Bir zamanlar Rum halkın yaşadığı Küçükkuyu yakınlarında Adatepe Köyü, doğa ile iç içe, sakin ve sağlıklı yaşamak isteyenleri bir araya getirdi. Adatepe, daracık sokakları,bahçelerini rengarenk çiçeklerin süslediği taş evleri ve benzersiz manzarası ile Kazdağları'nın en güzel köşelerinden biri.

Hafta sonunda dünyada oksijeni en bol birkaç bölgeden biri olan ve bu özelliği ile sağlık turizminin en önemli merkezlerinden biri olmaya aday Kazdağları’ndaydık. Altın şirketlerinin sondajlar için delik deşik ettiği ve maden şirketlerine 700'den fazla ruhsat verildiği söylenen 21 bin 463 hektarlık ulusal park sahasında, bu eşsiz doğanın gelecekte ne hale geleceği endişesini içimizde taşıyarak anılarımız arasına kaydedeceğimiz güzel bir gün geçirdik.
İlk durağımız Adatepe Köyü idi. Biz köy kahvehanesinde çaylarımızı beklerken dilerseniz son yıllarda Söke'nin Doğanbey Köyü'nden bir farkı kalmayan bu köyü sizlere tanıtalım.


KADERİNE TERKEDİLDİ


Mübadeleye kadar Rum halkın yaşadığı Adatepe, mübadelenin ardından kaderine terkedilir. Geriye kalan az sayıda Türk nüfus zeytincilik ve hayvancılık ile burada yaşamını sürdürür. Yıllar geçtikçe terkedilen evlerin çoğu birer harabeye döner. Köy 1980'li yıllardan kentlerin boğuculuğundan kaçıp sakin bir hayat yaşamak isteyenler tarafından keşfedilir. Köydeki yıkıntı evleri alıp aslına sadık kalarak onarırlar, yaşanacak konutlar haline getirirler.Köyün yerlileri ile iç içe, uyum içinde yaşamaya başlarlar.Adatepe'de şimdi 427 kişi yaşıyor.
Adatepe'nin geçmişi antik dönemlere kadar tarihleniyor. Köyün denize bakan bir köşesinde Zeus Altarı yer alıyor. Ayrıca köy çevresinde Roma dönemine tarihlenen buluntular yer alıyor. Köydeki en eski yapının da 263 yıllık olduğu biliniyor. Adatepe Köyü mimari olarak taş yapı geleneğine sahip. Evlerin yapımında kullanılan malzemenin cinsi neredeyse Assos'ta bulunan evlerle aynı. Bölge kayalık ve evlerin yapımında kullanılan malzeme küçük taş ocaklarından elde ediliyor. Adatepe 1989 yılında SİT alanı ilan edildi ve bölgede korunan tek köy olarak biliniyor.
Adatepe'yi şimdiye kadar görmediyseniz, görmelisiniz. Bu köy Arnavut kaldırımlı daracık sokakları,ağaçların çiçeklerin süslediği bahçeli taş evleri, zeytinyağı müzesi ve Edremit Körfezi'nde günbatımını izleyebileceğiniz benzersiz manzarası ile Kazdağları'nın en güzel köşelerinden biri. İzmir'den Adatepe'ye ulaşmak için 235 kilometrelik bir yolculuk gerekiyor. Edremit'ten sonra Küçükkuyu'ya ulaştıysanız eğer, Adatepe sapağından Kazdağları'na doğru yöneldiğinizde, köye ulaşmak için zeytin ve çam ormanlarının arasından yalnızca birkaç kilometrelik yolculuk yeterli...

17 METREDEN AKIYOR


Kazdağları yolculuğumuzda ikinci durağımız Sütüven Şelalesi ve Hasan Boğuldu Göleti. Çanakkale-Edremit yolu üzerinde Zeytinli kasabası sapağından 5-6 kilometrelik yolculukla ulaşılan Sutüven Şelalesi ve Hasan Boğuldu Göleti, 1726 metre yükseklikteki Sarıkız yaylasından doğan Kızılkeçili Çayı’nın hayat verdiği benzersiz bir doğa zenginliği...
Hasanboğuldu'ya yaklaşırken önce kayalıklar arasından akan Kızılkeçili Çayı'nın 17 metreden aşağıya döküldüğü Sütüven Şelalesi'nin uğultusunu duyarsınız. Coşkuyla akan şelaleden çevreye yayılan su zerrecikleri yaz mevsimlerinde serinleticidir.Alp Dağları'ndan sonra oksijenin en yoğun olarak bulunduğu Kazdağları'nın kalbindeyiz şimdi.
Hasan Boğuldu'yla ilgili bir çok efsane dilden dile ulaşmış şimdiye kadar. Bu efsanelerden biri şöyle:

EFSANESİ DİLLERDE


Süt, bal, peynir, tereyağı gibi ürünleri, Kazdağları'ndan pazara getiren Beyoba Köyü'nün güzel kızı Emine ile aynı pazarda sebze meyve satan Ova Köyü’nün yakışıklı delikanlısı Hasan bu pazarda tanışır ve birbirlerine aşık olurlar. Hasan ve Emine birbirlerine duydukları büyük özlemi bitirmek için evlenmeye karar verirler. Emine’nin ailesi bu evlilik kararından damat adaylarının ovada yetişmesi nedeniyle karşı çıkar. Hasan'ın yörük hayatına fazla katlanamayacağını düşünürler.
İki gencin birbirleriyle evlenmeye kararlı olduğunu gören aile, Hasan’ın gücünü sınamak için bir sınavdan geçmesini şart koşar. 40 kilogramlık bir tuz çuvalını beş saat mesafedeki Kazdağları’nın zirvesine yakın bulunan obaya sırtına alıp çıkarabilirlerse Emine ile evlenmesine izin verilecektir.


Çuvalı sırtlayıp Emine ile birlikte yola çıkan Hasan, birkaç kilometrelik yolculuğun ardından yorulmaya , yavaşlamaya başlar, dizlerinin bağı çözülür. Ovada yaşayan bir genç olan Hasan, nazik ve ağır işlere alışık olmadığı için bir süre sonra taşıdığı yüke dayanamaz, olduğu yere yığılır kalır. Önden yürüyen Emine ise sevgilisinin hala arkasından yürüdüğünü düşünmektedir. Köy varır, ancak ardında Hasan yoktur. Geri döner ve sevgilisini aramaya başlar. Hasan’a hediye ettiği yazmanın gölette yüzdüğünü görünce boğulduğunu düşünür ve kendini yazmasıyla bir çınar ağacına asarak intihar eder.
Zamanla dalları Hasan’ın boğulduğu gölete kadar uzanan çınar, Emine Çınarı; gölet ise Hasan Boğuldu Göleti olarak adlandırılarak o ölümsüz aşkın izini günümüze kadar taşır.
Sütüven Şelalesi ve Hasan Boğuldu Göleti, özellikle bahar ve yaz aylarında, sakinliği ve serinliği ile günübirlik gezginlerin en çok tercih ettikleri yerlerden biri. Küçük restoranı, Kızılkeçili çayının yanıbaşına sıralanmış piknik masaları ve zaman zaman ahşap köprülerle turkuaz renkli suların aktığı çayın öte yanına geçebildiğiniz patikalarıyla ilginizi çekecektir.
Hasan Boğuldu'ya geldiğinizde doğal ürünler satan yerel satıcılara uğramayı da unutmayın. Küçücük tezgahlarda, bu dağlarda, yaylalarda üretilmiş çeşit çeşit zeytinler, zeytinyağları, her biri birer ilaç niteliğinde kurutulmuş otlar, ceviz, badem, dağ çileği, erik, bal, reçeller satılır.
Gözyüzünü süsleyen ak bulutların güneye doğru aktığı Kazdağları'nda hava, sert esen rüzgarın da etkisiyle giderek soğurken, son uğrak yerimize Ayvalık'a( Kydonia) yöneliyoruz.
Güneş ufka yakın ve harika bir gün daha bitmek üzere. Cunda Adası yerine ilçenin ormanla kaplı dağın yamacına yaslanmış arka sokaklarını tercih ediyoruz.


ARKA SOKAKLARDA


Ayvalık'ın ilk kuruluşu 1400'lü yıllara tarihleniyor. 1879 yılından itibaren çoğunlukla Rum halkın yaşadığı bir özerk bölge olan ilçe 1821'deki Yunan ayaklanmasının ardından boşaltıldı ve Karesi Sancağı'na bağlandı. Rum halkın geri dönmesine izin verildi ama Ayvalık eski canlılığına bir daha kavuşamadı. 1891 tarihli kayıtlara göre Ayvalık'ta 21.486 Rum ve 180 Türk yaşıyordu. 1914 yılındaki Fransız kayıtlarına göre ise Ayvalık birçok ülkenin konsolosluklarının, akademinin, ve iki hastanenin bulunduğu bir yerdi. Lozan anlaşması gereği yapılan mübadelenin ardından buraya Girit, Makedonya ve Midilli'den gelen Türkler yerleştiler. Ayvalık 1928 yılında ilçe oldu.
Geçmişten günümüze tarihin bütün izlerini taşıyan ilçenin arka sokaklarında saatlerce dolaştık. Çoğu sarımsak taşından yapılmış ve yıllar önce Rum halkın yaşadığı, her biri diğerinden farklı özelliklere sahip cumbalı evlerin, dükkanların, depoların, daracık sokakların gezilip görülmesi için birkaç saat yetmezdi elbette. Hava iyice kararınca yeniden gelmek üzere o sokakları sessizlikleriyle ve canayakın bekçi köpekleriyle başbaşa bıraktık.
Ot mezeleri, girit kökenli lezzetli zeytinyağı yemekleri, deniz ürünleriyle Akdeniz mutfağının yaşatıldığı ender yerlerden biri olan Ayvalık'ta o lezzetli yemeklerin tadına bakmalıydık ama birer Ayvalık tostu ile yetindik.