Müsavat DERVİŞOĞLU / İYİ Parti Grup Başkanvekiliİzmir Milletvekili

Şair “Dörtnala gelip Uzak Asya’dan / Akdeniz’e bir kısrak başı gibi uzanan / bu memleket bizim” diyordu ya; Türk tarihini anlatan bir kitap yazacak olsam, Uzak Asya’dan dörtnala kalkmış gelen çekik gözlü, kabaca börklü, sarkık bıyıklı, güneş yanığı atlıların meridyenler değiştikçe gözlerinin açıldığı, kuşamlarının, pusatlarının değiştiği ama istikametlerinin aynı kalıp, son sayfada nihayet Kemal Paşa’nın atlıları olarak İzmir’e girdiklerini tasvir ederdim.

Bir zaman “Şimşek gibi Türk atlarının” toynaklarından çıkan kıvılcımlardan meşaleler yakıp Balkan içlerine, Panonya ovası derinlerine kadar gitmiştik, geri çekildiğimiz de vakidir; ama “şuradan şuraya bir adım daha gitmiyorum!” demeden hemen önce, son defa ılgara kalkıp, Ordos’tan Çin içine yular salan atlıları ruhumuzda son defa diriltip, İzmir’e girmiştik.

Çoklarımız İzmir’e girişimizi hayırla, coşkuyla, gururla anar da, evvelinde güzelim İzmir, bu deniz kızı nasıl bir eziyet çekti, kabuslara gark oldu, unuturuz.

Vaktiyle, Akdeniz’in aslanı Umur Bey’in korsanlarının limanlarına ganimet yığdığı, yedi dağın efelerinin meyhanelerinde yürek yangını serinlettiği bu şehir, Çanakkale Savaşı zamanında büyük bir buhran içindeydi.

Aydınoğlu öleli çok olmuştu, Çaka Bey’in ruhu kederli bir hayalet gibi Karaburun’da melteme fısıldıyordu; düşman donanması fiyakasını Mehmet’in süngüsüyle bozdurmadan biraz evvel, mağrur bir fatih edasıyla İzmir önünden geçiyordu.

İzmir savunmasızdı, İzmir kimsesizdi. Her an işgal edilebilir, asırlardır bereketiyle bir İrem Bağı gibi onu besleyen deniz, bu defa kan ve gözyaşı kokan bir 'Karayel' estirebilirdi.

İhtimaldir ki, birkaç yıl sonra İzmir’in kavaklarına aksungur gibi tüneyip Yunan kafilelerine ölüm kusacak olan Efeler, ilk defa bu matem gününde düşmanın yenilmez armadasını izleyip, o kara bulut İzmir’in üzerine çöreklendiğinde, millete rehberlik edecek ışığı çakmaklanan gözlerinde yakmışlardı.

Nihayet o kara bulut denizin karşısından gelip İzmir’e çöktüğünde, “hüviyeti sahte, kurşunu sahi” bir memleket evladı, İzmir’in namusunun hiç de sahipsiz olmadığını altı defa beyan etti. Altı defa şehadet etti. Altı defa kutsadı İzmir’i. Ki bizde yedi kutsaldır, yedincisini Kemal Paşa’nın atlılarına bıraktı.

Nazım Hikmet’in Kuva-yı Milliye Destanı’nı İzmir rıhtımından Akdeniz’i izleyen bir nefer sahnesiyle bitirmesi boşuna değildir. Antep’te Şahin Bey’in yoldaşları una talaş karıştırıp midelerini bastırır, Maraş’ta Özdemir Bey yarlara koyaklara pusu atar, Develi’de Avşar eşkıyaları gece intikal ederken, Eskişehir’de düşman taşlayan çocuklar tokat yer, Düzce’nin takacıları Karakol’un İngilizlerden çaldığı silahları dev dalgalar üzerinden aşırırken, Erzurum’un yüreği kardan beyaz, bahtı esmer yiğitleri dağları bekler, Kafkasya’dan yeni dönmüş mürettep tümen belki bininci muharebesine girmek için batıya yollanırken; evet, Anadolu bir kıyama kalkıp düşmana kıyameti tattırırken bütün millet biliyordu ki, bu zaferin tacı İstanbul’a değil, İzmir’e girmek olacaktı.

Ahıskalılar “İstanbul kilidi gitti” diyorlardı ya, doğuda İstanbul’un kilidi Kafkasya ise, batıda İzmir’di. Adalar Denizi İzmir’in tarlasıydı, bahçesiydi. İzmir bu denizin efendisiydi.

İzmir can çekişiyordu, İzmir direniyordu; telgraflar İzmir çetelerinden haber yağdırıyor, her şehitte gözler daha bir buğulanıyor, her baskında bütün cephelerde erler cesaretleniyordu.

Denizden bir sel girmiş, dağların arasından Anadolu içlerine sızmıştı. Yaylalardan bir çığ toplanıyor, Erzurum’dan bu yana bu seli boğmak için Afyon önüne yığılıyordu. O çığ nihayet düştüğünde, Zito Venizelos diye bağırmayı reddettiği için 22 yerinden süngülenen Süleyman Fethi’nin suretinde, Helenlere vaktiyle taptıkları korkunç tanrıları hatırlatan bir öfkeyle hepsini önüne katacak, ilk hedefi haykıran bir komutanın şehadet parmağının yöneldiği yeri dümdüz edecekti.

Ak tolgalı bir beylerbeyinin ardına düşüp Tuna’yı geçen bin atlı dirildi.

Doğdukları toprağa nal seslerinden hatıra bırakanlar dirildi.

Çekende misri kılıncı / Keşke düşman yüz olaydı” diyenler dirildi.

Beylere paşalara karşı durup dağlara nişaneler yazanlar, ay yansın güneş tutulsun duası edenler, ecel gömleğini özüne kendi eliyle biçenler dirildi.

İşte, İlteriş’in sancağı kaldırdığı günde yanında toplanan ilk 17 atlı, her biri bir müfreze komutanı oldu, dirildi. Gözlerinde uğul uğul bir cehennem, kılıçlarında yalaz yalaz bir yangın, dudaklarında yalnız İzmir’in zikri, Fahrettin Paşa’nın komutasında İzmir’e girenler, bunlardı.

Mütareke yıllarında Atatürk’le bir Altay maçını izleyen, Altay İngilizleri yenince sevinen Fahrettin Bey’e Atatürk, Altay soyadını verdi. İzmir’den düşmanı söküp atan ruhun, daha o yıllarda tutuşmaya başladığı, bizler Fahrettin Paşa’yı andıkça yadımıza düşsün diye.

Şairin “Andırır Altay’dan kopan bir çığı” dediği Türk atlılarının, Anadolu yaylalarından bir çığ gibi düşman üstüne çöktüğünü hatırlayalım diye.

İzmir’in Türklüğü, İzmir’in bizdenliği ve bizim İzmirliliğimiz, bu anlamlı soyadında yaşasın diye.

İzmir sevdalısı, İzmir’e ve İzmir’de yazdığı şiirlerle, onun İstanbul’dan, Viyana’dan, Paris’ten geri kalmaz bir ilham perisi olduğunu ispatlayan Attila İlhan’ın, “Kemal Paşa’nın atlıları”nı anlattığı bir şiirle bitireyim.

Ben İzmir sokaklarında her gezdiğimde, işte, İlteriş’in 17 atlısını, meridyenler geçtikçe suret değiştirip, biçim değiştirip, istikamet değiştirmeden İzmir’e girerken hayal ediyorum, bu yüzden:

biz buralı türk düşük bıyıklı
yedi toprağa düşük allah diyen
barut yalamışlı tekbir soluklu
üç hilâl dökülür ellerinden
uf içi kalabalık büyük allah

biz buralı türk eski türk

düşük bıyıklı
ölmek bilir
tozlu atları kara köpük
kâfir üstüne vardık ne allah
bir sabah ezanı
tabur tabur
kösük
eskişehir üzerinden
uf içi kalabalık ölmemek bilir
kemal paşa'nın atlıları

afyon

gizli gizli yağmur dokur
bir süvari ıslanır
karanlıkta
ıslıklar sıyrılır izmir'den
kuvayı milliye tutmuş kapıları
gece yarıları
üç telgraf gelir
redd-i ilhak uyanır
maşatlık'ta
uf içi kalabalık büyük allah

bir telgraf gelir

sıvas uzaklarından
bir çift mavi kan damlamış
imzasına
belki mustafa kemal
heyet-i temsiliye namına

saklı mavzerleriyle büsbütün başka türkler

dökülüp tek tek keçi yollarından
silâh çatmış salihli ovasına
kurulu yumrukları
patladı patlayacak
uf içi kalabalık ölmemek bilir
gözlerinin akına kan işlemiş
solukları hızlı avuçları sıcak
kemal paşa'nın atlıları