Hazırlayan/ Özde KOCA / Gökmen KÜÇÜKTAŞDEMİR
Karia yolundaki 6. günümüzde genellikle yatçıların uğrak mekanı olan Çiftlik koyundan ayrıldık. Otelde çalışanlardan birinin aracıyla Bayır köyüne vardık. Köy meydanında 1880 yaşındaki bir çınarın altında çaylarımızı yudumlarken Söğüt dolmuşlarını bekledik. Böylece pazara gelen o günü dinlenerek ve çok yorulmadan geçirmiş olduk. Yaşlı çınarın gölgesi masal gibiydi... Uykuya davet ediyordu serinliği ve yaydığı huzur. Küçük bir mola için harika bir yerdi. Hemen karşısındaki çeşmeden sularımızı doldurduk. Ortamın büyüsüne fazla kapıldık sanırım. Dolmuşu kaçırmışız. Bir sonrakine bindik. Bu haftaki rotamız Bayır Köyü, Söğüt, Bozburun, Selimiye.
Oltalarımız koptu
Söğüt köy iki mahalleden oluşuyor. Biz sahil kısmında indik ve yeniden Karia yoluna çıkıp izleri gördük. Deniz kenarından biraz yürüyerek kendimize çadır kurmak için uygun bir alan aradık ve sonunda bulduk. Yan tarafımızdaki arsayı İstanbul'da yaşayan bir genç almış. Hemen denizin dibindeler. Kuzeniyle birlikte arabayla gelip çadır kurmuşlar. Biz çadırımızı kurarken onlar zıpkınla dalıp tuttukları balıkları temizliyorlardı. Çadırımızı kurup yemeğimizi yedikten sonra denize girmek yerine, biz de komşularımızdan dolayı gaza gelip yanımızda bulunan oltalarla balık tutmaya karar verdik. Ama doğa buna müsaade etmedi. Fazla kayalık vardı. Ve oltamız kayalara takılıp koptu. (Daha önce Turunç'ta ve sonrasında Kızkumu'nda benzer girişimlerimiz oldu ama her seferinde elimiz boş döndük. İşte hep bunlar kısmet :))
Kurtarıcı kaplumbağa
Gece güzel bir uyku çekip sabah erkenden kalkıp kahvaltımızı yapıp yola düştük. Çok iyi dinlenmiş olmanın verdiği güçle uzun bir süre deniz kenarından yürüdükten sonra tırmanışa geçtik ama yolda ilginç bir şeyle karşılaştık. Zengin bir amcamız koca bir araziyi alıp çevresini de çitle çevirmiş. İçerde de köpekler var. Yani tarihi Karia Yolu istila edilmiş. Çalışanlardan birinden rica ettik. Ama o korkudan geçmemize izin vermedi. Geri dönsek çok yürüyeceğiz ve ne ben ne de kardeşim geri dönmek istemediğimizden başka bir çalışandan yardım istedik. Neyse ondan izini kopardık. Çıkışa kadar bize eşlik etti. Güler yüzlü, kendinden emin bir adamdı. Bir kez daha gördük ki hayatı kolaylaştıran ve güzelleştiren insanın ta kendisi.
Yol uzundu ve devam etmemiz gerekiyordu. Biz de öyle yaptık. Ta ki bir yamaçta izleri kaybeden kadar. Biraz dinlenmek için oturduk ve etrafta işaret aradık ama bulamadık. Bu arada çalıların arkasından gelen ses bizi kokuttu. Dinlendiğimiz ağaca çok yakın bir yerden geliyordu ses, "Tak tak tak...". Önce onu önemsemedik ve kıyıdan gitmek için aşağıya doğru indik ama bir süre sonra yolun bittiğini görünce daha fazla zorlanmayıp tekrar dinlendiğimiz ağacın altına döndük. Ses kesilmemiş hatta artmıştı. Sese doğru gidip baktığımızda bir kaplumbağa gördük. Dalların arasına sıkışmış ve gövdesini yere vurarak bu sesi çıkarıyordu. Ve ne ilginçtir ki 1.5 saattir aradığımız iz kaplumbağanın hemen yanındaydı. Evet bu gerçek bir işaretti... Ve kendimizi bir kez daha şanslı hissedebilirdik. Sevimli dostumuzu kurtarıp ona şükrederek yolumuza devam ettik.
Otostop çektik
Bozburun'a doğru gittikçe isminden de anlaşılacağı üzere bitki örtüsü zayıfladı, etrafımız boz bir renk alamaya başladı. Dağlarda gördüğümüz tek tük zeytin ağacı, makiler ve dikenli bodur bitkilerdi. Bozburun tekne, gulet tipi yat yapımı ile ünlenmiş bir yer ve balıkçılık yapılıyor turizmin yanında. Asfalt yola indiğimizde birçok tersane gördük. Yol bizi Bozburun, Selimiye kavşağına kadar götürdü. Buradan merkeze gitmek yerine minibüsle Selimiye'ye gitmeye karar verdik. daha önce yolum düştüğü için biliyordum çok güzel bir yerdi. Minibüs beklerken bir yandan da "Otostop çekelim belki duran olur" dedik. Yarım saat sonra bir araba durduğu Alman bir çift bizi arabalarına aldı. İngilizce konuşarak onların da Selimiye'ye gitmek istediklerini ama yolu bilmediklerini öğrendik. Artık bize emanetlerdi. 15 dakika sonra Selimiye'ye girmiştik. Teşekkür edip ayrıldık yanlarından ve kalacak bir aramaya başladık. Selimiye, kaldığımız yerlerin içinde en pahalı durağımız oldu. Şunu söylemeliyim ki denize yakınlığı ve temizlik açısından güzel bir oteldi.
Otele yerleştikten sonra hemen otelin önündeki plajdan denize girdik. Deniz tüm yorgunluğunu alıyor insanı ve rahatlatıyor. Yolda ayaklarımıza batan dikenlere çok iyi geliyor. Allah'tan ayağımızda bot, tozluk ve pantolon var. Yoksa ne olur bilmem. Akşam yemeğini dışarıda yedikten sonra Selimiye'yi bir de gece gezdik. Gerçekten çok güzeldi. Tam bir sahil kasabası. Çok sayıda restoran ve otel var bölgede.
Odamıza dönüp güzel bir uyku çekip sabah yeniden yola koyulduk. Süpermarketler sabah 08.00'de açılıyor. Azalan erzağımızı tamamlayıp bir pastanede kahvaltı yaptık. Biz şelaleye gitmek için minibüs beklerken Marmaris'e gidecek olan pastanecinin güzel kızı bizi istediğimiz yere bıraktı. Şans bir kez daha yanımızdaydı.
Şelale hayal kırıklığı
Şelale görmek ümidiyle ormanın içine daldık. Hemen girişte ve yukarda şelaleye yakın yerlerde bir kaç işletme var. Doğa harikaydı ama şelale bizi hayal kırıklığına uğrattı. Su çok azalmıştı. Zaten aklınıza Karadeniz'deki, Kayseri'deki gibi şelaleler hiç gelmesin bile. Şelaleden çıkıp Eren dağındaki Kastabos Antik Kenti'ne doğru yola çıktık. Bilin ki bölgeye tepeden hakim bir yer var, orda bir antik kent bulma olasılığınız çok yüksek. Nitekim Kastabos ve Hydas Kalesi de öyleydi. Her ikisinin de manzaraları harikaydı ama iki yerden de geriye bir şey kalmamış. Sadece üst üste duran taş yığınlarına bakıp, "Bunları buraya nasıl getirdiler, böyle düzgün nasıl kestiler acaba?" diyorsunuz kendi kendinize. Kastabos, Karia dilinde "Tapınak düzlüğü" demekmiş. Burada da geçmişte bir Artemis tapınağının olduğu söyleniyor ama buna dair bir işaret bulmak güç. Her şeye rağmen Kastabos bizim için güzel bir mola yeri oldu. Yolumuz üzerinde bir kale ve mezar vardı.
Yolculukta işinize yarayacak bilgiler
- Yemeklerinizi, çayınızı ve kahvenizi yapabilmeniz için yanınıza bir büyük kamp tüpü ile ocağını almanız iyi olur. Kampçılar için hazırlanan küçük bir tencere ve orta boy bir cezve de işinize yarayacaktır.
- Çadırınızı kurmadan altını temizlerseniz taçların üzerinde yatmamış olursunuz.
- İşaretleri koyup yolu takip etmemizi sağlayanlara binlerce kez teşekkürler. Lakin inişlerden ya da tırmanışlardan sonra önümüze çıkan düz arazilerde de işaretler görünür olabilirse seviniriz. Hem işaretlerin yanında bir iki motive edici söz olsa ne güzel olur. "Yürü be koçum az kaldı kamp yerine", "Biraz daha sık dişini, kumsal çok yakında" gibi :)
- Mümkünse dağcılık ve ilk yardım eğitimi alınmalı uzun bir yolculuk öncesi.