ZEKİYE ERGÜN

İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra Yeşil Devrim ile gıda üretiminde inanılmaz bir artış oldu. Mekanizasyon, kimyasal gübre ve zararlılar ile mücadele için kullanlan pestisitler, geliştirilen verimli tohumlar bu artışın nedeniydi.

Ancak bu sözde yeşil devrimin bedeli ağır oldu. Toprak ekosistemi bu kadar müdahaleden zarar görmeye başladı. Zararlıları yok edelim derken faydalı olan da yok olup gitmeye başladı.

Geçen yazımıza konuk olan Buğday Derneği Eğitmeni Emre Rona ile bu hafta Onarıcı Tarım ne demek ve neden gerekli konusunu konuşacağız.

Toprak canlıdır ve bu canlılığını artırmaya başlamadan önce, toprak canlılarını öldürmekten vazgeçmeliyiz demiştiniz. Bunu açıklar mısınız?

Toprakta devamlı bir mücadele vardır. Biyoçeşitlilik arttıkça, bitki hastalıkları ve zararlılarının olumsuz etkileri azalır çünkü hiçbir canlı, dengeyi bozacak kadar çok üreyemez, mücadele devam eder. Bütün agro-ekoloji yöntemleri ve onarıcı tarım yaklaşımlarının temelinde, biyoçeşitliliği artırarak, canlılar arasında etkileşimli ilişkiler ağı kurmak yatar.

Konvansiyonel tarım toprağa müdahale üzerine kurulu. Modern makinalar ile toprak sürekli alt üst ediliyor. Bu mikroorganizmaları nasıl etkiliyor? Toprağın su ve hava tutma kapasitesine bir etkisi var mı?

Üretim yaparken bitkileri beslemeyi hedefliyoruz demiştim. Oysa bizim bitkileri değil, toprağı beslememiz lâzım. Bitkilerin sağlıklı olabilmesi için toprağın sağlıklı olması gerekir. Toprağın sağlıklı olması için bol miktarda besin (organik madde) ve biyoçeşitlilik gerekir. Yani toprağa yalnızca zengin bir yaşam barındıran organik madde takviyesi yapılarak, birçok sorunun üstesinden gelinir ve girdi maliyeti azalır.

Onarıcı tarım, toprak işlemesiz tarım, organik yıllık mahsul üretimi, kompost yöntemleri, bütüncül yönetim, hayvan entegrasyonu, çok yıllık mahsul üretimi, tarımsal ormancılık gibi bir çok alanı kapsıyor.

Yağmur suyu yönetimi oldukça önemli bir konu. Bu sene özellikle Türkiye’deki kuraklık meselesi, barajlardaki su seviyeleri, ani yaşanan su baskınları ve seller, gelecekte sağlam bir su yönetim planına ne kadar ihtiyacımız olduğunu yeniden ortaya koydu. Çatılara ve toprağa düşen yağmur suyunun hasat edilmesiyle ilgili yıllardır çalışmalar yürütüyoruz.

Sonunda bazı belediyeler de alınabilecek önlemleri konuşmaya başladı. Bununla birlikte, kentlerdeki yeşil alanların artırılması, toprağa düşen suyu emerek yeraltı kaynaklarını besleyecek sistemlerin kurulması ve benzer yaklaşımların tabii ki tarımsal üretimde de uygulanması çok önemli. Dünya’daki toplam su tüketiminin yüzde 70’inin tarım sektöründe gerçekleştiğini unutmayalım.

Çıkarlar ve ziyan

Sonuçları konvansiyonel tarım ile karşılastırdığınızda neler söylersiniz?
Küçük aile çiftçiliğinin, yani onarıcı tarım bakış açısıyla bir arada yürütülen polikültür ve hayvancılığın, artan Dünya nüfusunu besleyebileceğini ortaya koyan, Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü’nün hazırladığı çeşitli raporlar var.

Organik yöntemlerin en az konvansiyonel yöntemler kadar verimli olabileceği ve bunu toprağı tüketmeden de yapabileceği biliniyor. Aslında, Dünya’da şu anda tüm nüfusu besleyecek kadar gıda zaten üretiliyor. Sorun, bu üretimin eşit paylaşılmamasından kaynaklanıyor.

Ticari bir ürün olarak borsa gibi yönetilen tarım ürünleri, ülkelerin politikaları doğrultusunda, fiyatlar istenilen düzeye çıkana kadar ambarlarda bekletilebiliyor. Bu esnada Dünya’nın öbür ucundaysa insanlar açlıktan ölüyor. Bunun yanı sıra, üretilen bütün gıdaların üçte biri tüketilmeden çöpe gidiyor. Yani esas sorunumuz her zaman olduğu gibi, çıkarlar ve ziyan.

Biz tüketiciler en güzel görünen, en parlak, en büyük olan elmayı talep ediyoruz. Bunun üretime yansıması nasıl oluyor?

Günümüzde tarım ürünlerinin değerini yalnızca ağırlık olarak miktarı belirliyor. Bunun önemli etkileri var. Bol miktarda sentetik gübre ile üretilmiş, daha büyük tane / meyve vermesi, daha ağır çekmesi için melezlenmiş, hatta belirli tarım zehirlerinden etkilenmemesi için genetiği değiştirilmiş çeşitler tarım şirketleri için daha kârlı.

Fakat onarıcı yöntemlerle üretilen gıdaların besin değeri, endüstriyel tarım ürünlerinden çok daha yüksek.

Tüm bunların yanı sıra, toprak canlılarına olduğu kadar insanlara da zehirli olan tarım kimyasalları, yani insektisitler, herbisitler, fungusitler ve diğerleri, yalnızca bu ürünleri doğrudan uygulayan çiftçileri değil, bu ürünler ile beslenen tüketicileri de tehdit ediyor. Toprağın sorunlarla başa çıkabilme kapasitesini elinden aldıktan sonra her sene daha fazla uygulanması gereken bu tip kimyasallar, etkileri yıllar sonra ortaya çıkabilen sağlık sorunlarına yol açıyor. Bu konuyla ilgili bilgi almak için, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği’nin AB işbirliğiyle yürüttüğü Zehirsiz Sofralar Projesi internet sitesini, kitapçıklarını ve belgesellerini takip edebilirsiniz.

İklim dengesizliği karşısında onarıcı tarım uygulamalarının bir katkısı olur mu?

İklim dengesizliği, özellikle tarım ve çiftçiler için çok büyük risk teşkil ediyor. Onarıcı tarımda amaç toprak sağlığını gözetmek olduğu için, sağlıklı toprak da iklim dengesizliklerine karşı daha dirençli olduğundan, belirsizliklerle dolu bir gelecekte daha güven verici yöntemler izlenebiliyor. Ayrıca, yalnızca tek bir ürüne bel bağlamayan çiftçilerin eli, herhangi bir sorun karşısında daha güçlü oluyor çünkü bir ürünü kaybetseler dahi, diğer ürünlerle o seneyi atlatabiliyor.

Kentte yaşayan bizler neler yapabiliriz?

Kentler çok fazla atık üreten yerler. Dolayısıyla herkesin evsel atıklarını, bahçe atıklarını kompost yapması gerekiyor. Kent bahçeciliğini de denkleme kattığınız zaman, evsel atıklarla dönüştürülen kompostun şehirlerde gıda üretmekte kullanılabileceği ortaya çıkıyor.

Yerel üretim ve tüketim çok önemli. Üretilen gıdaların binlerce kilometre mesafe kat etmeden, üretildiği yerde tüketilmesi, karbon ayak izini azaltan önemli etkenlerden. Kentlerde ortaya çıkan atıkları, yine kent insanları tarafından tüketilecek gıdaları kentlerde yetiştirmek amacıyla değerlendirmek, insanlara, yönetimlere ve doğaya ekonomik ve ekolojik fayda sağlayacak bir yaklaşım.

İnsanlar bilinçleniyor

Atık dediğimiz şey kullanılmamış kaynak.

Dolayısıyla herkesin evlerinde üç beş saksı da olsa biraz gıda yetiştirmesi, bunu yaparken de atıklarını değerlendirmesi, birçok yükü ve sorunu ortadan kaldırır. Elimizi biraz taşın altına koymak zorundayız, yoksa hâlâ sonsuzmuşçasına tükettiğimiz ve kirlettiğimiz doğal varlıklarımız, bir gün bakacağız ki elimizden kayıp gitmiş.

Buğday Derneği olarak siz neler yapıyorsunuz?

Her fırsatta kompost yapımını teşvik ediyoruz, eğitimler düzenliyoruz, danışmanlık yapıyoruz. Kompost, hem atıkları atık olmaktan kurtarıyor, hem de zaten ihtiyacımız olan toprak besin maddelerine dönüştürüyor. Yani, sorunu, çözüme dönüştürüyor. Bu konuda karşımıza çıkan en büyük engel, organik atıkların evlerde ayrıştırılmaması.

Ülkemizde kamusal veya özel girişimlerle kurulmuş çeşitli kompost tesisleri var. Bu tesislerin verimli çalışabilmesi için tesise gelen organik atıkların en fazla yüzde 5 oranında yabancı madde içermesi gerekiyor. Bunun için de çöplerin evlerde ayrıştırılması ve belediyeler / taşeron firmalar tarafından ayrı taşınması gerekiyor.

Tesise karışık gelen atıklar hem tesis verimliliğini düşürüyor, hem de nihai ürün olarak ortaya çıkan kompostun kalitesini düşürüyor. Dolayısıyla bu konuya eğilmek şart. Ayrıca, merkezi tesisler genel anlamda çok enerji tüketimine yol açan, zaten nispeten verimsiz sistemler.

Hepimize görev düşüyor.

Herkesin kendi evinde, bahçesinde, mahallesinde, bireysel ve kolektif olarak atıklarını dönüştürmesi, hem merkezi sistemler üzerindeki yükü alır, hem maliyetleri düşürür, hem daha kaliteli kompost üretilir, hem de toplumsal bağları ve doğa-insan ilişkisini güçlendirir. Batı ülkelerinde küçük, orta ve büyük ölçekli, merkezi ve yerel birçok kamu girişimi, özel sektör yatırımı ve yerel yönetim örgütlenmesi var. Bizde de yeni yeni girişimler oluşmaya başlıyor. Örneğin, son dönemde şehirlerde rahat yapılabilen bokashi fermentasyon yöntemiyle evsel organik atıkları komposta dönüştüren insan sayısı gittikçe artıyor. İnsanlar bilinçleniyor.