Prof. Dr. Mehmet Akif ERDOĞRU

Selçuk’un Osmanlı idari teşkilatındaki ismi Ayasluğ’dur, 1914 yılına kadar resmi yazışmalarda bu şekilde geçmiştir. 18 Kasım 1914 tarihinde, Ayasluğ nahiyesinin ismi Selçuk olarak değiştirilmiştir. Türkçü tarihçiler, Ayasluğ ismi Hristiyan Aziz Aya Suluğ’u hatırlattığı için, Türkçe’ye uydurarak, Ayasoluk şeklinde yazmayı tercih etmişlerdir. Ayasoluğ, Ayasuluğ, Ayasuluk gibi farklı imlalarla yazılmıştır. Bu isim İsa’nın ölümünden sonra Kudüs Kilisesi'ni ayakta tutan Evangelist John’un (Patmoslu John) Yunanca telaffuzundan gelir. Patmoslu John burada doğmuş ve burada ölmüştür. Onun ismi Türkçe telaffuzda kılıktan kılığa girmiştir.

Aydınoğulları devrinde İsa Bey'in merkezi olan Selçuk, Orta Çağlarda bir liman kenti olarak ün kazanmıştır. Arap seyyah İbn Battuta 133’te Selçuk’u ziyaret etmiştir. Burayı on beş kapısı olan önemli bir ticaret merkezi olarak tanımlamıştır. Ancak Küçük Menderes nehrinin Efes limanını doldurmasıyla ve 1071 Malazgirt’ten sonra çevreyi Türklerin ele geçirmesiyle Selçuk’un Batı dünyası için ticari önemi büyük ölçüde azalmıştır. Aydınoğlu İsa Bey Camii, Selçuk’un en önemli İslami yapısıdır. Aydınoğulları devrinde, bölgede tesirli bir İslamlaşma siyaseti izlenmiş, bu sayede hem Selçuk merkezi hem de çevresi büyük ölçüde İslamlaşmıştır.

'KÂFİR GEMİLERİ'

Şüphesiz küçük bir Hristiyan Rum Mahallesi, on altıncı yüzyılda Selçuk’ta kalmıştır. Kendisini güvenli hissetmeyen çevredeki Hristiyanlar, Selçuk’taki Hristiyan Mahallesi’ne toplanmaya başlamışlardır. Selçuk, on altıncı yüzyılda çok da zengin bir yer değildir. Deniz kenarında yer alması, korsan ve Levent eşkıyalarının baskısına maruz kaldığından dolayı fazlaca gelişememiştir. Özellikle Sisam Adası'ndan gelen ‘kâfir gemilerinin’ yağmasına maruz kaldığı görülüyor. Aydınoğlu İsa Bey Vakfı ile Tire merkezli Yahşi Bey Vakfı, Selçuk’un en zengin İslami vakıflardan biri olarak görünür. Kuşkusuz bu yıllarda bir kadılık merkezidir. 1718 tarihli bir Osmanlı belgesi Selçuk’taki koşulların hiç de iyi olduğunu göstermiyor. İsmi Viranşehir olarak anılmaya başlamıştır. Ürgüp halkının bir şikâyetine göre, Danişmendli Türkmenleri'nden Şarklı cemaati, iskân edildikleri Kayseri’nin Pınarbaşı kasabasını terk etmişler; Batı Anadolu’ya göç etmişlerdir. Aydın, Beyşehir, Dazkırı, Soma ve Geyikler halkının yaylalarına musallat olmuşlardır. Bu belgede: ‘Ayasluğ nam-ı diğer Viranşehir nam mahalde Torbalı nam mevzia durular, tahminen on iki saat miktarı hali ve harabe yerlerde ve bir miktarı dahi Balıkesri (Balıkesir) sancağında Susığırlık (Susurluk) ve Ömerköyü nam karye kurbünde Viran Han demekle maruf arazi-i haliyede dururlar… Sığla sancağında Ayasluğ nam mahalde iskan edilmeleri…’. Gerçekten de Selçuk ve Torbalı bölgelerinin, bu yıllarda sefalet içinde olduğu, Şark cemaatinin bile burada yerleşmek istemediğinden söz edilir. Hâlbuki on altıncı ve on yedinci yüzyıllarda Selçuk yaylaları Yörükler tarafından istila edilmiş ve hemen hemen bütün doğal kaynaklar paylaşılmıştı.

EN HAREKETLİ YER ÇİRKİNCE

1640 yılından önce Rum, Yahudi ve Ermeniler'in, İzmir ve çevresindeki şehirler ve bazı köylerde cemaat oluşturdukları belgelenebiliyor. 1640 tarihli bir cizye defterine göre İzmir merkezde cüllah (dokumacı), kuyumcu ve terzi olarak çalışan kırk yedi ermeni erkeğinin cizye vergisine bağlı olduğu yazılıdır. İzmir Yahudileri Ermeniler'den sayıca biraz daha fazladır. Bunların sayısı da doksan iki kişidir. En kalabalık cemaat, Rumlar'dır. İzmir merkezde 1640 yılında iki yüz altmış Rum erkeğinin varlığından söz edilir. Kuşadası’nda çoğunluğu Sakız’dan gelen Rumlar, çok az (beş kişi) bir Ermeni ile Yahudi (üç kişi) olduğu yazılıdır. Urla, Ege adalarında Rum göçü almaya devam ediyordu. Yerli Rumlar'dan farklı olarak, Osmanlı belgelerinde hariç kefere olarak belirtilen Adalardan gelme Rumlar'ın Urla’da yerleştiği belirtilir. Çirkince (yeni ismi Şirince), Domadiye ve Kelabek köylerinde (Soma’nın) ve Balat’a bağlı Akköy’de sayıca az Rum’un mevcudiyeti belgelenebilmektedir. Şüphesiz, on altıncı yüzyılda Selçuk (Ayasluğ) merkezde bir Rum mahallesi vardı.

Selçuk bölgesinde en canlı yer kuşkusuz Çirkince idi. Aydınoğulları devrinden beri varlığını sürdüren bu Ortodoks köyü, 1924'teki Mübadele’ye kadar varlığını, konumu ve erkeklerin çalışkanlığı sayesinde sürdürecektir. Çirkince Rumları, sadece tarımdan geçinmemişler, duvarcı ustası, kalaycı, terzi olarak Rodos, Selanik ve Tire bölgelerinde çalışmışlardır. 1831 nüfus sayımında Çirkince’de 696 vergiye tabi Rum erkek sayılmıştır.

Arvalya köyü ise Selçuk’a bağlı İslam köyü olarak görünüyor. Siyam Adası'ndan (Sisam adası) getirilen Müslüman bahçıvanlar burada yerleştirilmiştir.

1847 yılına kadar İslamlar ile Rumlar arasında ciddi bir sorunun çıkmadığı görülür. Ancak bu tarihte İslamlar ile Rumlar arasında ciddi ihtilaflar çıkmış, birbirlerini öldürmeye kadar varan olaylar yaşanmıştır. Yine bu yıllarda Sisam eşkıyalarının Selçuk ve çevresine musallat olduklarını da hatırlatalım. 1847 tarihli bir belge, Ayasluğ ve Çirkince’nin Aydın sancağına bağlı olduğunu gösteriyor. Çirkince bu yıllarda tamamen Rum’du. 21 Nisan 1887 tarihli bir belgeye göre ‘İzmir sancağı Kuşadası kazası Ayasluğ nahiyesi merkezi olan Çirkince karyesi (köyü) bin haneyi mütecaviz cesim bir karye’ idi. Bu sebeple burada bir belediye teşkilatı kurulmalıydı. Çirkince’de Rum nüfus artınca mevcut Rum mektebini genişletme zorunluluğu ortaya çıktı. 1908’de, yeni bir Rum mektebi yapıldı. Aynı yıl, Selçuk merkezde de bir Rum kilisesi inşa edildi. 1904 yılında burada zımpara madeni keşfedildi.

DEMİRYOLUNUN ETKİSİ

1908’de demiryolunun Selçuk’tan Kuşadası’na ulaştırılması projesi hayata geçirildi. Denilebilir ki, demiryolu, Selçuk’un hayatını değiştirmiştir. İzmir’den kolayca ulaşılabilen bir yer haline gelmiştir. 1904 tarihli bir belgede Selçuk’un gelişmeye başladığından söz edilir. İzmir’den tren hattının Selçuk’a ulaşması, yani İzmir ile bağlantısının kolaylaşması, konumu ve antik eserleri (Efes harabeleri) seyyahların ziyaret etmesinden dolayı gelişmeye başlamıştır. İaşe bakımından Balkanlara bağlı olan bu kent, Osmanlılar devrinde, daha çok askeri özelliğiyle, kalesiyle dikkati çekmiştir. 1850 yılında idari olarak İzmir’e bağlanmıştır. 1911’de nahiye merkezidir. Selçuk-Aydın karayolunun yapımı ile 1847’den itibaren Anadolu ile bağlantısı sağlanmıştır. Kuşadası kazasına bağlı bir nahiye olarak zikredilir. 1916’da düşman donanması Selçuk'u bombalayınca, Ayasluğ Rumları, hükümet tarafından güvenlik gerekçesiyle iç kısımlara nakledilmiştir.

Efes harabelerini gezmeye gelen batılılar, özellikle Efes’te Avusturyalılar tarafından arkeolojik kazıların başlamasıyla, Selçuk, Batı dünyasında yeniden popüler olmaya başlamıştır. 1894 tarihli bir belge İzmir’de oturan Lazaristlerin Selçuk’ta arazi aldıkları ve bu arazilerde kazı yaptıklarından söz eder. Bu Katolik örgütün, 1890’lı yıllarda Selçuk’a, Efes harabelerinden dolayı özel bir ilgi göstermiş olduğu görünüyor. 1888-89 yıllarında Kaptan Andreya çetesinin buralarda kol gezdiğini de söyleyelim.

Selçuk ve Çirkince Rumları, mübadele kapsamına alınmışlar ve Yunanistan’a gönderilmişlerdir. Bunların yerine Sakız, Girit, Selanik, Midilli ve Yanya’dan İslam mübadiller yerleştirilmiştir. 1924 tarihli bir belgede ‘Çirkince bağ ve bahçelerinin zengin birkaç mübadile tahsis edilmesi yerine, Selçuk’un ekonomisi açısından, açık artırmayla satılmasının daha uygun olacağı’ üzerinde durulur.