TEMA Vakfı, 17 Haziran Dünya Çölleşme ile Mücadele Günü ve Toprak Bayramı’nda sürdürülebilir toprak yönetimine ve toprağın geleceğine dikkat çekti.


TEMA Vakfı, 17 Haziran Dünya Çölleşme İle Mücadele Günü ve Türkiye’de kutlanan 17 Haziran Toprak Bayramı için bir açıklama yayımladı. Çölleşmenin yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz ne varsa onların miktar ve kalite olarak giderek azalması olduğunun altını çizen TEMA Vakfı, insan eliyle dünyada ekili arazilerin %33’ünün tahrip olduğunu (bozuluma uğradığını) belirtti. Bu tahribatı tersine çevirecek toprak ve arazi ıslahı çalışmaları için yapılacak her yatırımın kat kat geri dönerek, sağlanacak çevresel ve ekonomik kazancın sosyal hayata yansıyacağı ifade edildi.

TOPRAĞIN ROLÜNÜ GÖRMEZDEN GELİYORUZ


Konuyla ilgili açıklama yapan TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Deniz Ataç, “Çoğu zaman toprakların günlük yaşamlarımızdaki rolünü görmezden gelerek toprağı sınırsız bir kaynak gibi kullanıyoruz. Birçoğumuz binlerce yılda oluşmuş toprakların çok kısa sürede kaybedilmesinin ya da bozuluma uğramasından kaynaklanan sorunların hayati öneminin farkında değiliz. Oysa aldığımız her nefesteki oksijenden, içtiğimiz her yudum suya, yediğimiz her lokmadan, kullandığımız tıbbi ilaçlar ile kıyafetlerimiz hatta evde ve işte kullandığımız mobilyalarımıza kadar her şey topraktan geliyor. Bunların miktarında azalma doğrudan yaşama yansıyor. Tarih verimli topraklarını kaybeden tüm uygarlıkların çöktüğünü ve büyük bedeller ödediğini gösteren örneklerle dolu. Bu nedenle TEMA Vakfı olarak bu yıl gönüllülerimiz ile birlikte sosyal medyada yaşam kaynağı topraklarımızı korumak için herkese görev düştüğünü hatırlatıyor, #ToprağaDeğer ve #2018WDCD etiketleriyle konuya dikkat çekiyoruz. Herkesi sosyal medya çalışmamıza destek vermeye ve toprağın yaşamsal değerini anlamaya davet ediyoruz” dedi.

ISLAH İÇİN YATIRIM YAPMALI


 Bu yıl Birleşmiş Milletlerin Çölleşme ile Mücadele Günü temasının “Toprak gerçek değerdir, toprağa yatırım yap” olarak belirlendiğini ifade eden Deniz Ataç, arazilerin üretkenliğinin ve sunduğu ekosistem hizmetlerinin azaldığını belirtti. Bu azalmanın sebeplerinin orman ve mera alanlarını tahrip eden uygulamalar, verimli tarım arazilerinin tarım dışı amaçlara tahsis edilmesi; erozyona neden olan, toprak organik maddesini azaltan ve toprak canlılarını etkileyen yanlış tarımsal faaliyetler olduğunu söyleyen Ataç, çölleşme olgusunun tam olarak bu anlama geldiğinin altını çizdi. Çölleşme ile doğanın canlılara sunduğu hizmetlerde azalma ya da yok olma gerçekleştiğini ve bu anlamda çölleşmenin fakirleşmek, doğanın potansiyelinden yararlanamamak demek olduğunu ifade eden Deniz Ataç, “Dünyada doğal varlıklara verilen tahribat son 30 yılda iki katına çıktı. Arazilerin üçte biri hali hazırda ciddi bir biçimde tahrip oldu ve topraklar bozuluma uğradı. Yapılacak arazi ve toprak ıslahı çalışmaları ile bozulan sistem onarılarak üretkenlik artırılabilir. Toprağın bire bin veren özelliği ile elde edeceğimiz kazanç sadece çevresel değil, aynı zamanda ekonomik kazanç olarak görülecektir. Gelecek nesillerin haklarının korunması, kuşaklar arası adaletin sağlanması bugünkü kuşakların borcudur. Bu şekilde bu borcu da ödemiş olacağız” dedi.

KAYBOLAN TOPRAKLARIN BEDELİ


Toprak üretkenliğinin kaybının ekonomik bir karşılığı bulunuyor. Toprak Bozulumu Ekonomisi Girişimi (Economics of Land Degradation Initiative) tarafından 2015 yılında yapılan çalışmaya göre ekilebilir arazilerde görülen yıllık 75 milyar ton toprak kaybının maliyeti yılda 400 milyar dolara ulaşıyor. 105 milyon hektarda, erozyona karşı harekete geçmek önümüzdeki 15 yıl içinde bugünkü net değerle 62,4 milyar dolar tasarruf sağlayacaktır. Yalnızca tarımsal topraklarda karbon stoklarının geliştirilmesi, karbon piyasasında yılda 96 ile 480 milyar dolar arasında potansiyel bir değer yaratabilir.

İSTİHDAMI AZALTIYOR


Türkiye’de ise hızla artan nüfusla birlikte daha fazla gıda üretimine ihtiyaç duyulacağı tahmin edilirken tarım alanlarının azalması dikkat çekiyor. Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre tarım alanları 2001 yılında 26,4 milyon hektar iken 2016 yılında 23,7 milyon hektara geriledi. Yılda ortalama 180 bin hektar kayıpla 15 yılda toplam 2,7 milyon hektar (yaklaşık iki İstanbul büyüklüğünde) azalma oldu. Tarım alanlarındaki azalma tarımsal istihdamda da azalmaya yol açıyor. 2002 yılında tarımsal istihdam 7,46 milyon kişi iken, 2016 yılı nisan ayında %28 azalış ile 5,35 milyon kişiye düştü. Bu durum artan nüfus ile birlikte gelecekte gıdaya erişimde ciddi bir sorun olabileceğine işaret ediyor. Çünkü Türkiye nüfusunun 2020 yılında 82 milyonu aşacağı tahmin ediliyor. Bu, 2015’ten 2020 yılına kadar 5 milyonluk bir nüfus artışına denk geliyor. Bu yeni nüfusun gıda ihtiyacı için yalnızca tahıl üretimi dikkate alındığında bile 1 milyon ton üretim artışı, bunun için de ek 400 bin hektar (yaklaşık 535 bin futbol sahası büyüklüğünde) tarım alanına ihtiyaç duyulacak. Bu açıdan değerlendirildiğinde toprakları korumanın bir zorunluluk haline geldiği görülüyor.

HERKESE SORUMLULUK DÜŞÜYOR


Sürdürülebilir toprak yönetimi, ekonomik büyüme için geçim kaynaklarını tehlikeye atmayan akılcıl bir uygulamadır. Arazinin kalitesini, biyolojik ve ekonomik potansiyelini dengeleyerek korumak ve yönetmek için de sürdürülebilir toprak yönetimi yapılmalıdır. Üstelik toprak üretkenliğinin korunmasıyla kayıplar en aza indirilirken, buradan elde edilecek kazancın toplumlarda yaratacağı sinerji Birleşmiş Milletler 2030 Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini birbirine bağlayacak hayati bir rol oynayacaktır. Tüketiciler tüketim alışkanlıklarında doğadaki ayak izlerini küçültecek davranışları benimseyerek doğa üzerindeki üretim baskısını azaltabilir. Çiftçiler, pestisit kullanımından vazgeçerek, tek başına ve toprak tahliline dayalı olmaksızın gelişigüzel kimyasal gübre kullanımı alışkanlığını terk ederek, erozyonu önleyen tedbirler alarak, toprak organik maddesini koruyan tarım teknikleri uygulayarak topraklarını korurken, karar vericiler bu sürdürülebilir toprak yönetimi uygulamalarına teşvik sağlayarak destek verebilir.