29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet, sadece yönetim biçiminde değil, ekonomik temellerde de köklü bir dönüşümün başlangıcı oldu. Osmanlı’dan devralınan ağır borç yükü, savaşların yıprattığı toplum ve tarım ekonomisinin kısıtlı üretim gücü, genç Cumhuriyet’in önünde aşılması zor engeller olarak duruyordu.

Cumhuriyet’in kurucuları, bu tablo karşısında siyasi bağımsızlığın kalıcı olabilmesi için ekonomik bağımsızlığın şart olduğunu savunuyordu. Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu anlayışı “Ekonomik bağımsızlık olmadan, gerçek bağımsızlık olmaz” sözleriyle açıkça ifade etmişti.

Borçlar ve enflasyonla boğuşan bir ekonomi

Cumhuriyet’in ilk yıllarında enflasyon ve dengesiz bütçe, halkın günlük yaşamını zorlaştıran en önemli iki unsurdu.
Osmanlı döneminin son yıllarında para basımının kontrolsüz şekilde artması, fiyatların fırlamasına yol açmıştı.
İktisat tarihçisi Şevket Pamuk, “Türkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi” adlı eserinde, dönemin ekonomik tablosunu şu çarpıcı verilerle özetler:

“Dolaşımdaki kâğıt para miktarı 1915’te 8 milyon Osmanlı lirasıyken, 1918’de 161 milyona çıktı.
İstanbul’daki tüketici fiyat endeksi 1914’e göre 1915’te yüzde 30 artarken, 1918’de yüzde 2105 oranında artış gösterdi.”

Bu tablo, genç Türkiye’nin yalnızca savaş yorgunluğu değil, parasal istikrarsızlık ve bütçe açığı ile de mücadele etmesi gerektiğini gösteriyordu.

Sanayisiz bir ülkenin kalkınma hedefi

Osmanlı’nın son döneminde sanayi altyapısı neredeyse yok denecek kadar zayıftı.
Cumhuriyet’in ilk yönetimi, üretim kapasitesini artırmak ve ülkeyi sanayileştirmek için devlet eliyle fabrika ve atölye yatırımlarına öncelik verdi.
Tekstil, demir-çelik, şeker ve gıda işleme gibi sektörlerde yeni tesisler kuruldu.

Ancak ekonomik bağımsızlık için dış ticaret politikalarının da yeniden düzenlenmesi gerekiyordu.
İktisat tarihçisi Abdülkadir Buluş, “Türk İktisat Politikalarının Tarihi Temelleri” adlı kitabında Lozan Antlaşması’nın Türkiye’nin gümrük politikalarını 1929’a kadar sınırladığını, bu nedenle korumacı adımların geciktiğini hatırlatır.

Tarımda adalet arayışı ve dönüşüm çabası

Toplumun büyük çoğunluğu tarımla uğraşırken, toprak dağılımındaki adaletsizlik üretimi olumsuz etkiliyordu.
Niyazi Berkes, “Türkiye İktisat Tarihi” eserinde o dönemin köylüsünü “emeği sömürülen bir sınıf” olarak tanımlar.
Ayanlık ve ağalık düzeni, üretimden elde edilen gelirin adil dağılmasını engelliyordu.

İzmir’i bayram coşkusu sardı: Yer gök kırmızı beyaz oldu!
İzmir’i bayram coşkusu sardı: Yer gök kırmızı beyaz oldu!
İçeriği Görüntüle

Cumhuriyet hükümeti bu nedenle tarımsal kredi sistemleri kurdu, modern tarım tekniklerini teşvik etti ve köylünün üretimdeki payını artırmayı hedefledi.
Bu reformlar, uzun vadede Türkiye’nin tarımsal verimliliğini artıran temel adımlar oldu.

Devletçilik politikası ve ilk ekonomik hamleler

Ekonomik kalkınma stratejisinin merkezinde devletçilik ilkesi yer aldı.
Devlet eliyle kurulan şeker fabrikaları, Sümerbank, Etibank, demiryolu yatırımları ve liman projeleri, yerli üretimi teşvik etti ve istihdam yarattı.

1923’te toplanan İzmir İktisat Kongresi, bu hamlelerin çerçevesini çizdi.
Amaç, yalnızca ekonomik büyüme değil, milli sermayenin güçlendirilmesi ve üretim araçlarının millileştirilmesi idi.

Ekonomik bağımsızlık ideali

Cumhuriyet’in ilk yıllarında atılan adımlar, yalnızca bir kalkınma programı değil, bir ulusal diriliş hareketi niteliği taşıyordu.
1923–1939 yılları arasında Türkiye ekonomisi, hem üretim hem de istihdam alanında büyük bir ivme kazandı.

Bu dönemde sanayi tesisleri kuruldu, demiryolları genişledi, yerli üretim ve ihracatın temelleri atıldı.
Cumhuriyet’in ekonomik başarıları, halkın fedakârlığı ve girişimci ruhuyla birleşince modern Türkiye ekonomisinin omurgası ortaya çıktı.

Bugün Türkiye’nin kalkınma hamlelerinin ve ihracat gücünün ardında, Cumhuriyet’in ilk yıllarında atılan planlı, kararlı ve cesur adımların mirası yatıyor.
O yıllarda başlatılan ekonomik mücadele, yalnızca geçim için değil, ulusal onur ve bağımsızlık için verilen bir savaş olarak tarihe geçti.

Kaynak: haber merkezi