Duong Dong, An Thoi, Bai Sao ve Bai Dai


Phu Quoc Adası'nın merkezi Duong Dong. Adada birbirinden güzel plajlar ve otantik köyler keşfedilmeyi bekliyor. Ancak kapitalizm burayı da yavaş yavaş işgal etmeye başlamış. Kıyı boyunca her yer otel inşaatı dolu.

Hazırlayan / İsmail Ragıp GEÇMEN

Phu-Quoc-(2)Feribottan inince, yolculuk sırasında feribotta satılan ve bizim bir türlü ne bileti olduğunu anlayamadığımız biletlerin, feribot firmasının otobüslerine ait olduğu tarafımızdan anlaşılıyor ancak tabi hayli geç oluyor, bütün yerler dolu ve taksi dışında bir seçenek yok. Limandan yürüyerek köye doğru ilerliyoruz. Biraz sonra üzerinde ‘Duong Dong’ yazan büyükçe bir minibüs yaklaşıyor, hemen biniyoruz. 14 km’lik yol 40.000 Dong’muş. 1 dolar yaklaşık 22.000 Dong olduğuna göre 2 dolara işi hallettik. (Sonradan aslında ücretin 1 dolar olduğunu ve kazıklandığımızı öğreneceğiz).
Ha Tien’deyken ayırttığımız ‘Be Home Hostel’ 10 dolar fiyatıyla, kasabanın güneyinde biraz yüksekçe bir tepede yer alıyor. Gitmesek de cezasız ‘İptal edilebilir’ bir rezervasyon olduğu ve başka bir yer beğenirsek orada da kalabileceğimiz için etrafa bakarak ilerliyoruz. Akşam bastırırken sıra gece kalacak bir yer ayarlamaya geliyor. Birkaç yere baktıktan sonra her zaman olduğu gibi merkezden uzaklaştıkça ucuzlamaya başlayan fiyatlarla tercih seçeneğimiz artıyor ve en sonunda genişçe, klimalı, TV’li, sıcak su ısıtıcılı, odaya ait özel banyosu olan, hemen ana yolun üzerinde bir yer buluyoruz. (Phu Quoc: Tuan Xuan Guesthouse, 260.000 Dong =13 $).

MOTORSUZ OLMAZ

Diyelim ki kasabanın merkezi Bodrum, bizim bulduğumuz yer Gümbet. Hem yürüyerek merkeze gidilebilir hem de merkezin gürültüsü burada yok. Tamam dedik genç ablaya, beğendik kalıyoruz. “Yalnız” dedi kızcağızın 32 dişi, “Gece saat 11’den sonra kapıları kapıyoruz, ama siz kapıyı çalın, hangi saat olduğu önemli değil gelip açarız.” Eşyaları odaya koyup, serin bir duştan sonra dışarıya fırlıyoruz. Amacımız ertesi gün için birer motor kiralamak ve adayı önce güneyine sonra zaman kalırsa kuzeyine doğru keşfetmek. Hostelimizin 150 metre kadar ilerisinde bir motor kiralama yeri var. Motorlar yeni ve temiz görünüyor. Üstelik genellikle 125 cc gücünde olan motorlar burada 135 cc. Fiyat ne abla? Motor başına 150.000 Dong (=7,5 $). Hemen paralar veriliyor, motorların teslimi için ertesi gece 9’a kadar zaman alınıyor. Ercan en çok beğendiği beyaz atına, ben kızıl bir küheylana binip basıyoruz gaza. Motorlarla keşfe çıkmayı seviyoruz, motor kiralayıp dolaşmak özellikle adaların keşfi için ucuz ve zevkli bir yol.
Akşamın karanlığı çökerken, kasabanın ışıklı merkezine doğru yollanıyoruz. Bir yeme-içme bölgesini görünce motorları park ederek bir şeyler atıştırma niyetiyle yürümeye başlıyoruz. ‘Night Market’ olarak geçen adanın bu bölgesinde, sayıları pek çok olan restoranlar yan yana dizilmiş, özellikle deniz ürünleri mangalı yapıyorlar. Sistem şöyle işliyor: Siz genellikle canlı olan ve boyutları büyüdükçe fiyatları da artan çeşitli cins ve büyüklüklerde yengeç, kalamar (kalamari diyorlar), ahtapot, balık, aralarında denizkestanelerinin de olduğu türlü kabukluları ve daha adını bilmediğim bilumum deniz haşaratından dilediklerinizi beğeniyorsunuz. Hepsi ayrı ayrı tartılıyor. Her birinin fiyatı farklı çünkü. Pazarlık sünnet, illa yapacaksın. Anlaşırsan, söyledikleri fiyat eğer başka bir sipariş vermezsen gece sonunda ödeyeceğin fiyat oluyor. Sonra oturup etrafı seyrediyor, mis gibi pişen deniz ürünü kokusu ve bolca dumanı arasında gelecek lezzetli ızgaralarınızı bekliyorsunuz. Balığı geçtim, onu söylemiyorum, burada yenecek bir ahtapotun (yedik), 30-40 cm’lik kalamarın (yedik), yengecin (ne zaman niyetlensek pahalıydı yiyemedik) ya da yavrulardan Jumbolara kadar karideslerin (bolca yedik) tadını unutmanın imkân ve ihtimali bulunmuyor. Bizde deniz ürünü falan yok, bunlarla karşılaştırınca bizimkiler ot. Biraz dolaştıktan sonra gözümüze ve bütçemize uygun görünen bir yere oturup karnımızı tıka basa olmasa da doyuruyoruz. Birden farkediyoruz ki, bugün 14 Şubat. “14 Şubat’ta senin gibi kıllı sakalllı bir herifle birlikteyim, kıymetini bil Ercan abi” diyorum. “Ben sanki Cameron Diaz’layım” diyor, gene patlatıyoruz kahkahaları. (Akşam Yemeği karışık deniz ürünü barbeküsü + Biralar 160.000 Dong= 8 $)

 

48.-Denizati-da-yenir-miymis--?--Kiến-Giang,-Phu-Quoc,-Vietnam

OTANTİK DONDURMA

Night Marketin birçok yerinde ‘Phu Quoc’ sitili ‘Roll Ice Cream’ yani Ada usulü yuvarlak dondurma yapıyorlar. Oldukça ilginç bir yöntemle hazırlanıyor. Dondurma malzemesi (her neyse o), sıvı olarak soğutulmuş bir sac makinenin üzerine dökülüyor. Üzerine sizin beğeninize kalmış çilek, frambuaz, mango, muz ya da portakal gibi değişik meyve parçaları eklenerek malzeme keskin bıçaklar yardımıyla bir taraftan karıştırılıyor, diğer taraftan küçültülüyor. Bunu ustamız hızlı yapmak zorunda çünkü malzeme hemen donuyor. Karıştırma işlemi bittikten sonra, ortaya çıkan malzemeyi düz zeminde yayıyor sonra da onu kazıyarak üç adet rulo haline getiriyor. Buna istersen çikolata sosu filan da ekliyor. Tabi tüm bu anlattıklarım toplam 2 dakika sürmüyor. Nefis bir meyveli dondurma.
Pansiyonumuz, ablanın dediği gibi kapalı. Birkaç kez vuruyoruz kapıyı, çok beklemeden kapı açılıyor ve 60’ların sonlarında yaşlı adam güler yüzle buyur ediyorlar içeri. Bizim sesimize uyanan yaşlı kadın da fırlıyor tahta kanepenin üzerinden uykulu gözlerle. ‘Yat teyze yat diyoruz’ gayet Türkçe, anlamasa da gülüyor. İnsan, çocukları için ne akıl almaz şeyler yapıyor, misal bazıları bilirsiniz kendi çocuğuna bakması yetmemiş gibi, çocuğunun çocuklarına da bakıyor. Ya da buradakiler gibi geceleri çocukları dinlensin diye, hem de karı koca, taş gibi kanepeler üzerinde, turistler gelirse kapı açsınlar, ya da bir şey istediklerinde versinler diye nöbet tutuyorlar. Anne baba olmak zor zanaat… (Gökçe Su ve Deniz Arın’a subliminal mesaj!)

49.-Demir-atlarımızla

PHU QUAC'TA 2. GÜN

Phu Quoc’taki 2. gün güzel başladı. Ve zaman artık motorun özgürlüğüyle kanat açmaya geldi. İşte şimdi de adanın güneyine doğru gaz veriyoruz. Yerleşimler seyrekleştikçe denize paralel uzanan çok yıldızlı otel inşaatları artıyor. Bir zamanlar Kemer ya da Lara’daki gibi kıyı boyunca ne yazık ki her yerde oteller inşa ediliyor. Henüz olmasa da pek yakında yüz binlerce turist buralara akın edecek. Onlar 10 ay süren şahane yaz mevsiminin, muhteşem denizin tadını çıkarırken her şey daha plastik, daha sahte, daha sıradan, daha pahalı ve daha Amerikan olacak. 1970’lerde bu yoksul ülkenin küçük ama gururlu insanlarına yenilerek ardına bakmadan kaçan Birleşik Amerika, aradan geçen 50 yıl sonra ne acı ki bu kez kazanacak gibi görünüyor.
Kâh kaybolarak kâh koca yolda 10-15 dakika kimselere denk gelmeden güneye doğru demir atları sürmeye devam ediyoruz. Amaç adanın merkez kasabası Duong Dong’dan en güneydeki An Thoi köyüne inmek. Sonra da adanın doğu kıyılarına kıvrılıp zaman kalırsa kuzeye geçmek.
Bir deniz kenarı köyünde mola veriyoruz. Satıcı kadınlar denizatı kurusu satıyor. Evet, hani şu belgesellerde gördüğümüz denizatının kurutulmuşu. Yer miyim yemez miyim derken Ercan abi basıyor deklanşöre. Lastik gibi uzadıkça uzuyor ama inadım inat, yeniyorum denizatını ve yiyorum.
Yolda Ercan’ın motorunun yakıtı azalınca, yol üstü her bakkalda satılan plastik şişelerdeki litrelik yakıtlardan almak için bir yerde duruyoruz. Sadece 2 masalık küçücük, yemek yemek için gelen ama azıcık da kestirmek isterse uzanıverdiği hamakları olan miniminnacık bir bakkal-lokanta-uyku yeri burası.

40.-Yol-ustu-duraklarindan-birindeki-Lin-ve-ailesi.-Simsicak-insanlar-Vietler...-Hayat-yolda-guzel-?-—-Phú-Quốc-Adası,-Vietnam

GÜZEL EVLAT LİN

Lin ve ailesini böyle tanıdık işte. Lin, 13-14 yaşlarında, bütün Vietnamlılar gibi yüzü hep gülen bir çocuk. Bir zamanlar kola olan plastik şişenin içindeki yakıtı motorun acıkmış yakıt deposuna boca ederken ‘kahve içer misiniz’ diye soruyor Lin. O kadar sevimli ki kahveyi sevmeseniz bile hayır demek çok zor. Biz de bu sevimli veledi kırmayıp kahve söylüyoruz. Vietnam kahvesi, pek bilinmez ama kahveden anlayanlar arasında oldukça ünlüymüş, öyle ki dünyanın en önemli 2. üreticisi Vietnam’mış, ben de bilmezdim. Kahvenin hem tadı hem hazırlanışı hem de kokusu diğer kahvelere pek benzemiyor. Üstelik hazırlanışı da ayin gibi. Oldukça yoğun, koyu bir kahve aslında, ama garip şekilde de yumuşak ve tatlı, çikolatamsı bir aroma bırakıyor ağızda. Derler ki, Vietnam’da kahve tarlaları kakao tarlalarının hemen yanında olduğu için kahve de bu tadı alıyormuş, diyenlerin yalancısıyım. Vietnam ahalisi bunu hem sıcak hem de soğuk tüketiyor. Oradan ayrılırken, Lin’den daha güler yüzlü babaannesini, babasını, Lin’i, hepsini birden ta yüreğinden öpüyoruz.

47.-Bu-gunu-de-bitirdik-Bai-Dai'de..
An Toi yolu üzerinde birkaç kez daha duruyoruz. Bazen su almak, bazen yolu sormak bazen de çerez gibi tüketilen, kurutulmuş küçük balık yavrusu kurutma işletmelerinde fotoğraf çekmek için. An Toi’ye girerken evler sıklaşıyor, yollar bozuluyor. Köyün bir çekiciliği yok, fare düşse başı yarılır, öyle yoksul bir yer. Köyün küçüklüğüne tezat devasa bir liman binasının önünde meyve satan kadınlardan meyve alıyoruz. Meyve ziyafeti sonrası oyalanmadan tekrar atlarımızı doğuya sürüyoruz. Aklımıza esen yerlere girip bazen toprak yollarda toza toprağa bulanıp kaybolarak bazen de içimizi rahatlatan yosun kokan hafif deniz rüzgârını terkimize alıp ilerliyoruz. Bir toprak yolda, yine bizim gibi motor kiralamış uzun saçlı bir üfff acayip sarışın afet bir abla bizi durdurup Bai Sao’yu yani Sao Sahilini soruyor. Bizim de doğu kıyısında yer alan ve yolumuz üzerindeki, yolumuz üstünde olmasa da artık illa ki olması gerektiğine inandığımız Bai Sao yolunu tahminen tarif ediyoruz; basitte olsa bir turistik harita var çünkü elimizde. Bilip bilmeden yol üstündeki bütün ara yollara girip çıkarak ve çoğunlukla kaybolarak Bai Sao’ya ulaşıyoruz.
Masmavi deniz, bembeyaz kumsalı hafif hafif döverken, Hindistan cevizi ağaçları bu kumsalın üstüne doğru gölgelerini teklifsiz sunuyor. Denize girip karnımızı doyurduktan sonra motorların yönünü kuzeye çeviriyoruz. Vakit yavaşça öğleden sonradan akşamüstüne doğru evriliyor. Kuzeyde de çok güzel fotoğraflarını gördüğümüz ‘Bai Dai’ yani ‘Dai Plajı’ var.

Phu-Quoc-(5)

VE BAİ DAİ'YE ULAŞIYORUZ

Artık güneş iyice aşağıya doğru inmiş, denizin üstünde ve gökyüzünde rengârenk bir çocuk bahçesi oluşturmaya başlamıştı. Gaza yüklendik iyice. Nihayet ana yol bitti, toprak yol başladı, bir süre sonra toprak yol taşlı, bir hal aldı, bir süre de böyle yol aldık. Bitki örtüsü yoğunlaştı, artık orman içinden ilerliyorduk ki nihayet Bai Dai sahili göründü. Gündüzleri zaten uysal olan pırıl pırıl denizse şimdi iyice sessizleşmiş, üstünde yaprak kımıldamıyordu. ‘Beni tutma, ben giriyorum Ercan abi’ dedim, ‘manyak mısın, niye tutayım ya, ben de geliyorum!’ dedi nazikçe.
Çok sürmedi havanın kararması, ama değdi mi? Değdi. Denizden bir başka ‘şey’ olarak çıktım. Hep olduğu gibi. Çünkü artık yeni bir deneyim seni başka bir yere taşımıştır, tıpkı aynı akarsuda bir daha yıkanamayacağın gibi. Artık ne akarsu aynı akarsu ne sen aynı sensin, değişim doğada olduğu gibi seni de değiştirmiştir istesen de istemesen de. İşte bundandır ki, hayatta insan hep yeni insanlar tanımalı, yeni yerler görmeli, yapamadıklarını yapmaya, bilmediklerini öğrenmeye, anlamadıklarını anlamaya çalışmalı. Bu, insanın kendisini de anlamasını, bilmesini, görmesini, tanımasını sağlıyor. O zaman işte, gündelik hayatımızda sorun ettiğimiz kimi şeylerin aslında ne kadar küçük, anlamsız ve önemsiz olduğunu da anlıyorsun. Yani yola çıkan, gerçekte kendi içine doğru yolculuğa çıkıyor.
Demir atlarımıza gaz verdiğimizde şıpır şıpır deniz suyu üstümüzden sızıyor ve hafiften ürperiyoruz serinlikten, artık hava kararmış, karnımız da acıkıyor. Yeni insanlar, yeni hayatlar, yeni yerler keşfedilerek geçen bir günün daha sonu...
Uzakdoğu (1) Malezya

Uzakdoğu (2) Penang ,Malezya

Uzakdoğu (3) Phnom Penh, Kamboçya

Uzakdoğu (4) Sihanoukville, Kamboçya

Uzakdoğu (5) Kamboçya

Uzakdoğu (6) Samloem, Kamboçya

Uzakdoğu (7) Vietnam

Uzakdoğu (8) Vietnam