MURAT BÜYÜKYILMAZ

Her yıl can ve mal kayıplarına neden olan sel, heyelan ve taşkınların nedenlerini ve alınabilecek önlemleri halk, sivil toplum temsilcileri ve uzmanlarla konuştuğumuz ve geçtiğimiz yıl Independent Türkçe’de yayımlanan brikimi hatırlamanın tam zamanı diye düşünüyoruz. Doğu Karadeniz'de her yıl artan sel, heyelan ve taşkınları bölge haklı, sivil toplum temsilcileri ve uzmanlarla konuştuk. Rize'de yaşayan Hüsamettin Özdemiroğlu, 13 Mart 2020'de Hemşin Kaymakamlığı'na ve çeşitli devlet kurumlarına yazılı dilekçe ile başvurarak bölgedeki dere yataklarında yapılan ıslah çalışmalarının doğaya ve insanlara zarar vereceğini belirtmiş. Aldığı cevap ise, "Devletin kurumlarının tüm itinayla çalıştığı" olmuş. Bölgedeki derelerde sürdürülen inşaat çalışmalarına yönelik kaygı ve görüşlerini aktaran Özdemiroğlu, "Bunun doğaya bir ihanet olduğunu, bir gün hesap soracağının bilimsel yöntemlerle ve geçmişteki yaşantılarla gerek sözlü gerek yazılı söylemlerle anlattım. Dereden sökülen her çakıl taşının geleceğimizden bir umut kopartacağını ve her zaman endişe içerisinde yaşayacağımız bir doğanın kalacağını anlattım. Bugün oynanan her dere yatağının ileride bizlere kan kusacağı şüphesizdir" dedi. Özdemiroğlu, "Yapılan bu çalışmalar, maalesef doğadaki canlılara zarar verdiğinden fazla insanın canın yakmıyor; fakat mevzu insan canı olunca boş bakışlar ve hüzünden başka geride bir şey kalmıyor. Doğada yaşamak istiyorsak bu tür bilinçsiz projelerden uzak duralım, bırakın dereler özgürce bildiği gibi aksın; tıpkı asırlardır olduğu gibi" şeklinde konuştu.

'SORUMLULUKTAN KAÇINMAYACAĞIM'

Özdemiroğlu, yaşadıklarını şu sözlerle anlattı: “Doğadaki olumsuzlukları belgelediğim için müteahhit firmalardaki mühendislerce şantiye sahasına sokulmadım, eylem yaptım kolluk kuvvetleri müdahale etti. Müteahhit ve mühendislerle hatta köy muhtarlarıyla bile sıkıntı yaşadım, işi resmi kurumlara dilekçelerle belirttim. Geçici olarak şantiyeleri durdurdum; fakat projelerin devamı gelecek, yine üzerime düşen yasal sorumluluktan kaçınmayacağım” Sosyal devletlerin, vatandaşının mal ve can güvenliğini anayasa maddelerince korumak zorunda olduğunu hatırlatan Özdemiroğlu, "Biz de vatandaş olarak bunu esas alıp çevre ve doğada geleceğimizi tehdit eden bu tür olaylarda başına buyruk değil de devletçe ve milletçe akıllı bir çevre bilinciyle hareket etmemiz gerektiğine inanıyorum" dedi.

HEP AYNI İFADELER

Doğu Karadeniz'de yaşanan sel ve heyelanlar ile ilgili görüşlerini paylaşan Derelerin Kardeşliği Platformu (DEKAP) Sözcüsü Ömer Şan, "Geçmiş olsun, diyoruz Yusufeli, Çayeli, İkizdere ve bölgedeki afetlere; ama geçmiyor ki! Her afetten sonra aynı ifadeler..." diyerek tepkisini şöyle dile getirdi: Her geçen gün daha çok saldırı, daha çok rant hırsı ile pandemi sürecinin dahi durduramadığı çalışmalar devam ediyor. Doğal alanları katleden HES'leri, taş ocakları, dere ıslahları, yayla yolları ve dahi betonlaştırılan dere yatakları... Hani önleyecekti felaketleri? İşin ilginci, bunları başlatıp izin veren ve savunanlar da bizim gibi geçmiş olsun dilekleri yayınlıyor, bölgelere gidip timsah gözyaşları döküyor! Emperyalizm, gölgesini satamadığı ağacı kesiyor, uyanan yok hala!

TOPRAĞIN YAPISIYLA OYNANMIŞ

Öncelikle durum tespitinin yapılmasının ve neden sorusuna yanıt bulunmasının gerektiğini belirten Şan, "Sel, heyelan ve su taşkınları... Doğal mı? Değil! Çünkü seller gibi heyelanlar ile su taşkınlarının nedeni de doğaya ve doğal alanlara müdahaledir!" dedi. Bu tür felaketlerin, dere ve nehirlerin doğal alışkanlığı olan ana yatak bölgelerinde değil, plansız ve çarpık kentsel yapılaşmanın olduğu ana arterlerde meydana geldiğine dikkat çeken Şan, şöyle devam etti: “Yani, afetlerin oluştuğu tüm alanlarda mutlaka insan elinin değdiği, geri dönüşümsüz zararlar oluşturulmuş! Yani HES yapılmış, taşocağı açılmış, dere ıslahları yapılmış, yol açılmış ve sair. Suyun, havanın, toprağın yapısıyla oynanmış.” Şan, kısa ve uzun vadeli önlemler kapsamında yapılabileceklere dair sorumuza ise; "Bütün alanlardaki HES, taşocağı, maden aramaları, dere ıslahları, yol vs. gibi çalışmalar tamamen durdurulup, iptal edilmelidir" şeklinde yanıtladı.

'TEK KELİMEYLE PİŞKİNLİK'

Polen Ekoloji Kolektifi'nden Cemil Aksu ise, "Herkes hemencecik bu şiddetli yağışları ‘küresel ısınma'ya bağlıyor. Elbette bunda doğruluk payı var. Çünkü iklim krizi mevsim normallerini bozuyor, istikrarsızlaştırıyor. Fakat bu yağışların normal tarafı da var, Karadenizliler, ‘Burada haftada iki kere yağmur yağar, biri üç gün diğeri dört gün sürer' diye espri yaparlar. Nitekim önceden de büyük seller ve felaketler yaşandı Karadeniz'de. Ancak yağışların artan şiddetinin etkisinin daha da fazla görünmesi uygulanan yanlış kent ve kır politikalarıyla ilgili. Bu politikaları uygulayanların, kendi neden oldukları küresel ısınmayı her şeyin bahanesi olarak göstermeleri tek kelimeyle pişkinlik" ifadelerini kullandı. Can ve mal kayıplarına neden olan şiddetli yağışlara bağlı seller, heyelanlar ve su taşkınlarının doğal olup olmadığı sorumuzu yanıtlayan Aksu, "Hayır, ne doğal ne de ‘Allah'ın taktiri'. Bu hava olaylarının yaşandığını ve yaşanacağını biliyoruz. O zaman yapılması gerekenler de bellidir. Fakat Karadeniz'de son yirmi yılda yapılanların hepsi bu bilgilerimize ters şeylerdir" dedi. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın geçen yıl, yine sel felaketlerinden sonra, Karadeniz için "İklim Acil Eylem Planı" açıkladığını hatırlatan Aksu, "Bu plan, aslında iktidarın yirmi yıldır yaptığı bütün işlerin yanlışlığının kabulü sayılabilir" ifadelerini kullandı. Aksu, sözlerine şunları ekledi: “Başta bütün sahilleri taşla dolduran sahil yolu, deniz dolgusu için Karadeniz'in her vadisi taş ocağına çevrildi. Dere yataklarının istinat duvarları çekilerek, alanının işgal edilmesi, dolgu alanlarının yapılaşmaya açılması… Sonra bölgede yapılan hidroelektrik santralleri… Bu santralleri için birçok dere yatağından borulara, tünellere alındı, bunların yapılması için olur olmaz yollar açıldı, patlamalar yapıldı, orman yapıları bozuldu.” Aynı uygulamaların iletim hatları için de yapıldığını söyleyen Aksu, "Bölgede iktidar partisine destek yüksek, bu destek sayesinde yurttaş, imar, çevre gibi yasalarına aykırı olan birçok işini torpille halletti” diye konuştu. Aksu, "Ayrıca ‘imar affı' gibi uygulamalar da oldu. En son, birkaç gün önce Danıştay tarafından iptal edilen, ‘Yeşil Yol Projesi' kapsamında yapılan asfalt yollar vb. Bütün bunları düşününce yaşananlar bile bile lades oluyor" dedi.

Yağışların hemen öncesindeki uyarıları değerlendiren Aksu, "Yağışlar öncesi uyarı yapılmasının bir anlamı yok ki! Sen dere yatağına ev yaptıktan sonra bugün olmazsa yarın o dere gelip evini yıkacaktır" ifadelerini kullandı. "Diğer taraftan bu sellere rağmen, hâlâ aynı tas aynı hamam, betonlaştırma, inşaat devam ediyor" diyen Aksu, sözlerine şöyle devam etti: “İktidar partisi, kamu idaresi el ele bir efsaneye inanıp asırlık Dipsiz Göl'ü gidip kuruttular. Bölgenin her tarafı madencilik sahası ilan edilmiş. Fatsa'da Cerattepe'de, Samsun'da bir sürü maden projesi, HES planları var. Artvin Arhavi'de HES projesi için yapılan yolları, Kamilet Deresi'nin aylarca çamur aktığını gördük. Yani ‘bırakınız yapsınlar' tarzı vahşi bir kapitalizm uygulanıyor.” Aksu, "Hiçbir yasa, hiçbir mahkeme kararı bir hükme sahip değil. İktidar partisinden yana olduktan sonra, her şey mübah. Böyle olunca uyarılara uyulsa bile kayıplar önlenemez. Bunlar bir nevi faturayı yine önlem almayan yurttaşa kesme bahanesi olur en fazla" şeklinde konuştu.

YIKIMDAN RANT DEVŞİRMEK

Aksu, "Yağışlar öncesindeki uyarılarla birlikte alınan önlemler ve yapılması gereken çalışmalar yeterli mi?" sorusunu ise şöyle yanıtladı: “Türkiye'nin siyasi ve ekonomik tarihinde bir milat olan 12 Eylül 1980 sonrasındaki hükümetlerde, Karadenizli bakanlar, başbakanlar çok etkili oldu. Yirmi yıldır tek başına iktidar olan AKP ile ise bu etki çok daha arttı. İktidarın arka bahçesi Karadeniz. AKP döneminde devletten en fazla ihale alan şirketlerin başında AKP Başkanı Erdoğan gibi Rizeli olan Mehmet Cengiz'in Cengiz Holding, Limak, Kalyon gibi Karadenizli müteahhitler oldu.” Aksu, "AKP aynı zamanda taşeron sistemi ile tepeden tırnağa herkesi elindeki her şeyi paraya çevirmeye çalışan, birer girişimci yapmayı teşvik eden bir sistem kurdu. Ve bunun için uygun bir hukuk sistemi kurdu" dedi. "AKP'nin yaptığı en büyük mesailerden biri özellikle çevre koruma kanunlarının, Çevresel Etki Değerlendirme sürecinin şirketler lehine kolaylaştırılması, kamu denetiminin kaldırılması yönünde oldu. Böyle bir kalkınma modeli uygulandı" diyen Aksu, sözlerini şöyle sürdürdü: “Bütün bunların bir ceremesi olacak, oluyor da. Tarım bitti, aşırı betonlaşma, yapılaşmanın havanın ısınmasına etkilerini görüyoruz, her yağış sellere neden oluyor. İş işten geçtikten sonra ancak hasarları gidermek için çalışma yapılır. Bunlar da yine aynı şirketlere yaptırılır, böylece bu bağımlılık ilişkileri de sürdürülür. Doğanın intikamı filan değildir yani söz konusu olan, yıkıma neden olan rant ve yine o yıkımdan bile rant devşiren bir anlayış. Bu anlayıştan korunmak alınacak en etkili önlem olacaktır.” Yapılması gerekenlerin basit, ama uygulanmasının zor olduğunu belirten Aksu, "Çünkü kamu olarak yurttaşın yasa dışı işlerine onay verip sonra, yurttaşa dere yatağına diktiği apartmanı kaldır demek, dolgu alanı üzerine kurulan şehir merkezini başka yere taşımak zor iş, maliyetli. Kamu otoritesi bunda sorumluluk almıyor" şeklinde konuştu.

HES'LER KALDIRILMALI

Bazı tahribatların giderilmesinin de çok maliyetli olduğunu belirten Aksu, şöyle açıkladı: “Mesela dere yataklarını daraltan istinat duvarları kaldırılması gerekiyor, dere yataklarının eski haline getirilmesi gerekiyor. HES'lerin kaldırılması gerekiyor. Madencilik faaliyetlerinin durdurulması gerekiyor. Özellikle Kaçkarlar ve Karçallar'da yayla turizminin yasaklanması gerekiyor. Bunları yapmamız gerekiyor ki, her sağnakta sel yaşamayalım, orman varlıklarımızı, su kaynaklarımızı

gelecek kuşaklara taşıyabilelim.” Kısa vadede kayıpları önlemek için neler yapılabileceği konusuna değinen Aksu, "Kısa vadede yapılabilecek ilk şey, dere yataklarını işgalden kurtarmak. Derelerin denize ulaştığı yerlerdeki yapıları kaldırmak, yataklarını genişletmek, köylerde ayrıntılı etütler yapılarak, riskli evlerin taşınması, bu konuda devlet desteği sağlanması gibi önlemler alınabilir" dedi. Aksu, tüm bunların yerelde yaşayan insanların toplumsal yaşamını gözeterek, onların karar alma süreçlerine katılımını açarak ve de maddi kayıpların bedelini vatandaşa, vatandaşın vergisine değil, buralarda iş yürütenlere keserek yapmak gerektiğini vurguladı.

İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) Meteoroloji Mühendisliği ve Afet Yönetimi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mikdat Kadıoğlu, "Son yıllarda lokal şiddetli yağışlar artıyor mu, eğer öyleyse neden artıyor?" sorusuna şu yanıtı vererek sözlerine başladı: “Yağışın tipi, şiddeti ve zamanı, yani rejimi değişiyor; tarih boyunca da bunlar hep değişmiştir zaten. Hava, havai; iklim ise değişken bir şeydir. Bu yüzden meteoroloji mühendisleri her 10 yılda bir iklim normallerini yeniler ve hep son 30 yılın verilerini kullanır. Yağışın ülkemizde kışın kar şeklinde olmasına neden olan alçak basınç merkezi ve ona bağlı cepheler şu an kuzeye çekiliyor. Kışın nadiren de olsa hala bizi etkileyen cephe sistemleri artan Kent Isı Adası yüzünden de kar yerine daha çok yağmur yağdırabiliyor.” Akdeniz ikliminde genellikle kışın yağışlı olduğunu hatırlatan Prof. Dr. Kadıoğlu, "Küresel iklim değişikliği ile giderek kış mevsimindeki yağışlar azalıyor, ilkbahardan sonbahara kadarki yılın sıcak kısmında ise (yine Akdeniz ikliminin bir özelliği olan) yerel gök gürültülü sağanak yağışların sayısı ve şiddeti artıyor. İklim değişikliği olmayan meteorolojik olayları oluşturmuyor, ama mevcutları şiddetlendiriyor. Aslında yağışların şiddeti ne kadar artarsa artsın bizi pek etkilememesi gerekir, çünkü şehirlerin en baştan 500 yılda yağabilecek en şiddetli yağış/debi hesabına göre inşa edilmesi gerekir" dedi.

SU TAŞKINLARI DOĞAL MI?

‘Doğal' kelimesinin çok yanlış anlaşılan bir kelime olduğunu vurgulayan Kadıoğlu, "Kelimeler insanların düşüncelerini ve eylemlerini önemli ölçüde kontrol eder. Bu nedenle afet yönetiminde biz artık ‘doğal afet' kelimesini kullanmıyoruz. Doğal deyince, millet o olayın ‘normal bir şey' olduğunu düşünüyor. Bu yüzden ‘doğa kaynaklı afet' denmesini istiyoruz" şeklinde konuştu. "Şiddetli yağış, sel ve heyelanlar, Dünya var olduğundan beri hep var olmuştur, yani ekosistemimizin bir parçasıdırlar" diyen Prof. Kadıoğlu, sözlerine şunları ekledi: “Bunlar aslında birer fiziksel doğa olayı, birer tehlikedir. Doğal olmayan şey ise bu tehlikelerin can ve mal kayıplarına neden olarak afete dönüşmesidir. Bu tehlikelerin afete dönüşebilmesi için onlara maruz kalmak ve ona karşı savunmasız olmak gerekir. İşte bu durum asla doğal bir durum değildir.” Yapılan uyarılara da değinen Kadıoğlu, "Yağış öncesi uyarılarla birlikte vatandaşın şemsiyeden başka pek önlem aldığını sanmıyorum. Belediyeler ise acil durum ekipleri hazırlamaya başlıyor, ama sel uyarısı noktasal yapılmadığı için nerede ekipleri konuşlandırabileceğini bilemiyor" dedi.

Genellikle şehirlerde bilinen çok sayıda kara-sıcak nokta bulunduğunu; fakat ekip sayısının hep daha az ve yetersiz olduğunu aktaran Prof. Dr. Kadıoğlu, "Bu ekiplerin sevk ve idaresi için aslında uyarıların alarma dönüşmesi gerekiyor" şeklinde konuştu.

Prof. Dr. Kadıoğlu, ayrıca şunlara dikkat çekti: “Ülkemizde belediyeler şehrin belli yerlerinde olası su baskınlarını önlemek için kum, kum torbası ve bir basit düzenek depolamak ve kurmak gibi daha önleme yönelik olan bir uygulaması hiç yok. Yani pis sel sularının binalara girmesini önlemekten daha çok onları binadan çıkartmak üzere hazırlıklarımız var. Aynı depremde insanlar nasıl enkaz altında kalmaz diye çalışmak yerine, onları deprem sonrası nasıl enkaz altından kurtarırız diye hazırlık yapmamız gibi bir durum."

Kadıoğlu, "Kriz yönetiminden risk yönetimine geçmeyi hedefleyen bir zihniyet değişimine gitmedikçe yağış öncesi alınmaya çalışılan müdahaleye yönelik önlemlerin yeterli olması asla mümkün değil. Aynen depremde İstanbul'da yıkılacak 40 bin binanın başına 40 bin arama kurtarma ekibi bulup koyamayacağımız gibi bir durum bu. Ama -mış gibi hazırlandığımızı sanmaya devam ediyoruz" dedi.

CAN VE MAL KAYBI

Yaşanan kayıpları önlemek için yapılabileceklere değinen Prof. Mikdat Kadıoğlu, "Kısa vadede yapılacak ilk iş sel yataklarındaki yanlış yapılaşmayı durdurmak ve can kayıplarını önlemek için sel yataklarındaki bodrum katlarını hemen iptal etmektir. Öncelikle, her derenin, onun sel yatağı ve sel tehlike bölgelerinin belirlenmeli. Her dere ve sel yatağındaki binalar zamanla kaldırılmalı, sel tehlike bölgelerindeki parseller için binaların subasman tespit edilmeli ve tüm binaların buna uyması sağlanmalıdır" uyarısında bulundu. Yapılabilecek önlemleri sıralayan Prof. Kadıoğlu, sözlerini şöyle tamamladı: “Su basman seviyelerinin geçerli kalması, şiddetli yağışlarda işe yarayabilmesi için de mutlaka havzalarda subasman seviyesini değiştirebilecek, dolgu vb. hiçbir faaliyete izin verilmemelidir. Kentlerde ayrıca çatı sularının mümkün olan yerlerde sarnıçlarda depolanması zorunlu kılınmalı, yol ve kaldırımların mümkün olduğunca su geçirimli malzemelerden yapılması sağlanmalıdır. Sokak ve caddelerin yağmurlarda dereye dönüşmemesi için mutlaka artan yağışın şiddetine göre tasarlanmış yağmur drenaj sistemine kavuşturulması gerekir. Selleri önlemek yani sıfır risk mümkün değil ama sellerden dolayı olan can ve mal kayıpları önemli ölçüde azaltılabilir.”