Sevda KETENCİ (Eğitim İş İzmir 3 Nolu Şube Başkanı)

Tüm dünyayı etkileyen salgınla, ülkemizde 16 Mart 2020 sürecinde eğitim uzaktan devam etmiş, yüz yüze eğitimi neredeyse yaşayamayan 18 milyon 240 bin öğrencimiz 18 Haziran'da karnelerini almıştır. Ancak MEB'in, yine bir son dakika değişikliği ile normalde 1 Temmuz'a kadar olan seminer dönemini kaldırarak yerine telafi eğitimi kararı alınması da gerçeklikten uzak bir süreç olarak karşımızdadır.

Seminer dönemlerinde okullarımızda dönem sonu işlemleri, zümre toplantıları ve sene sonu kurul toplantıları yapılır ve öğretmenler bu dönemde seminer ücreti adı altında ücretlendirilir. Fakat telafi eğitimi kararı ile öğretmenler sadece ders programlarına göre ücret alacaklarından bu konuda ciddi ek ders kayıpları oluşacağını ve mağduriyet yaşanılacağını söyleyebiliriz.

Yine bu süreçte yüz yüze eğitimin gönüllü olması nedeniyle LGS sınavından sonra 8. sınıf öğrencilerinin ve karne verildiği için diğer sınıflar bazında da öğrencilerin derslere katılmadığı; bu nedenle de bazı okul yöneticilerinin öğretmenlerin ek derslerini ödemediği görülmüştür. Bu çifte standart uygulamalar öğretmenlerin MEB'e olan güvenini derinden sarsmıştır.

Pandemi sürecindeki tüm fedakarlıklarına ve imkansızlıklarına rağmen öğrenci olmasa da hazırlık, planlama ve derste bulunma faaliyetlerini yerine getiren öğretmenlerin, bu tür durumlarda ek ders mağduriyetine engel olunmalıdır. Öğrenciyi müşteri olarak görme uygulamaları devam ettikçe eğitimde yol kat etmek mümkün olmayacaktır.

MEB değişik gerekçeler sunarak açıklama yapmaya çalışırken aslında mevzuatta yapılacak küçük bir değişiklikle çözülecek sorunun büyümesine ön ayak olmaktadır.

Kovid-19 salgını ile beraber olağanüstü bir dönem yaşadığımızı kabul ediyoruz. Ancak böylesi bir dönemin olağan çözümlerle sürdürülmeye çalışılması kabul edilemez.

Eğitim İş Sendikası olarak konuyu yargıya taşıyarak sürecin takipçisi olmaya ve öğretmenlerin hak kaybı yaşamaması için mücadelemize devam edeceğiz.

Milli Eğitim Bakanlığı pandeminin başından itibaren müfredatta, mevzuatta ve her türlü talimatında pandemi şartlarına uygun bir düzenleme/değişiklik yapmamışken normal süreçteki kazanımları; uzaktan eğitim ile azaltılan ders saatleriyle ve azaltılan yüz yüze eğitim günleriyle vermeye çalışmış ve tüm çocuklarımızı bunlardan sorumlu tutmuştur. Sınıf geçme sürecinde dahi akla, bilime ve ülke gerçeklerine uymayacak uygulamalara gitmiştir.

2020 yılının mart ayından sonra öğrencilere ulaşmanın yollarını arayan MEB; EBA-TV uygulaması ile tüm eğitim sorununa bir çözüm bulmuş gibi görünse de sistemin yeterli olmaması, devamlı çökmesi ayrıca birden fazla öğrencinin olduğu bir evde kimin EBA-TV’den faydalandığının bilinmediği bir duruma dönüşmüştür. ''Dünya yıldızı'' diye tanımlanan EBA-TV aslında 3.5 milyon öğrencinin faydalanamadığı bir sistem olarak pandemi dönemindeki yerini almıştır.

Eğitim İş olarak dönemin başından beri öğrenci ve öğretmenlere tablet, bilgisayar ve internet desteği sağlanması konusundaki ısrarımız ne yazık ki kabul görmemiş ve bu durum uzaktan eğitimden faydalanamayan öğrenciler adına fırsat eşitsizliğine neden olmuştur.

Söz konusu fırsat eşitsizliği en çok LGS'de görülmüştür. Konu daraltması yapılmadığı gibi; sanki normal bir eğitim dönemi yürütülmüş gibi aşırı zor sorularla öğrenci de mağdur edilmiştir.

Eğitimde imkan ve fırsat eşitliği sağlaması gereken MEB; uzaktan eğitimden faydalanamayan öğrencilere not verme sorumluluğunu da öğretmene yüklemiştir. Öğrencinin uzaktan eğitime katılamamasının sorumlusu MEB'in kendisi olduğu halde; öğretmenlerimiz kendi özverileri ile mesai kavramı dahi düşünmeden hafta sonu ya da gece saatlerinde ders yapmış, sorulara cevap vermiş, öğrencilerimize ulaşmaya çalışmıştır.

Özetle bu eğitim dönemi insan hayatını yok sayan ve yarının bireylerini umursamayan bir bakış açısının kurbanı olmuştur.

İzmir de yaşanan 30 Ekim depremi sonrasında 21 okul binasının hasar gördüğü açıklanmış ancak bu sayı iki katına çıkmıştır. Okulların yıkım kararı ile pek çok okulumuz başka okullara taşınarak ikili eğitime geçirilmiştir. Uzaktan eğitim ya da telafi sürecinde fark edilmese de yüz yüze eğitim başladığında bu kadar öğrencinin aynı binada nasıl eğitim göreceği pandemi koşullarında nasıl bir program yürüteceği sorunu da karşımıza çıkacaktır.

Ülkemizin yaz dönemindeki eğitim öğretim sürecinin hava sıcaklıkları, tarıma giden aileler, turizm sezonu gibi gerçeklerle tüm öğrencilere erişimle mümkün olmayacağı ortadayken bakanlığın eğitim gibi bir konuyu yine keyfiyete bırakması doğru bir yaklaşım değildir. MEB, bir an önce sözde telafi programını, öğretmenlerin mesleki çalışma süreçlerini ve 2021-2022 eğitim öğretim yılı çalışma takvimini açıklaması gerekmektedir. Eğitim-İş olarak konuyla ilgili yaptığımız yazılı başvurunun da bir an önce yanıtlanmasını bekliyoruz.

Tüm bu sorunlarla ve çözümsüzlükle bir dönemi daha geride bırakırken; Eylül ayında başlayacak yeni dönemde;

- Tüm eğitim çalışanları zamanında aşılanmış olmalı,

- Ücretli öğretmen değil, kadrolu öğretmen atamaları yapılmalı,

- Eğitimde fırsat eşitliği sağlanmalı,

- Sınav sistemi pandemi sürecine göre tekrar planlanmalı,

- Öğrencilerin kayıpları doğru planlanmış bir yüz yüze eğitim ile giderilmeli,

- Bütçe kaynakları özelleştirmeye değil, hijyen koşulları oluşturularak, yeni okul binaları ve fiziksel planlamalara harcanmalı ve sınıf mevcutları azaltılmalıdır.

Eğitim-öğretimin tüm paydaşları, son dakika ve sürpriz niteliğindeki kararlardan artık çok yorulmuştur. Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk’un göreve geldiği süreçte ifade ettiği “Eğitimde sürpriz olmayacak” sözü maalesef bizzat kendi söz ve uygulamaları ile yok sayılmıştır.

Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ''Bir millet savaş meydanlarında ne kadar parlak zaferler elde ederse etsin o zaferlerin kalıcı sonuçlar vermesi ancak irfan ordusuyla mümkündür'' sözünden hareketle bilimi rehber edinmiş Cumhuriyet öğretmenleri olarak yavrularımızın güzel geleceği için; laik, demokratik, çağdaş, bilimsel ve herkes için eşit eğitimin mücadelesini vermeye devam edeceğiz.