Hazırlayan / Neşe BAYRAÇ

Bu kaosun içerisinde nispeten sakin bir köşe Juma Camii.

Bu camiyi Hindistan gezisi öncesinde izlediğim Ayhan Sicimoğlu videolarından hatırlıyorum. Anlatacağım, komik de bir hatırası var.

Ama önce Juma camiini tanıyalım.

Juma derken bizim Cumamız. Açıkçası Hindu dili ile bu kadar benzerliklerimiz olduğunu bilmiyordum. Aslında her iki dil de Hint Avrupa dil ailesine bağlı olması nedeniyle doğal.
Tac Mahal'i de yaptıran Şah Cihan Hükümdar, 1638 yılında Hindistan’ın Başkentini Agra’dan Delhi'ye taşıyor, bu yeni Başkent’e o zamanki adı olan Sahcihanabad diyor. Juma Camii de Başkent yaratmak için yapılan yoğun imar çalışmaları sırasında, Hükümdarın gücünü göstermek amacıyla yapılıyor. 1650 yılında yapımına başlanılan camii, yaklaşık 6 bin işçinin 6 yıl çalışması ile tamamlanıyor. Camii, bugün bile dünyanın en görkemli camilerinden biri olarak kabnul ediliyor.

Yaklaşık 25 bin kişi kapasitesinin olduğu söyleniyor.

Camii, Hindistan'a özgü kızıl taştan yapılmış. Camii'nin doğusunda bulunan La'l Kil'a (Kızıl Kale-Türkçeye yakın başka iki sözcük daha) içerisinde bulunan Saraydan, Hükümdar’ın yürüyerek Cuma namazlarına katıldığı söyleniyor.

Benim için bu camiinin en ilginç özelliği tamamen kapalı olmaması idi. İki uçtan dikdörtgen yapının kısa kenar uçları açıktı. Açıkçası, kışın epeyce soğuk olan Delhi gibi bir yer için, oldukça ilginç bir mimari.

Yerdeki mermerlere seccade şekli verilmiş ancak günümüzde kilimlerle kaplanmış maalesef. Aşağıda, çocuklarla birlikte olan fotoda görüldüğü üzere sadece bazı noktalarda kilimsiz görülüyor.

Caminin avlusuna yüksek merdivenlerle çıkıyorsunuz. İlk defa Caminin avlusuna girerken ayakkabı çıkartılmasına şahit oluyoruz. Ayaklarımıza, rehberimizin verdiği kumaştan, galoşları geçiriyoruz. Caminin bahçesinde herkesin ayakları galoşlu. Hindistanda mıyız? Bu ne titiz bir ülke!

Ayrıca, üzerinizi kapatmanız için ancak Seda Sayan’ın ameliyata girerken giyebileceği kadar geniş mor fuşya renk ameliyat önlükleri veriliyor. Bir de camiye giriş ücreti var. Bugüne değin bir camiye girerken hiç ücret ödememiştim.

Gelelim hem bizi hem de Ayhan Sicimoğlu’nu şok eden görüntüye.

Programda Ayhan Sicimoğlu camiyi şevkle tanıttı ve sonunda da kendisinin aynı zamanda inançlı biri olduğunu göstermek isteyerek, coşkuyla "bir namaz kılalım" dedi. Tabii önce abdest almak lazım deyip herkesin abdest aldığı caminin avlusundaki havuza yöneldi. Havuz diyorum, çeşme değil. Suya baktı. Bizim de gidip gözlerimizle şahit olduğumuz üzere sudaki kirlilik seviyesinin mikro seviyeden, gözle görülür makro seviyeye yükselmiş olduğunu fark etti. Rengi gri- siyah ve üzerinde kalınca bir yağ tabakası var. Tabii bu yağ tabakasının kaynağı bu suda sürekli abdest alan insanlar. O sırada Ayhan Sicimoğlu suya BAKTI, BAKTI ve BAKTI... Baktıkça namaz kılma motivasyonu gitti. Usta bir kişi olarak da durumu toparlaması gerekiyor. Çünkü yayında. Ben de durumu nasıl toparlayacak diye heyecan ile bekliyorum. En sonunda, mümkün olduğunca kibar bir şekilde, kimseyi incitmeden "bize göre durgun suda abdest alınmaz, teyemmüm edip namaza girelim" dedi. İyi toparladı.

Bu da aynı havuzda bizden görüntüler.

Biz şok içinde tepki gösterirken, rehberimizin durumu sakin ve doğal görerek, "Bu bir Hindistan gerçeği ve yaşam biçimi" diyerek açıklamaya çalışmasına dikkat etmenizi rica ediyorum. Ne kadar eğitimli olsalar da gezimiz boyunca biz Hintlileri "bu pis" diye ikna edemedik.

Bu şoku henüz atlatamadan, aşağıdaki videodaki, caminin Cuma namazına hazırlık için yapılan süpürme, temizlik faaliyetine şahit olduk. İlk aklıma gelen, bu temizlik yönteminin kesinlikle "Nobel Süpürme Ödülüne" layık olması gerektiğiydi.

Ne dersiniz?