Pınar TÜRENÇ (Basın Konseyi Başkanı)

Günlerden 9 Eylül 1922'ydi.

Nif'li (Kemalpaşalı) kadınlar, büyük özlem ve bağlılıkla ve de derin sevgi ve saygıyla Paşalarını karşılamanın heyecanı içindeydiler.

Nicedir bu dakikaların özleminde yanıyorlardı.

O anları, Halide Edip Adıvar şöyle anlatIyordu:

“Gölgeler gibi çekingendiler. O'nu, o dar girişte görünce yere doğru eğildiler. Sarılıp dizlerinden öptüler. Başörtülerinin uçlarıyla çizmelerinin tozlarını sildiler. Bir ikisi tozları gözlerine sürdü. Kadınların gözlerinden onun çizmelerine gözyaşları damlıyordu. Sonra geçip önlerinde el bağladılar.Ona yaşlı gözlerle uzun uzun baktılar.”

Büyük acıların ardından güneş gibi doğan bir günün en anlamlı saatleriydi belki de.

Darmadağın edilen Yunan ordusunun bu topraklardan yok edilmesinin ardından, İzmir'i tepeden gören Belkahve'ye gelmişti Mustafa Kemal. Kente o noktadan uzun uzun baktıktan sonra, Nif'e, Kemalpaşa'ya geçmişti.

Tek katlı evdeki tüm hazırlıkları, İzmirli köylü kadınlar titizlikle yapmışlar, kurtarıcılarına tüm hazırlıkları tamamlama yarışındaydılar adeta.

Ve karşılarında O'nu gördüklerinde, gölgeler gibi çekingendiler. Başörtülerinin ucundan sevinç gözyaşlarını akıtmışlardı.

9 Eylül, kurtuluşlarının günüydü çünkü. Milli mücadelenin sona ermesinin,Türk milletinin bağımsızlığını elde etmesinin en büyük günüydü.

İzmir, bir başka kentti.

İzmir'in işgali de, Anadolu'daki direniş ateşinin büyümesine neden olmuştu. Buradaki örgütlenmeler, protesto gösterileri Anadolu'ya yayımış, direnişi körüklemişti. Savaşın başlatıldığı, ateşin sürekli yakıldığı ve işgalin sona erdirildiği kutsal kenti, örnek şehirdi.

Şükran doluydu İzmirliler Atalarına, yiğitlerine. Zeybekleri diz çökerken, düşmanına diz çökerten, gavura geçit vermeyen kentti.

İzmir'in kurtuluş hareketinde temel sembollerden olduğu açıktı.

Dumlupınar, Sakarya Meydan Muharebeleri, milli kurtuluşun mücadele ateşiydi.

26 Ağustos'ta başlayan büyük taarruz harekatı sonucu Türk ordusunun, Yunan işgali altındaki İzmir'e girmesi ve Başkomutan Mustafa Kemal Paşa'nın kentin tepesinde konuşlandığı Belkahve'den İzmir'in kurtuluşuna komuta etmesi, bir destandır.

9 Eylül sabahı 1. ve 2. Süvari Birlikleri'nin kente girip, büyük mücadeleler sonucu Konak'a ulaşmaları, Hükumet Konağı balkonuna, Sarıkışla'ya ve de Kadifekale'ye Türk bayraklarının dikilmesi, işgalden kurtuluşun simgeleridir.

Belkahve'den bu gelişmeleri izlerken, rüyada gibiydi Mustafa Kemal Paşa.

İşte o gün İzmir'in dağlarında çiçekler açmıştı.

O çiçekleri de hiç soldurmadılar.

10 Eylül 1922'de, Belkahve'den İzmir'e bakarken, “Bir rüya görmüş gibiyim...” demişti muzaffer ordunun Başkomutanı.

Ezilen Dünya ulusları Türk zaferini, kendi kurtuluşlarının habercisi saymışlar, kutlamalar yağdırmaya başlamışlardı.

Bu zafer, tüm dünyaya örnek olabilecek ve bir daha böylesinin yaşanmadığı bir kazanımdı.

Uzun savaşların, yoksullukların, acıların, hastalıkların içinde geçen 14 yıllık cephelerde geçen yılmaz mücadelenin sonunda görülen görkemli bir rüyaydı bu.

İşte o an, “Dinlenmek yok, yapılacak daha çok iş var” diyordu İzmir'den...

Övgülerin cazibesine kapılmadan, devrimlerin yolunda ilerleme vaktinin tam da zamanı olduğunu, Belkahve'den İzmir'e bakarak mırıldanıyordu.

Yeni bir çağa geçişin adımlarının da İzmir'de, bu halkla birlikte atılacağına inanıyordu. Başarmak zorundaydı.

1925 yılındaki o söylevinde, yine İzmir'e seslenmişti:

“Bütün cihan işitsin ki, Efendiler, artık İzmir hiçbir kirli ayağın üzerine basamayacağı kutsal bir topraktır.”

Oysa, kanlı çatışmalardan, meydan muharebelerinden gelip, büyük açıları göğüsleyerek 1 Eylül'e kadar ulaşılmıştı..

1922'de ise Milli Kurtuluş için and içilmişti..

1 Eylül 1922 de, o büyük emri vermişti bir kez:

“Ordular, ilk hedefiniz Akdenizdir, ileri.”

Tarihe geçecek destan yazılmaya başlanmıştı bir defa. Geriye dönüş olamazdı.

Hayatında İzmir'in yeri de bir başkaydı.

15 Mayıs 1919'da, yani 9 Eylül kurtuluşundan 3 yıl önce, Yunan ordusu güzel İzmir'i işgal etmişti. Anadolu çeşitli ülkelerin işgali altındaydı. O gün, Hasan Tahsin, Kordonboyu'nda Yunan'a ilk kurşunu sıkmıştı.

Kurtuluş Mücadelesinin ilk kıvılcım ateşiydi o.

Ardından 19 Mayıs 1919 da Samsun'a çıkış.

26 Ağustos günü Büyük Taarruz'un başlatılmasıyla, darmadağın olan düşman birlikleri kaçacakları delik bulmaya çalışırlarken, Afyon ovasından bir kısrak başı gibi uzanıp mucizeler yaratan bir başkomutanla dünyaya ders olan zaferin ilanı...

Afyon ovasından Belkahveki incir ağacının gölgesine uzanan o müthiş mücadelenin destanıdır bugün yaşanan.

Şevket Süreyya'nın tanımıyla, “Cihanda yaşanan büyük bir yıkımı anlatan baş komutanın savaş alanında yaptığı barış söylevi, savaş edebiyatının bir şaheseridir”;

“Ve beklediğimiz kurtuluş güneşinin doğabilmesi için bu yıkım gerekliydi. Semanın karardığı bir anda, Türk süngüleri, düşman dolu sırtlara hücüm ettiler. Karşımda artık bir ordu, bir güç kalmamıştı. Tümüyle mahvolmuş, perişan bir kılıç artığı kitle bulunuyordu. Acınası bir yığın halinde kaçmak için yer arıyordu...

...Savaşlar, hele meydan savaşları, yalnızca iki ordunun karşı karşıya gelip çarpışmaları değildir, ulusların çarpışmasıdır. Savaş alanında çarpışan ulusların, gerçek güçleri ve değerleri ölçülecek demektir. Sonuç yalnız gözle görünür güçlerin değil, bütün güçlerin, özellikle ahlaktan ve kültürden gelen güçlerin üstünlüğünü ortaya koyacaktır. Tarih, başlarındaki taht sahipleri ya da hırslarını yenemeyen politikacılar elinde, birtakım boş ve yersiz isteklere oyuncak olmuş istila orduların, istilacı ulusların uğradığı, buradaki gibi korkunç sonuçlarla doludur.”

Mustafa Kemal, Dumlupınar Söylevi'nde, 30 Ağustos'un dünya tarihine yön veren bir savaş olduğunu böyle açıklar.

Onun dediği gibi, “Türk milleti, kazandığı bu zaferlerle, azimle, iradeyle bu gerçeği tarihin sinesine çelik kalemle yazmıştır. Bir ulusun ruhu ele geçirilmedikçe, bir ulusun yaşama isteği kırılmadıkça, o ulusa boyunduruk vurulamaz.''

Bu parlak zaferlerin taçlandırıldığı İzmir'in kurtuluşunun simgesi Kadıfekaleye, Hükümet Konak'ına çekilen bayrakları Belkahve'den izleyen baş komutanın o rüyasını tamamladığı an, dünya döndükçe unutulamaz...

Ankara'ya Rauf Orbay'a çektiği o telgraf da dediği gibi;

''İzmir'imize zaferle girdik.''

Ve bu zaferi, bir gün sonra Hükümet konağının balkonunda yaptığı konuşmasında halka şöyle mal etmiştir: “Bu başarı, Milletindir.”

İzmir sokaklarını dolaşırken, köyleri gezerken, halkın onu tanıdığındaki seslenişi hiç unutulabilir mi:

“Koşun, koşun... Kemalimiz geldi.”

O Kemal, İzmir'imize, Anadolumuza bir kere geldi, HOŞ GELDİ.

İzmir Kemalpaşalı kadınlarının özgürlük savaşçılarına, bağımsızlıklarını kazandıran önderlerinin önünde ayaklarına kapanmalarının nedeniydi tüm bu destan.

O analar sevinç gözyaşlarını dökmesinler de kimler döksün.

İmbatı estikçe denizi kız, kızı deniz kokan, sarı sıcağın alnında bu topraklarda doğan biz Atatürk kızları olarak..

Minnetlerimizi 9 Eylül günü O'na yine, yeniden sunuyoruz. Ruhu şad olsun.