Arkeoloji Müzesi, İzmir Tarih ve Sanat ile Selçuk Efes müzelerinde sergileniyor.

Dört sarnıç bulundu

Metropolis'te birkaç ay önce, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Serdar Aybek başkanlığında sürdürülen kazı çalışmalarında birbiriyle bağlantılı dört anıtsal yapı ortaya çıkarıldı. Geç Roma Dönemi'nde kentin su ihtiyacını karşılamak için kullanıldığı düşünülen sarnıçların, olası bir saldırı ya da kuşatma esnasında güçlü surlarla çevrili akropolisteki halkın su ihtiyacını uzun süre karşılaması için yüksek noktalara yapıldığı belirtildi. M.S. 12'nci ve 13'üncü yüzyıllarda ise kent halkının, sarnıçları çöplük olarak kullanmaya başladığı düşünülüyor. Çünkü kazılarda, yemek artığı, hayvan kemiği ve seramik parçalar ele geçirilmiş.