Hazırlayan / Neşe BAYRAÇ

Son zamanlarda Hintli gençler arasında turistleri, kendi düğünlerine bilet vererek kabul etme modası var. 100 $ vererek düğüne girebiliyormuşsunuz. Ona da razıyız. Ama bu biletler nereden bulunur?

Jaipur’da akşam yemeğini yememiz için tavsiye edilen restorana ulaştığımızda restoranın etrafında bir kalabalık, bando takımları ve filler… Bu kalabalık ve eğlence ne derken, hiç beklemediğimiz bir anda aradığımız düğün salonu bölgesinde olduğumuzu farkettik.

Yan yana birkaç tane düğün salonu. Körün istediği bir göz Allah vermiş bir sürü göz misali. İlk gördüğümüz düğün salonuna sessizce sızmaya karar verdik.

"Sızmak? Ne zekice!

Salona girmemizle bütün gözler bize çevrildi.

İçeriye adım attığımız anda, koca düğün salonunda Hintli ve geleneksel kıyafetler içerisinde olmayan iki kişi olarak sızabilmeyi hayal edebilmek…

İçerisi rengarenk süslenmiş bir ortam muhteşem geleneksel kıyafetler ve makyaj. Damat tarafına da kız tarafına da benzemiyoruz. Zaten kıyafetlerimiz de tam düğünlük. 

Hemen durumu açıklamaya çalıştım. "Meşhur Hint düğünlerini görelim diye merak ettik, geldik.” Dinleyip, gülümsediler. Rahatladık.

Daha da iyisi, misafirperver bir biçimde bizi kabul edip sahnedeki gelin ve damat ile fotoğraf çekilmeye davet ettiler. Bu kadarını hayal bile edemezdik doğrusu. Sahnede gelin ve damat ile tanıştık. İkisi de mühendisti. Tebrik ettik. Bu bir Müslüman düğünüydü. Biz de Müslümanız deyince, üst başımızla, pek de Müslümana benzemediğimizi düşündüklerini hissetsek de yine de çok misafirperver davrandılar. Hatta telefon numaramı alıp sahnede gelin ve damat ile çekilen fotoyu gönderelim dediler. Ne şans ki o sırada, telefonlarımız şarjları bittiği için fotoğraf çekemedik.

Akşam yemek yediğimiz restoranı çok beğenmiştik. Burası koloniel tarzda mimarisi ile çok güzel, bahçe içerisinde bir restoran. Hava da enfes olunca ertesi gece bir daha gidelim dedik. Bir gece önce arkadaş olduğumuz Hint Çingenesi dansçılar zaten "yarın da bekliyoruz" demişlerdi.

Müthiş hava, ortam ve geleneksel dansları izleyerek lezzetli yemekleri yerken yine karşı taraftan gelen düğün sesleri, havai fişekler vs. seslerine bir süre sonra kayıtsız kalamadım ve 'ben dayanamıyorum gidiyorum karşıya' dedim. Arada işlek bir yol var. Zaten trafik tersten olunca sağım solum şaşıyor. Restorandan dışarı çıkınca bir baktım karşıda bulunan düğün salonundan bando takımı çıkıyor. Ve ardından da beyaza boyanmış bir fil. Düşünsenize düğün salonuna siz girmeye çalışırken içeriden bembeyaz bir fil çıkıyor. Tabiki çok ilginç geldi ve başladım filin fotoğrafını çekmeye. Tam bitti yolun karsısına düğün salonuna geçeceğim, filin üstündeki şoförü bana sesleniyor "fotoğraf çektin parasını ver" diye. Ben de öyle kameramı almış çıkmışım. Yanımda para yok. Anlatmaya çalıştım. Adam para istemeye devam ediyor. Ben de “para yanımda yok, almadım” diye anlatmaya çalışıyorum. Baktı ben para vermiyorum, “belki korkutursam alırım” diye sürdü fili üstüme. Manzara aynen şöyle; ben önde, fil ve üzerindeki şoförü arkamda ana caddede koşuyoruz. Ben "No Money, No Money" diye kaçmaya çalışıyorum. Karşıya da geçemiyorum çünkü hangi taraftan araba geliyor bloke olmuşum. Fil de arkamdan nasıl geliyor anlatamam. Fil bu kadar hızlı koşar mıydı? O güne değin izlediğim bütün belgesellerdeki filler ile ilgili bolümler gözümün önünde film şeridi gibi geçmekte. Fillerin kinci hayvanlar olduklarını hatırlıyorum. Bırakmaz benim peşimi. Ne yapsam? Nasıl kurtulsam derken çareyi geldiğim restoranın bekçisine sığınmakta buldum. Bekçiyi görünce durdular.
Yine de azmimden hiçbir şey eksik olmadı. Fil koşturmuş değil mi, bir kork geri dön. Hayatında kaç kere fil koşturur insanı. Neyse, fil ve şoföründen kurtulur kurtulmaz yolun karşısına geçip düğün salonuna daldım. Bu başka bir düğün salonu. Düğün salonuna girişte uzun ve bembeyaz süslü bir koridordan geçerek giriliyor. Bu sefer de bir deve çıktı içeriden. Neyse, deve bir şey yapmadı ama ben düğünün erkekler tarafından girmişim. Hepsi başı türbanlı, sanki bu yüzyılda yaşamıyor görüntülü insanlar. Çok kapalı bir toplum görüntüsünde, oldukça ürkütücü görünüyorlardı doğrusu. Sanki, daha önce hayatlarında hiç benim gibi bir insan görmemiş gibiydiler. Sert bakışlarıyla çok da savaşçı görünüyorlardı.

Yine tek Hintli olmayan benim

Etrafımı sardılar. İngilizce bilmiyorlar. Derdimi anlatamıyorum. Dün akşam tek Hintli olmayandık. Bu akşam da bir üst versiyona geçip hem Hintli değilim hem de tek kadınım. Tam koridor bitip de salona geçildiği noktada bembeyaz boyanmış bir at üzerinde beyaz gümüş rengi kıyafeti ile damatı gördüm. Yüzü gümüş işleme bir örtü ile kapalı. Yüzü kapalı damat. Ürkme ile merak duyguları arasında gelip gidiyorum.

Damat sonra sahneye çıktı ve sahnede 2 damat daha var. Diğer 2 damadın yüzü açık yeni sahneye çıkanın ise yüzü kapalı. O sırada, eli kalem tutmuşa benzer genç bir delikanlı gördüm. Gelenekleri hakkında bilgi almak ve mümkünse fotoğraf çekmek istediğimi söyledim. Sağ olsun çok yardımcı oldu. Damadın yüzü nikah kıyıldıktan sonra açılıyormuş. Anladığım kadarı ile, damatlar at üzerinde sıra ile yüzü kapalı geliyorlar ve sahnede nikâhları kıyılıyor ve nikah kıyıldıktan sonra yüzleri açılıyor. Nikah kıyılmadan açılınca bir başkası beğenip kaçırabiliyormuş. Ne ilginç değil mi?

Bu arada nikah sırasında bile gelin ve damat bir arada değil. Yan yana iki salon var.
Ama bu baya ürkütücü bir ortamdı. Sonradan öğrendiğim damadın yüzünün kapanması çok eski bir gelenekmiş. Bu düğünün bir diğer özelliği de 3 kız kardeşin 3 erkek (kardeş olmayan) ile evlenmesi idi.

Erkeklerin bulunduğu ürkütücü ortamdan sonra kadınların bulunduğu bölüme geçtik. Burada kızkardeş olan üç gelinle tanıştık. Fotoğraf çekmeye zor ikna ettik. Gelinlerden birisi oldukça gergindi. Neyseki, bir diğeri ikna edebildi.

Kadınlar bölümündeki kadınların kıyafet, takı ve makyajları kelimenin tam anlamı ile göz kamaştırıcıydı.

Bu 2 gece boyunca Hint kültüründen iki farklı düğün görmüş olduk. 2. düğün oldukça geleneksel ve kapalı bir toplumun düğünü olması açısından bizim için bulunmaz fırsattı. Filden kaçmama değdi doğrusu.

Hindistan'da ilginç bir adet var. Kadınlar, kocalarının sağlığı ve uzun yaşamı için yılda bir gün, ay takvimine göre belirlenen aynı günde, oruç tutup dua ediyorlar. Aynen Müslümanlıktaki gibi günün aydınlanması ile başlayıp günün kararması ile bitiyor. Ancak orucun tamamlanması için kocanın yüzünün görülmesi şartı var. Yani kocanın yaşadığı kanıtlanmalı. Göremedilerse veya adam öldüyse yandın çünkü oruca devam. Bu gelenek hakkında düşününce bunun zavallı kadınların kendilerinin icadı olduğunu hissettim. Şöyle ki, çok eskiden Hindistan'da kocası ölen kadın hemen öldürülüyormuş. Kadınlar da ne yapsın, çareyi, kocama sağlıklı uzun ömür diye oruç tutup dua ederek, Tanrılarına sığınmakta bulmuşlar.

Jaipur'da kaldığımız otele akşam birden süslü puslu Hintliler gelmeye başladı. Düğün mü var filan derken ben dayanamayıp gidip bu aşağıda resmi olan aileye sordum. Çok sevimli bir şekilde açıkladılar. Oruç sonrası kaldığımız otele kutlama yemeğine gelmişler. Ailenin annesi ve 2 kızı oruç tutmuşlar. Kocaları da modern zaman versiyonu olarak, onları teşekkür yemeğine çıkarmış.

Ben de sordum, eskiden erkekler belli saatte eve gelirlermiş. Şimdi ise yok "toplantım var, işim çıktı biraz geç geleceğim" dese kadın oruca devam mı ediyor? Güldüler, duruma teknolojik çözüm bulmuşlar. Whatsapp üzerinden görüntülü görüşme ile kadın kocasının yüzünü görüp orucunu bozuyormuş. Aklıma sinsi fikirler geldi. Peki adam karısına sinir oluyor ve intikam almak istiyorsa da "ahh telefonum çekmiyor" filan deyip aramasa veya aramalara cevap vermese?