HIFZI TOPUZ

Türkiye Büyük Millet Meclis’in 9 Mayıs 1926’da yapılan toplantısında İstanbul Mebusu Refet Paşa söz alır. Meclis gizli tutanaklarında yer alan konuşmasında bakın Refet Paşa, İzmir’in işgalini nasıl anlatıyor...

“Günün birinde, gecenin birinde hiçbir kimse bir şey beklemezken herkes evinde rahat rahat uyurken ve hatta dinsiz ve dini imanı kuvvetli olmayan insanların eliyle zavallı Müslümanlar evlerinde daha iyi ve daha fazla uyumak hayalindeyken hain ve yırtıcı bir kuvvet öbür taraftan karanlık denizlerin içinden çıkıyor ve İzmir Rıhtımı’na atılıyor.

Düşman elleriyle birleşen bizim imanı hafif insanların elleri Rıhtım üzerindeki elektrikleri söndürüyor. Ve tekmil memleket karanlıklara boğuluyor. İşten haberdar birkaç zavallı Müslüman minarelere çıkarak halkı uyandırmak ve onların başına gelen felaketi anlatmak için Allahtan yardım istiyor. Tekbir sesleri yükseliyor.

Zavallı insanlar neye uğradıklarını anlıyorlar ve herkes evinden çıkıyor. Silahını kapan bir tarafa koşuyor. Çocuklarını kapan analar, babalar hep bir tarafa koşuyor. Herkes fırlıyor ve tekmil bu kargaşalıklara yalnız bir ümit sesi geliyor. O zaman minarelerden aşağı doğru inen tekbir sesleri. Ve o tehlikeli anda Allahuekber sedaları halkı uyandırıyor.

Fakat neye yarar ki halk daha evvel uyutulmuş ve ellerindeki silahlar alınmış, yalnız kalmışlar.

O zaman evler basılıyor, kapılar kırılıyor, tüfekler patlıyor. Zavallı Müslümanlar her taraftan gelen çılgınca hücumlara karşı bir müdafaa göstermeye çalışırken ırzlarına geçiliyor. Yavrular parçalanıyor, analar yerlerde sürünüyor. Ve bu bedbahtlık içinde ancak kurtulup da kalanlar yalnız gözyaşı dökebilecek bir halde kalıyor.

Bu dehşet şehrin her tarafına yayılıyor. Evvela sahipsiz kalan insanlar korkuyorlar. Fakat zulüm durmuyor, zulüm uyumuyor. Nihayet bunları da kasıp kavuruyor. O vakit tekmil Müslümanların kalbinden yine Allahuekber sesleri yükseliyor.

O zaman tekmil Müslümanlar direniyor ve ortaya atılıyorlar. Bunların başında hiçbir suni el yok. Doğrudan doğruya kendisini kurtarmak isteyen, vatan ve dini kurtarmak isteyen, tarihi kurtarmak isteyen, birkaç saf köylü eliyle bir hayal, Türklüğün hayali meydana geliyor.

İzmir’e gittiğim zaman dinledim. Kadir gecelerinde güzel güzel mevlitler dinlediğimiz mescitler hiçbir zaman hayvan ahırı olmasın. Zararı yok, biz ölelim. Padişah esir olmasın. Bu azim ve imanlar ortaya atılan birkaç kişi orada hafif bir cephe teşkil ediyor.

Ben İzmir’e gittiğim zaman bu kuvvetin orada tamamıyla birleşmiş olduğunu gördüm. Herkes vatanını kurtarmak istiyordu. Memleketin bir köşesinde sahipsiz ve kimsesiz kalmıştılar. Batının karanlık kalbinden bir merhamet ümidi yok. Her şeyden umutlarını kestikleri halde bu zavallılar yalnız Allahtan umut bekliyorlar. Efendiler son sözümü bitirmezden evvel, o cephe için çalışan bu toprağın evlatlarını hürmetle anmayı bir vazife sayıyorum. Cenab-ı Hak o gazileri daima muvaffak etsin. Süngülerini keskin etsin. Şunu iftiharla söylerim ki memleketin birliği bugünkü azmi ve kuvveti ilk oradan çıktı.”

TRİKUPİS'İN ANLATTIKLARI

1952 Martı'nda vali ve belediye başkanı Ord. Prof. Dr. Fahrettin Kerim Gökay başkanlığında gazetecilerin de katıldığı bir dostluk heyetiyle birlikte Atina'ya gitmiştik. Atina Büyükelçimiz Ruşen Eşref Ünaydın elçilikte bir kokteyl düzenledi. Kimler yoktu ki o kokteylde; bütün ünlü parti liderleri, bakanlar, gazeteciler. Bir ara yaşlı bir kişiyle tanıştık.

“General Trikupis!”

Hemen kendisiden bir randevu aldı. Ertesi gün de kalkıp emekli başkomutanın evine gittim. Beni büyük bir nezaketle odasına kabul ettikten ve bir müddet sohbet ettikten sonra röportajımı yaptım.

İlk sorum, “Generalim, nasıl oldu da Ankara'hıh kapılarına kadar geldikten sonra savaşı kaybettiniz?”

Gelin gerisini özetle birlikte okuyalım...**

“...Şimdi artık konuşmaktan çekinmiyorum. Yunanistan olarak bizim Anadolu savaşında hiçbir menfaatimiz yoktu. Biz yabancı devletlere alet olduk. Sizden de bizden de bunca insan öldü. Bu kadar şehit verdik. Sonunda ne oldu? İşte bugün kardeşiz. Hata idi Anadolu harekâtı. Hem de muazzam bir hata...

... Ben Anadolu'da sizinle dört defa çarpıştım. Birincisine biz 'Avgin Muharebesi' diyoruz, siz de 'İnönü Savaşı.' İnönü'de bizim üç tümenimiz bulunuyordu. Ben üçüncü tümen komutanıydım. Hepimiz kahramanca çarpıştık. Geri çekildik ve burada ilk olarak İnönü'nün askerlik yeteneğini anlamış olduk.

... İnönü ile ikinci karşılaşmam Eskişehir-Kütahya hattında oldu. Bu muharebe bizim başarımızla sonuçlandı.

... Türk ordusuyla üç defa Sakarya'da karşılaştık. 1921 Ağustos ortalarında yapılan bu savaşlarda biz geri çekildik. Ben ikinci kolorduya komuta ediyordum. Afyon cephesini tutarak Yunan ordusunun çöküşüne mani oldum.

... Sonra 26 Ağustos 1922 sabahı Türklerin beklenmedik taarruzu ile karşılaştık. Bu bizim için büyük bir darbe oldu. Bütün korkumuz ordumuzun İzmir'le bağlantısının kesilmesiydi. Takviye istedim, gelmedi. Birliklerimiz perişan olmuştu. Askerimiz yorgundu, savaşmak istemiyordu.

...Her yanımız çevrilmişti. Kurtuluş umudu kalmamıştı. Yaverim yanıma gelip ‘Generalim kılıçlarımızı yok edelim' dedi. Kılıcımı kendisine verdim. Aldı ve kırıp parçaladı.

Atım vurulmuştu. Başka bir ata binip kaçmayı denedim ama olmadı. Yakalandım. Üzerimde bir revolver vardı, bunu aldılar. Bindiğim atın eğerine bağlı bir kılıç sarkıyordu. Bunu da benim sanıp aldılar.

Beni önce Garp Cephesi Komutanı İsmet Paşa'ya götürdüler. Kendisiyle fazla bir şey konuşmadık. İnönü beni yanına alarak Başkomutanlığa götürdü ve Atatürk'e tanıttı…

Atatürk beni mert bir askere yakışır bir biçimde kabul etti.

Yunan orduları başkomutanlığına atandığımı da orada kendisinden öğrendim. Üzüntü ve heyecan içindeydim.

Atatürk'ün bana söylediği sözleri hiç unutmayacağım.

Üzülmeyin generalim, siz görevinizi sonuna kadar yaptınız. Askerlikte yenmek de vardır yenilmek de. Napolyon da savaş kaybedip tutsak olmuştu. Size karşı büyük saygı besliyoruz. Burada kendinizi tutsak durumda saymayınız. Konuğumuzsunuz. Yakında her şey düzelecektir. Buyurun istirahat edin.'

Atatürk'ün bu ince ve nazik davranışı karşısında rahatladım. Moralim düzeldi. Bu büyük komutana karşı içimde birr hayranlık duymaya başladım.

Bizi Kayseri'nin Talas bölgesinde kurulan bir esir kampına gönderdiler. Başka yüksek rütbeli subaylar dışında yanımda dört general daha vardı. Bizim için savaş artık bitmişti. Ordumuzun geri kalanı birkaç gün içerisinde Anadolu'yu terk etti.

Bir yıla yakın Kayseri kampında yaşadık. Sürekli gözaltında bulunuyorduk. Nihayet Türkiye ile Yunanistan arasında esir değişim anlaşması imzalandı, biz de memleketimize döndük. İşte Anadolu seferimizin hazin hikâyesi…”

Fakat bu hikaye henüz bitmemişti. Yunanistan halkı kendisini bu maceraya sürükleyen insanlardan hesap soracaktı. Anadolu harbine sebep olanlar kurşuna dizildiler. Orduda tasfiye yapıldı. Ancak General Trikupis kendi isteğine rağmen yargılanmadı ve tüm soruşturmalardan aklandı. 1928 yılında emekliye ayrıldı. Bu röportaj, 1952 yılının Nisan ayında Akşam Gazetesi'nde yayınlandı. Trikupis bu konuşmadan 7 yıl sonra 1959 yılında 91 yaşında hayata veda etti.

** Röportajın tamamını Hıfzı Topuz'un 2010 yılında Remzi Kitabevi'nden çıkan “Bana Atatürk'ü Anlattılar” kitabından okuyabilirsiniz.

Kurtuluş Savaşı sırasında Türk askerlerine esir düşen Yunan generaller Kayseri/Talas’taki esir kampında.
(Oturanlar, soldan sağa) General Dirias, General Trikopis, Esir Yerlerinden Sorumlu Garnizon Komutanı Kurmay Albay Adnan Bey, General Diyonis, Kamp Güvenlik Komutanı Yüzbaşı Emin Bey.