Tam 37 yıl boyunca bir iskeleden diğerine yolcu taşıdı İzmir’in beyaz kuğusu… Martılarla yarıştı, dalgalarla oynaştı. Güverteleri heyecanlı ilk buluşmalara, hüzünlü ayrılıklara mekan oldu.

Hazırlayan / Engin YAVUZ
DOKUZ01
Aradan yıllar geçti ve yorgun Dokuz Eylül Vapuru, Güzelbahçe Limanı’nın bir köşesine atılıverdi… Orada sessizce hazin sonunu bekledi…


Çocuktum… Bazı hafta sonları Konak’tan vapura biner amcamlara Karşıyaka’ya giderdik. Yaz mevsimiyse eğer, vapurun arka güvertesinde demirlere yaslanır, pervanenin karmakarışık edip köpürttüğü denizi seyreder, annemden aldığım bir parça gevrekle vapurun arkasından çığlıklar atarak koşuşturan martıları beslemeye çalışırdım. Eğer yolculuk gece yapılıyorsa benim için daha keyifliydi. Karşıyaka iskelesine yaklaşırken, çarşının köşesindeki binanın çatısında kanat çırpan bankacı leyleğin neon ışıkları denize vurur, sudaki rengarenk yansımaları vapura kadar ulaşırdı.
Ben İzmir’in bu yakasında yaşıyordum ve Karşıyaka’ya gidebileceğimiz en keyifli ulaşım aracı vapurdu.
Üniversitede okuduğum yıllarda Konak’tan ya da Pasaport’tan Karşıyaka’ya kimisinin önünde, kimisinin arkasında güverteleri, iki yanlarında denizle iç içe olabileceğiniz sıraları olan Bergama, Sur, Efes ve Selçuk vapurlarıyla yolculuklar yaptık hep… Gevrek vardı, çay vardı, güverteden dumanını martılara üflediğiniz sigara vardı, yanımda kimse yoksa Cumhuriyet vardı, Politika Gazetesi vardı, mutlaka Nazım Hikmet ya da Attila İlhan’ın bir şiir kitabı vardı… Dalgalarla oynaşa oynaşa yolcu taşıyan vapurların bir iskeleden diğerine kaç dakikada ulaştığı pek umurumuzda değildi o yıllarda… Çünkü vapurlar bizim için ulaşım aracı değil keyif ve gezinti aracıydı…
Sonra Dokuz Eylül geldi. 1976 yılıydı sanırım. Alaybey Tersanesi’nde yapılmıştı. Vapura Dokuz Eylül adı verilmesi anlamlıydı her İzmirli için… İzmir’in kurtuluş günüydü Dokuz Eylül, İzmirliler’in yeniden özgür olduğu gündü.
Gencecikti vapur, ağabeylerine göre çok daha hızlıydı. , hem arka tarafında güverteleri vardı. Tam İzmirliler’e göreydi. Törenle seferlere başladı. Ardından kardeşi Alaybey de ona katıldı. Yılların yorgunu Bergama, Sur, Efes, Selçuk vapurlarının da yolcu taşıdığı körfezde iskeleye Dokuz Eylül’ün yanaşması ve bu vapurla yapılan yolculuk ayrıcalıktı. Dokuz Eylül, 2013 yılında emekliye ayrılıncaya kadar 37 yıl boyunca öğrencileri, memurları, gençleri, yaşlıları bir iskeleden diğerine taşıdı, martılarla yarıştı, dalgalarla oynaştı, heyecanlı ilk buluşmalara, hüzünlü ayrılıklara mekan oldu…

DOKUZ09SONUNU BEKLEDİ

Sonra yıllar geçti ve Dokuz Eylül Vapuru, Güzelbahçe Limanı’nın bir köşesine atılıverdi… Orada yıllarca sonunu bekledi…
Benden Gazete 9 Eylül’ün özel eki için yazı yazmam istenince Dokuz Eylül Vapuru ile ilgili neler bulabilirim diye araştırdım.
İlk gördüğüm İzmirli araştırmacı, şair, yazar Yaşar Aksoy’un Dokuz Eylül Vapuru adını verdiği ve 40 yıllık dönemde yazdığı sekiz şiir kitabının 664 sayfalık bir güldestesiydi.
Kitabın önsözünün bir bölümünde şu cümleler vardı:
“Yine, hayatı boyunca Karşıyaka’dan Pasaport’a, gazeteye işine giderken bildiği Dokuz Eylül Vapuru’na bir vefadır bu kitabın ismi bir bakıma. Çünkü Alaybey Tersanesi’nde kardeşi Alaybey Vapuru ile birlikte imal edilip 1976 yılında denize indirilen ve yaşamı boyunca yalnızca İzmir’e hizmet eden Dokuz Eylül Vapuru son seferini 3 Ocak 2013 günü yapmış ve körfezdeki o güzelim silüeti ne yazık ki kaybolmuştur. İzmir’e özel mimariye sahip, ön ve arka balkonları imbata apaçık olan bu kuğu imgeli gemi, böylece artık bu kitapta yaşayacaktır.
Yaşar Aksoy, tüm gençliğinin geçtiği bu vapurun güvertesinde, salonlarında, alt kamaralarında karalamıştı şiirlerini…”

SUALTI TURİZMİ İÇİN

Ve sonra bir gün gazete ve televizyonların mail adreslerine şu haber ulaştı:“İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Karaburun Belediyesi arasında yapılan protokolle, Karaburun Belediyesi'ne tahsis edilen Dokuz Eylül Vapuru su altı turizmine hizmet etmesi için kardeşi Alaybey ile birlikte Karaburun’da Büyükada ile Küçükada arasında batırılacak.”
Dokuz Eylül Vapuru’na ve kardeşi Alaybey’e geçen yıl Nisan ayında veda edildi.
Dokuz Eylül Vapuru’nun batırılması için Karaburun İskelesi'nde düzenlenen törende ilk olarak ilk kaptanlarından Yahya Şaşmaz konuştu. Şaşmaz, gemiye dair yaşadığı bir çok anısını törenle gelenlerle paylaştı. Şaşmaz, yıllarca kumanda ettiği geminin parçalanmamasının tek tesellisi olduğunu söyledi. Törende konuşan Vali Mustafa Toprak da, şöyle demişti:
"Denizden daha fazla yararlanmamız lazım. Yapay Resif ve Turizm Amaçlı Batık Projesi kapsamında batırılacak vapur, dalış meraklılarının ilgisiyle ilçe turizminin yanı sıra deniz altındaki canlı hayatının gelişmesine katkı sağlayacak. Vapurun batırılmasına üzülenler var ancak bu bir yok oluş değil, hatıraların deniz altında yeniden fışkırmasıdır."
Deniz Ticaret Odası İzmir Şube Başkanı Yusuf Öztürk de, İzmir'in anılarını süsleyen vapurların, artık yolcular değil, deniz canlıları için hizmet vereceğini belirterek, "Karaburun, son yılların en çok rağbet gören yerleri arasında bulunuyor. Turizmde, planlı şekilde kalkınmak zorunda. Dalış turizmi de doğasını koruyup turizm gelirlerini artırmasına yardımcı olacaktır" diye konuştu.

DOKUZ06

TÖRENLE BATIRILDI

Karaburun Kaymakamı Osman Oğuz Ekşi ve Belediye Başkanı Ahmet Çakır'ın da katıldığı törenin ardından Dokuz Eylül Vapuru, Küçükada açıklarında, sirenler eşliğinde batırıldı. Alaybey’e de bir gün sonra aynı yerde veda edildi.
Törenin yapılacağı gün Kent Stratejileri Merkezi’nden Nizamettin Muhtar Karaca şöyle yazmıştı:
“Malumunuz, büyük yangının ardından savaş sonrasının verdiği dehşet manzarası ve biraz da pişmanlığın beslediği çok saygıdeğer bir çabayla şehir bir kez daha kurulurken, kendimizi ve uygarlığımızı ispatlayalım endişesiyle birçok faydalı iş yapıldı. Hiç yoktan var edilen fuar alanı, Kültür Mahallesi bunlardan sadece bir kaçı. Hepsini ortak bir paydada buluşturan ise Dokuz Eylül tarihiydi. Bu yüzden her dönem körfezin iki yakası arasında işleyen vapurların bir tanesinin adının Dokuz Eylül olmasına dikkat edilmiş, bir anlamda şehre ruhunu veren bir simge olarak kabul edilmiştir. Öyle ki, bugünkü uyduruk ve gemiden ziyade iri bir tost makinesine benzeyen ruhsuz katamaranlardan birine verilmiş adını hariç tutarsak, şehir hatlarında her zaman bu önemli tarihin adını taşıyan gemiler olmuştur. Bunlardan ilki 1910 yılında İngiltere’de inşa edilmiş, 1966’ya kadar çalışmıştır. Zaman içerisinde çeşitli tadilatlarla formu Alman menşeli efsanevi Efes ve Sur vapurlarına benzetilmeye çalışılmıştır.
1976 yılında ise Alaybey tersanelerinde iki gemi kızağa konulunca bunların isimlerinden birinin tersanenin adını taşıması, diğerinin ise Dokuz Eylül olması kararlaştırılmıştı. 1966’dan on yıl sonra Dokuz Eylül tekrar sulara geri dönecekti. Mazotla çalışacaklar ve formları Atatürk’ün isimlerini verdiği Efes ve Sur gemilerine benzeyecekti. İki katlı, ön ve arka güvertenin bir bölümü açık ve Türk mühendislerinin imzasını taşıyan bu iki kuğunun yukarıda bahsettiğimiz Alman vapurlarından farkı ise dikdörtgen ve ahşap pencerelerin kareye dönüşmesiydi. İki vapur 2012 yılına kadar İzmir körfezinin iki yakası arasında milyonlarca yolcu taşıdılar. Ekonomik ömürlerinin sona ermesiyle -ki ne derece doğru olduğunu bilemeyiz- önce satışa çıkarıldılar, daha sonra da müşteri çıkmadı bahanesiyle batırıldılar. Memleketimizde sanayi müzeciliğine önem verilmediğinden balıklara yuva olmaları daha uygun görüldü. Çağdaş uygarlığa ulaşmakta bir kez daha sınıfta kalmıştık.

DOKUZ08

HUZURSUZ UYKU

Dokuz Eylül, ikiz kardeşi Alaybey’le derin sular altında huzur içinde sonsuz uykularına daldılar demek isterdim ama maalesef öyle değil. Çünkü huzursuz bir uyku onlarınki. Bin bir özenle yaratılan ve on yıllarca okul çocuklarına kutsal bir mitoloji olarak aktarılan en önemli simgeyi kendi elleriyle deniz dibine gönderen bir şuursuzluğun sebebini düşünmekte ve acıyla çürümekteler. Sanırım onlar sular altında yok olurken biz de kimliğimizi kaybetmenin acısını yaşayacağız.”
Şimdi İzmir Körfezi’nde bir başka Dokuz Eylül, suları yara yara yolcu taşıyor. Hızlı, modern, konforlu, içinde içecek alabileceğiniz makineler, çocuk oyun alanı bile var… Ama artık bu yolculuklarda ne yazık ki deniz yok, dalgalar yok, gevrek yok, martılar yok, imbat yok…