Ekin GÖKALP

Gelin hep birlikte bir hayal kuralım. Çok ama çok eski günlerde olduğu gibi önce kocaman bir ateş yakalım, sonra ağır yüklerimizden kurtulalım; çıplak ayaklarımızdan utanmadan bağdaş kurup oturalım. Genç, yaşlı, çocuk... Suskunlaşıp gözlerimizi kapayalım. Ağaçları hafifçe sarsan rüzgarı, ateşe çekinerek bakan kedileri, çemberin dışında kalıp etrafı kolaçan etmeyi tercih eden köpekleri; kuzgun ve tilkileri de düşünelim. Herkes, her şey sakin ve sessiz. Böyle bir suskunlukta ne olabilir? Ne olurdu, eskiden böylesi bir sessizlikte? Birisi, muhtemelen içimizde en yaşlı olan; boğazını temizleyip bu sessizliği bozmak için sabırsızlanır ve bize hiç bitmeyecek olan bir efsane anlatmaya başlardı. Onun adı Satürn olsun. Yaşlı dediğime bakmayın, aklı tam, sezgileri keskin, adaletli, azimli, çalışkan ve şakacı bir bilge aslında o. Anlattığı öyküler ardı sıra geliyor ve bizleri gerçeklerle yüzleştiriyor olsun. “Sorumluluklarımızı görme, gerçekleri olduğu gibi kabul etme vaktidir; tembellik, korku ve tereddüt yok” diye bağırsın. İçimizi kasveti, gerçekçiliği ve azmiyle bunalta dursun.... Gözümüz birden çemberin en köşesinde, karanlık bir adama takılsın. Siyah pelerinin yüzünü örten kısmında gözlerinin solgun ama ürkütücü ışığı belirip sönsün. Yaşlı adamın anlattığı masalı sabırla dinlesin ama ellerini ovuşturup sinsi sinsi gülümsesin. Yavaşça ayağa kalkıp öyle bir soru sorsun ki yaşlı bilge donup kalsın; öyküye nasıl devam edeceğini şaşırsın ama bu karanlık adamın sorusunun etkisi altında kalıp en uygun cevabı düşünmeye başlasın. Bu karanlık adamın adı Plüton. Doğduğu günden beri, Satürn’ün yapmaya çalıştıklarını derinden, yavaş ve sinsi yöntemlerle bozmaya, yıkmaya ve kendi kurallarıyla tekrar inşa etmeye çalışsın. Plüton dişlerini göstere, zavallı Satürn başını kaşıyarak düşüne dursun. Yine içimizden biri, muhtemelen en kaygısız ama en bilgili, esenlik dolu ve neşelisi, elindeki içki şişesini ağzına dikip iri göbeğini tutup ayağa kalksın ve Satürn'le Plüton'un arasına girip ikisini de omuzlarından tutup kahkaha atarak şöyle desin “Hey siz ikiniz, sakin olun ve biraz gevşeyin lütfen. Bakın insanları korkutuyorsunuz. Hem hayat çok kısa. Sen, ihtiyar sen çok ciddisin... Ve sen karanlık adam sen de çok öfkelisin. Bu iki duyguya da ihtiyacımız yok. Bizim bunların ötesinde başka şeylere, engin bilgiye, neşe ve keyfe ihtiyacımız var” desin ve adının Jüpiter olduğunu eklesin. Bu sahnede ne olabilir? Ne olmalı? İçimizdeki genç erkeklerden en güçlü, atik ve çılgın olanı keskin kılıcını savurarak; taklalar ve savaş çığlıkları atarak, bu üç yaşlı adama hızla yaklaşıp “Benimmmm adımmmm Marssss! Herkes beni duysun, bundan böyle bu topluluğun lideri benim! Mutlak otorite istiyorum yoksa hepiniz kılıcımın tadına bakarsınız!” diye yeri göğü inletsin. Tam o sırada, bu kadar kargaşa yetmezmiş gibi ormanın derinliklerinden bize doğru bir yıldırım koşsun... Herkes kaçışmaya başlasın. Ateşin yanına varan yıldırım sessiz ve karizmatik gülüşünü ismini zikrederek taçlandırsın “Ben Uranüs, sizi değiştirmek için geldim” desin... Hayır, daha bitmedi. Gölün üzerinde tuhaf bir ışık belirsin. Tanrılar ve biz büyülenip kalalım. Işık bir kadına dönüşüp bize yaklaşırken hiçbir kadının bu denli bir güzelliğe sahip olamayacağını düşüne duralım o ise fısıltıyla “Ben Neptün, bunların hiçbiri olmadı; hepsi birer yalan, herkes evine gitsin ve olup biteni unutsun” desin....

Evet, bitti. Gözlerimizi açıp ne olup bittiğini düşünelim şimdi.. Sahi hayalimizin sonunda ne oldu? Ne yaptık? Bazılarımız öldü, bazılarımız yaralandı, bazılarımız kendine uygun olan düşünceye çekildi, bazılarımız olup biteni unuttu bile.

Sahi ya siz? Sizin hayalinizin sonu nasıl? Hayal sizin....

Ben mi? Ben yavaşça sıvıştım bile. Eve giderken Satürn’ün tavsiyelerini aklıma yazdım, Plüton'un gücünü neye borçlu olduğunu merak etmekteyim, Jüpiter'in esenliğine hayranlık duydum, Mars'ın ve Uranüs'ün sürprizli ama zorlayıcı enerjilerine karşı hazırlıklı olmam gerektiğini biliyorum veee yatmadan evvel günlüğüme olup biteni yazacağım ki kabus görmeden uyuyabileyim... Çünkü her şey yalan. Öyle değil mi?

...

Sevgili Günlük

Gerçeklerden koptuğumuz an sadece kendimize zarar veririz. Bizi hayata bağlayan tek şey gerçektir aslında.