Hazırlayan/ Özde KOCA / Gökmen KÜÇÜKTAŞDEMİR

Gezimizin Ayvalık kısmını geçen hafta yazmıştık. Bu hafta ise Küçükköy ve Cunda sokaklarını arşınlayacağız. Bahsettiğimiz gibi gitiğimiz gün Ayvalık'ı fırtına vurmuş, onlarca tekne batmış, maddi hasar meydana gelmişti. Ertesi gün ise bambaşka bir güne uyandık. Bir gün önceki fırtınadan, yağmurdan, soğuktan eser yoktu. Meteoroloji'nin bir gün önce, 'parçalı bulutlu' olarak tahmin ettiği gökyüzü masmaviydi. Erken saatte uyanıp kahvaltımızı ettik. Günün her saniyesini dolu dolu geçirmek için otelden erkenden ayrıldık. İlk durağımız, Ayvalık'a 7 kilometre uzaklıktaki, Belediye Başkanı Mesut Ergin'in de doğduğu köy olan Küçükköy. Aslında bu sefer Ayvalık'a burayı ziyaret etmek için gelmiştik. Ancak ilk günkü hava muhalefeti yüzünden köyün içinde araçla küçük bir tur attık. Ve ertesi gün parlayan güneşle birlikte yola koyulduk.

YENİDEN DOĞMUŞ

Burası Osmanlı döneminde 'Yeniçarohori' ismiyle kurulan bir yerleşim. 1400'lü yıllarda Osmanlı Devleti'ne vergi ödeyen Midilli Prensliği, ödemelerini aksatmaya başlamış. Vatikan'la işbirliği yaparak Osmanlı'ya karşı gelen Midilli'yi fethetmek için Fatih Sultan Mehmet, 1462'de donanmayla saldırmış. Ayrıca adanın karşısındaki bugünkü Küçükköy'ün olduğu yere de çok sayıda yeniçeri yerleştirilmiş. Midilli alındıktan sonra da bir süre burada yaşamaya devam etmişler. Çok sonraları Rumlar yerleştiklerinde buraya Yeniçeri yeri anlamına gelen Yeniçarohori demiş. Mübadelede, önce 1893 yılında, daha sonra da 1913'te Balkanlar'dan gelen Boşnaklar, Küçükköy'e yerleştirilmiş. 1980'li yıllara kadar burada yaşayan Boşnaklar da, 1 kilometre uzaktaki Sarımsaklı'ya taşınınca köy, kaderine terk edilmiş. Birkaç sene önce şehirden gelen bir grup arkadaş, gözden düşmüş bu köyde bir değişim başlatmış. Rum mimarisine sahip yapı restore edilmiş. Bu değişimin itici gücü, 'sanat' olmuş. Köyde, onlarca atölye ve galeri açılmış. 'Bahara merhaba' şenlikleri, ünlü sanatçıların katıldığı ücretsiz sanat günleri yapılmış. Sonuçta entellektüelitesi yüksek, ancak bir o kadar da mütevazi ve sade bir yerleşim yaratılmış. Köydeki bu canlanma, evlerinden ayrılan bazı köylülerin de yeniden Küçükköy'e dönmesini sağlamış.

Köyün hedefi, 'Akıllı Köy' olmak. 'Akıllı Köy' kavramı, tıpkı 'Yavaş Şehir', 'Ekolojik Köy' gibi bir konsepti ifade ediyor. Küçükköy, sürdürülebilir enerji kaynakları kullanan, iyi eğitim ve sağlık hizmetleri sunan, temiz suya ve sağlıklı gıdaya erişimin mümkün olduğu, demokratik, güvenli, adil ve cinsiyet eşitliğini gözeterek gelişiyor. Bir sanat köyü olarak daha fazla yol katedilse de 'Akıllı Köy' hedefi, sadece küçük yerleşimlerin değil, tüm ülkenin amaçladığı bir kavram olmalı.

BOŞNAK LEZZETLERİ

'Küçükköy'de ne yapılır? Neresi gezilir?' derseniz tahmininizden çok mekan var, görülmeye değer. Biz pandemi nedeniyle kapalı oldukları için yalnızca sokaklarında dolaşabildik. Ancak hem bir dahaki gidişimizde kendimiz için hem de yeni gidecek olanlarınız için buraya birkaçını not düşelim: Kıraarthane, Küçükköy Kültür Merkezi, Küçükköy Kent Müzesi, Artura Gallery, Artura Art Craft, Kabbak Evi, Kucca Atölye, Sabancı Üniversitesi Yaratıcı Teknolojiler Atölyesi, Atelier Sanat Merkezi, Kadınlar Sokağı... Köyü gezmek 1 saatinizi alıyor. Her sokağına girip, çokça fotoğraf çekmek isterseniz bu süre uzayabilir. Hem yorgunluğunuzu atmak hem de Boşnak lezzetlerini tatmak isterseniz, Majka, Zet Cafe, Potoplika Kafeterya ve Lala'nın Börek Evi, keyifli molalar verebiliriz.

GÜZEL KOKULU ADA

Karnınızı enfes Boşnak börekleri ya da Boşnak mantısıyla iyice doyurduysanız artık Cunda'ya gidebiliriz. Cunda, 22 tane olan Ayvalık Adaları'nın içinde yerleşimi olan tek ada. Ege Denizi'nin dördüncü büyük adası olan Cunda'nın tarihi, Antik Çağ'a kadar uzanır. O dönemde Ayvalık Adaları'na 'Hekatonisa' adı verilmiş. Bu ismi, adaların en büyüğündeki Nesos (Nasos) Antik Kenti'nin baş tanrısı olan Hekatos yani Apollon'dan almış. Cunda ve çevresi, M.Ö. Herodot tarafından 'Ekatonisos' olarak anılmış. Bölgeye, daha sonra 'Moshonisia' (Moshonis) denmeye başlanmış. Ayvalık'ta yaşayan Rumlar, adadaki bitkilerden yayılan güzel kokulardan esinlenerek, 'kokulu ada' anlamına gelen bu ismi vermiş. Bugün bile Cunda'nın, diğer Ayvalık Adaları'nda görülmeyen bir bitki çeşitliliğine sahip olduğu görülür. Bir diğer sav ise adanın bu ismini, 'Moshos' isimli bir korsandan aldığı yönünde.

Cunda, Piri Reis'in Kitab-ı Bahriye'sinde ise 'Yund Adaları'ndan Galat' olarak geçer. Adaya ait Osmanlıca bir mührün dış kenarında, Yunanca “Dimarhia Moshonision”, ortasında Arapça harflerle “Daire-i Belediye, Cezire-i Cunda (Yunda)” yazar. Osmanlı Devleti, burayı 'Cunda' olarak tanırken, Rum ahali ise 'Moshonis' diyormuş. 'Yunda' sözcüğünün 'Cunda' olarak günümüze ulaştığı düşünülür. Ada, I. Dünya Savaşı sonrası İzmir’in işgali ile birlikte 29 Mayıs 1919’da Yunan egemenliğine girmiş. İşgal sonrası Anadolu’da ilk direniş 172. Alay Komutanı Yarbay Ali Çetinkaya tarafından başlatılmış. Bu işgal 15 Eylül 1922’ye kadar sürmüş. Bu yüzden adaya, 'Alibey Adası' adı verilmiş. 1924'te mübadele gereği Girit, Makedonya ve Midilli Türkleri, Ayvalık ve çevresine yerleştirilmiş.

MANZARA EŞLİĞİNDE

Cunda'nın karakterini şekillendiren iki millet var: 1920'lere kadar burada kök salmış Rumlar ve 1924'te adaya yerleştirilmiş Türkler. Adada Rum hakimiyeti o kadar güçlüymüş ki, 1740’de özerklik alınınca Ayvalık’ta yaşayan az sayıda Türk de burayı terk ederek civar mahallelere taşınmaya mecbur bırakılmış. Bölgenin gelir seviyesi zeytin yağı, sabun, şarapçılık ve dericilik sayesinde yüksek olduğu için Yunanistan’dan göç almaya başlamış. 1800'lülerde milliyetçilik akımı, burayı da yangın yerine çevirmiş. Rum nüfusun çok ve zengin olması nedeniyle ayaklanmalar kaçınılmaz hale gelmiş. Kurtuluş Savaşı'nın ardından da burada yaşayan Rumlar Yunanistan'a, Girit ve Midilli'deki Türkler de buraya yerleştirilmiş. Ayvalık, 2 bin 800 tarihi yapısıyla, Türkiye'deki en büyük Rum yerleşimi. Cunda da, onun sakin, samimi, mis kokulu çocuğu...

'Cunda' diyince çoğu kişinin aklına çarşısı ve sahilde şeridi geliyor. Ancak Cunda bundan ibaret değil. Türkiye'nin ilk boğaz köprüsü olan köprüyü geçince merkeze gelmeden sol tarafımızda bizi yeldeğirmeni selamlıyor. Ufak bir tırmanışla ulaşabildiğimiz yapı, restorasyon geçirmiş. İçine girilmiyor ama manzarası harika. Burası güzel bir kahve molası için uygun bir yer olabilir. Salgın nedeniyle her şeyini yanında gezdiren biz, kahvelerimizi ve günün geri kalanı için enerji verecek olan tatlılarımızı, bu güzel manzara eşliğinde yiyip içiyoruz. Karşı tepede bugün, Sevim ve Necdet Kent Kitaplığı olarak kullanılan Agios Yannis Kilisesi var. Kısa bir yürüyüşle buraya ulaşmak mümkün. Yıkılmaya yüz tutmuş bu kilise yapısı, 2007 yılında Rahmi Koç tarafından restore edilmiş. Kitaplık ismini, ilerleyen yaşı nedeniyle göz sağlığı bozulan ve 'Göremediğime değil, okuyamadığıma üzülüyorum' diyen emekli Büyükelçi Necdet H. Kent ve eşinden almış. Kitaplığa, Necdet H. Kent'in oğlu Muhtar Kent tarafından bin 300'ü aşkın kitap bağışlanmış. Ayrıca yapının olduğu tepeden Şeytan Sofrası, Ayvalık, Dalyan Boğazı, Cunda, Tavuk Adası, Hasır Adası, Çataltepe ve Edremit Körfezi görülebilir. Buradaki kafede de zaman geçirebilirsiniz.

MALİKANEDEN OTELE

Sahildeki balık restoranlarından birinde papalina yedikten, Taş Kahve'de kahvemizi içtikten sonra daha önceki gelişimizde harabe durumda olan Despot Evi'ni görmek istiyoruz. Ancak burası bizim hatırladığımız yer değil, artık.

Despot Evi, Cunda'daki Rum evlerinin en ihtişamlısı. Bina, 1862 yılında Yunanistan’dan gelip Cunda'ya yerleşen varlıklı bir Rum için inşa edilmiş. Ev sahibi 1877'de bir baskın sırasında öldürülünce Osmanlı Devleti malikaneyi satın almış. Bir süre hükümet binası olarak kullanılan yapı, 1980'lere kadar yetimhane olarak işlev görmüş. Uzun bir süre atıl durumda kalan yapı, bugün lüks bir otel olarak işletiliyor.

Cunda merkezdeki güneş saati, 2004’te bölgenin sevilen isimlerinden Ahmet Erol Keskin’in vefatı üzerine yaptırılmış. Burada eski usül, güneş ışınlarının açısına göre gölgenizin düştüğü konumdan yola çıkarak saati öğrenebilirsiniz.

Bir Taksiyarhis Kilisesi de Cunda'da var. Koç Müzesi'nin devamı niteliğindeki yapı, döneminin metropol kilisesiymiş. 2011 yılında kilise müzeye dönüştürülmek üzere Rahmi M. Koç Müzecilik ve Kültür Vakfı'na tahsis edilmiş. Tarihi binanın restorasyonu yapılmış ve 2014 yılında Ayvalık Rahmi M. Koç Müzesi olarak hizmete açılmış. Biz tabiki pandeminin azizliğine uğradık ve burayı de gezemedik. Ancak siz mutlaka gezi planınıza ekleyin.

Cunda'dan ayrılmadan önce gözümüze 'Faris'in Yeri' tabelası takılıyor. 'Nereye çıkacak acaba?' diyip o yola giriyoruz. Meğerse öğlen saatlerinde Google Map'in azizliğine uğrayıp bir türlü ulaşamadığımız Milli Park'ın girişine buradan gidiliyormuş. Zamanımız kalmadığı için doğada yürüyüş faslını, başka zamana bırakıyoruz. Yola devam edince 'Ortunç Koyu'na ulaşıyoruz. Burası hem denize girmek için hem de günü noktalamak için müthiş bir yer.

Gözlerden uzak Ayışığı Manastırı

İki günlük Ayvalık gezimizin son durağı Ayışığı Manastırı'ydı. Rumca adıyla 'Aydimitri Ta Selina', Pateriça Yarımadası’nın en kuzey noktasında yer alıyor. 16'ncı yüzyıldan kalma yapı, 2012’de Suzan Sabancı Dinçer tarafından satın alınıp restore edilmiş. Adanın en uzak köşesinde kaldığından buraya ulaşmak için tek yol özel aracınız. Ancak toprak yol, adeta köstebek yuvasına dönmüş. Her ne kadar görmek istesek de giderek bozulan yolu göze alamayıp geri döndük. Daha sonra manastırın çok kısıtlı zaman diliminde ziyarete açık olduğunu öğrendik. Gitmeden önce aramanızda ve mümkünse arazi aracıyla gitmenizde fayda var. Ya da belki, artık o kadar zor ulaşılması gerekmeyen bu manastırın daha çok kişi tarafından görülebilmesi için yolu düzeltilir. Cunda'da bu saydıklarımızın dışında bir çok kilise ve gözden uzak manastır da bulunuyor. Çok popüler olmadıkları için görmek isterseniz, internetten aratmak yerine ada halkından yardım almanızı tavsiye ederiz.