Tuğrul ŞAHBAZ / Güzelbahçe Kültür, Çevre ve Güzelleştirme Derneği YK Başkanı

Türkiye Cumhuriyeti, emperyalist devletlere karşı Mustafa Kemal Atatürk'ün önderliğinde tüm ezilen halklara örnek olan bir Kurtuluş Savaşı’yla kuruldu. Savaştan sonra ülkemizin ekonomik ve kültürel bağımsızlığını sağlayacak başka bir mücadele Cumhuriyet'in kurucu kadroları tarafından başarıyla sürdürüldü.

1950'den beri Halkevleri, Köy Enstitüleri ve ülkemizin göz bebeği kurumları olan Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Türk Hava Kurumu gibi pek çok kurumsal yapı içi boşaltılarak işlevsiz hale getirildi. Ulusal ekonominin bel kemiği olan yüzlerce fabrika, liman, Tekel, Etibank gibi kurum özelleştirme adı altında satıldı.

Yurdunu sevme, yurttaşlarının kalkınması için hizmet etme anlayışının önce yönetenlerde, sonra halkta giderek aşındığı ve yok olduğu görülüyor. Yatırım yapıyoruz diye ülkenin dört bir yanında sahilleri turistik otellere, ormanlık alanları madenlere peşkeş çekmek bu vatanı halkın ortak kullanımından çıkarıp, sermaye sahiplerine devretmek işgalin başka bir türüdür. Bu tür işletmelerin doğal kaynaklarımızı tahrip ettiğini, suyumuzu, havamızı kirlettiğini, tarımsal üretim yapılamaz hale getirdiğini gören çevre ve yaşam savunucuları bu süreci durdurmak için hukuksal ve toplumsal mücadeleyi bırakmıyor. Ancak işgali durdurmaya çalışanlar olduğu kadar, dere yataklarını, ormanlık alanları ve kimsenin sahip çıkmayacağını düşündükleri kamusal veya özel arazileri işgal eden fırsatçı işgalciler her yerde var.

Köyden kente göçün büyük bir hızla sürdüğü son 50 yıl içinde önce kentlerde gecekondular yaparak yerleşenler, seçimlerde oyunu rehin verme karşılığında tapularını alarak bu işgalin öncüleri oldu. Esnaflık yapıyorum diye deniz kıyılarını, kaldırımları tezgah ve masalarla işgal edenler, evlerinin önündeki alanlara ağaç, çiçek vb. ekerek kamusal alan olan yolları daraltanlar hep küçük çaplı işgaller yaptı. Şehirlerin büyümesiyle arsaların aşırı kıymetlenmesi sonucunda üretimden kaynaklanmayan ve emek karşılığı kazanılmamış olan bu avanta giderek siyaseti biçimlendirdi. Tarlalarını büyütmek için ormanlık alanları yakanlar aynı işgali kırsal alanda yaptı. Önceleri yasadışı kabul edilen bu işgaller, siyasilerin desteği ve ülkemizin klasiği haline gelen çeşitli türden 'af'larla yerel ve merkezi iktidarlar tarafından ödüllendirildi. Hatta bazı sol gruplar, büyük çaplı sermaye işgallerine karşı dururken, bu türden küçük çaplı işgalleri haklı ve kabul edilebilir görüp, 'gecekondu yıkımlarına' karşı mücadele ettiler. İktidarda olanlar, kendilerini o mevkiye tekrar tekrar getirecek çeşitli buluşlara imza attı.

2B ormanlık alanların kiralanması, yabancılara mülk satışının kolaylaştırılması, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığının 250 bin dolar karşılığında verilmesi, geniş arazilerin RES, GES vb. yenilenebilir enerji üretim alanlarına tahsisi, Kanal İstanbul, Çeşme Turizm Projesi, İmar barışı gibi çeşitli adlar altında işgaller yasal kılıflara sokuldu. Ancak bütün bunlar yapılırken kritik olan şey, vatandaşların rızasının alınmasıdır.

Bizler, işgalin bir ucundan parçası olmayı uyanıklık saydığımız sürece bu işgal sürer gider. Birgün bakarız ki, ortada savunacak vatan kalmamış. Sağlıklı bir çevrede yaşamamızı veya halkın ortak kullanımını engelleyen her tür yatırım büyük, bizlerin rızasını almak için önümüze konan fırsatlar küçük işgallerdir. İşgalin küçüğü-büyüğü olmaz.