Son zamanlarda pandemi sürecinin etkileri ve süre gelen yanlış politika ve uygulamalarla ülke tarımındaki sorunlar ve çiftçimizin içine düştüğü zor koşullar daha da su yüzüne çıkmakta ve her geçen gün daha da kötüye gittiğini görmekteyiz.

Çiftçilerimizin içine düştüğü çıkmazları daha iyi anlayabilmemiz için ülkede uzun yıllardır kronikleşen tarım sorunlarını iyi değerlendirmemiz gerekiyor. Türkiye’de ve dünyada çok boyutlu toplumsal değişim ve dönüşüme bağlı olarak tarımla ilgili sorunlar da her geçen gün değişim göstermekte ve katbekat artmaktadır. Ülkemiz tarımı için temel değişim ve dönüşüm miadı olarak konvansiyonel tarımın esas alındığı ve liberal politikaların uygulanmaya başladığı 1950’li yılları esas alabiliriz. Bu tarihlerden önce Türkiye’de tarım birer köy faaliyeti olarak lokal ihtiyaçları karşılayacak şekilde yürütülüyorken dünyada artan talep ve tarımda endüstrileşme ve kapitalist yapılaşma sonucu ülke tarımımız da büyük tarım şirketlerinin söz sahibi olduğu bir üretim faaliyeti haline gelmiştir. Bu hızlı değişim ve dönüşümler sonrasında görüyoruz ki çiftçimizin sorunları her geçen gün artmakta var olan gelişim ve avantajların ise Kapitalist şirketler yönüne kaydığını görmekteyiz.

Açıklanan istatiksel verilere göre 2020 yılında Türkiye’de tarımsal büyümenin yüzde 4.8 oranında arttığını görmekteyiz fakat çiftçi kayıt sistemine göre 2020 yılında 40 bine yakın çiftçimizin tarımsal faaliyetlerine son verdiğini biliyoruz. Peki tek geçim kaynakları tarım olan çiftçimiz neden tarımı bırakıyor? Bu sorunun cevabını bulabilmemiz için sektördeki temel sorunları ve uygulanan politikalarındaki yanlışları iyi görmemiz gerekiyor.

GİRDİ MAALİYETLER

Dünyada her geçen gün artan talebin karşılanabilmesi için kısa vadede konvansiyonel tarımdan kopabilmenin gerçekçi olmadığı ortadadır. Bugünkü verime dayalı tarım faaliyetleri yüksek girdi maliyetlerini de beraberinde getirmektedir. Ülkemizde zirai ürünlerin üretimi için kullanılan gübre, tohum, ilaç, tarım aletlerinin temininde uluslararası tarım şirketleri rol almaktadır. Büyük oranda dışa bağımlı olduğumuz bu sektörde artan döviz kurlarıyla birlikte zaten yüksek olan maliyetler her geçen gün daha da artmaktadır. Buna rağmen enflasyonla mücadele için maliyetleri düşürücü önlemler alınması gerekirken üretici fiyatlarına kota koyulduğunu görmekteyiz. Fiyatın spekülasyonlarla belirlendiği piyasa takibinde idarenin yetersiz olduğu bir pazarda çiftçinin, ayakta kalabilmesinin her geçen gün daha da güçleştiğini görüyoruz.

TARIM UYGULAMALARI

Küresel ısınma ile birlikte tarım faaliyetleri her geçen gün daha da zorlaşmakta ve kuraklığın etkisiyle çiftçilerimiz daha da zarar görmektedir. Artan bu sorunların etkilerinin azaltılması için yapılması gereken ilk şey ihtiyaç duyulan doğal kaynakların bilinçli ve planlı bir şekilde kullanılmasıdır. Hepimizin bildiği gibi tarım için ihtiyaç duyulan ilk kaynak sudur Bugün modern tarım yöntemleriyle ve basit önlemlerle önüne geçilebileceği halde yanlış sulama sonucu birçok tarım arazisi kuraklık ve erozyonla yüz yüze kalmıştır. Bilindiği gibi ülkemizde suyun yaklaşık yüzde 70’i tarımsal amaçla tüketilmektedir. Bu nedenle artan su ihtiyacının karşılanabilmesi su yönetiminin önemini her geçen gün artırmaktadır. Çiftçilerin su tasarrufu sağlayan modern sulama yöntemlerini uygulamalarını teşvik etmek ve çiftçi eğitimleriyle bunun yaygınlaştırılmasını sağlamak gibi çalışmaları kapsayan politikalara daha fazla önem verilmelidir.

Türkiye’de son yirmi yılda Tarımsal Araştırma Kuruluşları'nın çoğu verimli olmadığı gerekçesi kapatıldı, ya da faaliyetleri kısıtlandı. Meksika da sadece avokado ile ilgili araştırmalar yürüten yüzlerce araştırma enstitüsü bulunduğunu biliyoruz. Bizim de ülke olarak mevcut araştırma kuruluşlarını mutlak surette modernize etmemiz gerekmekte ayrıca bu kuruluşların çiftçi ile iş birliği yapmalarının yolları bulunmalıdır. Bu kuruluşlar tarımda ihtiyaç duyulan temel girdilerin üretimi konusunda faaliyet yürütmeye teşvik edilmelidir.

ÇİFTÇİNİN ÖRGÜTLENMESİ

Ülkemizde çiftçilerimizin geçmişten gelen bir örgütlenme sorunu bulunmaktadır. Bundan dolayı tarımsal ürün piyasasında çiftçi söz sahibi olamamakta emeklerini büyük sermayedarlara adeta hibe etmektedirler. Ürünlerin tüketiciye ulaşmasına kadar geçen süreçte pek çok aktör yer almaktadır. Çiftçinin ürettiğinden kazanç elde eden, üretilenin tüketiciye ulaştığı ana kadar geçen süreçte rol alan aktör’lerin görevini gerektiği gibi yapmaması, çiftçiyi etkilemekte ve onun kar/zarar hanesine zarar olarak yazılmaktadır. Bu konuda gerekli desteği vermesi gereken Ziraat Odaları çiftçinin sözcüsü olmaktan uzak kalmıştır. Bu nedenle, çiftçiye teknik bilgi sağlayacak, üretim ve pazarlama konusunda işbirliği imkanlarını geliştirecek, sosyal politikalar oluşturacak, yeni bir kooperatif tarzı örgütlenme modeli geliştirilmeli bu örgütlerin faaliyetleri teşvik edilmelidir.

Tarımsal üretimde üretilen ürünler kısa bir sürede ve sağlıklı koşullarda tüketiciyle buluşması gerekmektedir. “Çiftlikten sofraya” tabiriyle süregelen tarım faaliyetleri üretim, hizmet, pazarlama gibi birçok sektörü içinde barındıran kapsamlı bir piyasa sisteminden oluşturmaktadır. Bu sistemin basamaklarındaki herhangi bir sorun direk olarak üreticiye yansımaktadır. Bu nedenden dolayı çiftçi serbest piyasa ekonomisinin acımasız dişlileri arasına atılmamalı, rekabet daha akılcı yöntemlerle sürdürülmeli, gerekirse taban fiyat uygulamasına benzeri bir sisteme yeniden dönülmelidir.

Yukarda bahsettiğimiz temel başlıklar bu sektördeki başlıca sorunlar olmakla birlikte daha çözülmesi gereken ve masa başı çözümlerle yürütülemeyecek birçok sorunu da içinde barındırmaktadır Bu sorunları çözmek için çiftçiyi gören, hakkaniyetli bir yönetim anlayışı geliştirmeli, çiftçilerimiz vahşi Neoliberal politikalara esir edilmemelidir. Çevreye ve halk sağlığına zarar vermeyen ekolojik tarım politikaları geliştirmeli ileriye dönük sağlam adımlar atılmalıdır.