Türkiye'de on binlerce gencin ve ailenin hayalini süsleyen üniversite eğitimi, artık bir "eğitim hakkı" olmaktan çıkıp, adeta bir "lüks tüketime" dönüşmüş durumda. Özellikle ailesinden farklı bir şehirde üniversite kazanan öğrenciler için hayat, daha ilk günden itibaren ağır bir ekonomik yükle başlıyor. Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası'nın (Eğitim-İş) yaptığı son araştırmanın sonuçları, bu acı gerçeği tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Araştırmaya göre, şehir dışında okuyacak bir öğrencinin sadece üniversiteye başlangıç maliyeti 100 bin lirayı aşarken, her ay düzenli olarak yapması gereken sabit harcamalar ise 50 bin liraya ulaşarak, mevcut asgari ücretin iki katını geçmiş durumda. Bu rakamlar, barınma krizinden fahiş gıda fiyatlarına, ulaşımdan sosyal yaşama kadar uzanan geniş bir yelpazede, üniversite öğrencisi olmanın maliyetinin nasıl katlanarak arttığını ve yükseköğrenimin giderek daha zengin ailelerin çocuklarına özgü bir ayrıcalık haline geldiğini gösteriyor.
En büyük kâbus barınma: yurtlar hayal, kiralar cep yakıyor
Şehir dışında okuyan bir öğrencinin bütçesindeki en büyük kara delik, hiç şüphesiz barınma masrafı. Son yıllarda derinleşen konut krizi ve fahiş kira artışları, en çok öğrencileri vuruyor. Devlet yurtlarının yetersizliği, öğrencileri özel yurtların veya fahiş kiraların insafına bırakıyor. Eğitim-İş'in araştırmasına göre, Gençlik ve Spor Bakanlığı'na bağlı Kredi ve Yurtlar Kurumu (KYK) yurtlarının toplam yatak kapasitesi, örgün eğitimdeki öğrenci sayısının sadece dörtte birini karşılayabiliyor. İstanbul gibi bir metropolde durum daha da vahim; KYK yurtları, öğrencilerin sadece %6,3'ünün barınma ihtiyacını karşılayabilecek bir kapasiteye sahip.
Bu durum, öğrencileri özel yurtlara veya kiralık evlere mahkum ediyor. Ancak bu seçeneklerin maliyeti de el yakıyor. Araştırmaya göre, üç büyükşehirdeki özel yurt ücretleri adeta birbiriyle yarışıyor. İstanbul'da ortalama bir özel yurt ücreti aylık 40 bin TL'yi bulurken, bu rakam Ankara'da 38 bin 500 TL, İzmir'de ise 29 bin TL seviyelerinde seyrediyor. Birkaç arkadaş bir araya gelip ev kiralamak isteyen öğrenciler için de durum pek farklı değil. Üç büyükşehirde, öğrencilerin tercih edebileceği mütevazı bir dairenin ortalama kirası 25 bin lira olarak hesaplanıyor. Bu rakama elektrik, su, doğal gaz, internet ve aidat gibi aylık ortalama 3 bin liralık faturalar da eklendiğinde, sadece barınmanın maliyeti bile asgari ücreti geride bırakıyor. Bu tablo, on binlerce öğrenciyi ya sağlıksız ve güvensiz koşullarda yaşamaya ya da eğitim hakkından vazgeçmeye zorluyor.
Sadece okula başlamak 100 bin lirayı aşıyor
Üniversiteyi kazanan bir öğrenci için ilk ve en büyük şok, "başlangıç masrafları" kaleminde yaşanıyor. Eğitim-İş'in araştırmasına göre, bir öğrencinin yeni bir şehirde hayata başlaması için yapması gereken ilk harcamaların toplamı 105 bin TL'yi aşıyor. Bu devasa maliyetin içinde neler var? Eğer öğrenci ev kiralamayı tercih ederse, en az bir kira bedeli depozito (25.000 TL), bir kira bedeli emlakçı komisyonu ve ilk ayın kirası olmak üzere, en az üç kira bedelini peşin olarak ödemek zorunda kalıyor. Özel yurda kayıt yaptırmak isteyen bir öğrenci ise genellikle bir aylık yurt ücretini depozito olarak peşin ödüyor.
Bunun üzerine yeni bir ev veya oda için gerekli olan temel eşyalar, mutfak malzemeleri, yatak, nevresim gibi zorunlu ihtiyaçlar da eklendiğinde fatura kabarmaya başlıyor. Ayrıca, eğitim materyalleri için gerekli olan ortalama 2.500 TL'lik kitap masrafı, 670 TL'lik kırtasiye malzemeleri ve özellikle günümüz eğitim sisteminin vazgeçilmezi olan yaklaşık 30 bin TL'lik bir dizüstü bilgisayarın maliyeti de bu başlangıç paketine dahil edildiğinde, 100 bin liralık psikolojik sınır kolayca aşılıyor. Bu durum, pek çok ailenin, çocuğunun üniversite sevincini yaşayamadan, daha ilk adımda ağır bir borç yükünün altına girmesine neden oluyor.
Karın doyurmak ve sosyalleşmek lükse dönüştü
Barınma sorununu bir şekilde çözen öğrenciyi, bu kez de "geçim derdi" bekliyor. Üniversite yemekhanelerinin yetersizliği veya kalitesizliği nedeniyle dışarıda yemek zorunda kalan bir öğrencinin, sadece bir öğün yemek için ayırması gereken aylık bütçe 12 bin TL'ye ulaşmış durumda. Bu, günde ortalama 400 TL'lik bir yemek masrafı anlamına geliyor. Öğrencilerin ders aralarında veya sonrasında arkadaşlarıyla bir araya gelip bir kahve veya çay içerek sosyalleşmesinin maliyeti bile dudak uçuklatıyor. Araştırmaya göre, bu tür sosyal aktiviteler için bir öğrencinin aylık harcaması 6 bin TL'yi buluyor. Ulaşım masrafları da bütçedeki bir diğer önemli kalemi oluşturuyor. Aylık abonman öğrenci ulaşım kartı ücretleri Ankara'da 350 TL, İstanbul'da 380 TL ve İzmir'de 480 TL'ye ulaşmış durumda. Tüm bu temel ve zorunlu harcamalar alt alta toplandığında, bir öğrencinin insanca yaşayabilmesi için gereken aylık minimum tutarın, barınma hariç bile 18 bin lirayı aştığı, barınma da eklendiğinde ise 50 bin lirayı geçtiği görülüyor.
Diplomanın getirisi maliyetini karşılamıyor
Ekonomik tablonun bu kadar ağırlaşması, aileleri ve gençleri şu can alıcı soruyu sormaya itiyor: Bu kadar masrafa değer mi? Ne yazık ki uluslararası veriler, bu sorunun cevabının Türkiye için pek de parlak olmadığını gösteriyor. OECD tarafından açıklanan "Eğitime Bakış Raporu"na göre Türkiye, üniversite okumanın net getirisinin en düşük olduğu sondan ikinci ülke konumunda bulunuyor. Yani, üniversite eğitimi için yapılan onca masraf ve harcanan yıllar, mezuniyet sonrası elde edilen gelirle karşılaştırıldığında, diğer pek çok ülkeye göre çok daha az bir "yatırım geri dönüşü" sağlıyor. Bu durumu destekleyen bir başka veri ise EUROSTAT'tan geliyor: Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında üniversite mezunlarının en düşük gelirlerle çalıştığı ülke olarak kayıtlara geçmiş durumda. Bu da yetmezmiş gibi, OECD verilerine göre Türkiye, üniversite mezunu işsizlik oranında da ikinci sırada yer alıyor. Hem okumanın maliyetinin bu kadar yüksek olması hem de mezuniyet sonrası işsizlik ve düşük ücret beklentisi, gençlerin üniversite eğitimine olan inancını ve motivasyonunu kökünden sarsıyor.
Ekonomik kriz gençleri eğitimden koparıyor
Sonuç olarak, yüksek maliyetler ve düşük gelecek beklentisi, Türkiye'de gençleri kitlesel olarak eğitim sisteminin dışına itiyor. EUROSTAT verilerine göre Türkiye, 18-24 yaş arası gençlerde eğitimi erken terk etme oranında yüzde 18,7 ile Avrupa'da ilk sırada yer alıyor. TÜİK'in "İşgücü Piyasasında Gençler" araştırması da bu acı gerçeği teyit ediyor: 15-34 yaş arası gençlerin yüzde 17,7'si, temel gerekçe olarak ekonomik imkansızlıkları göstererek eğitimini yarıda bırakıyor. Eğitim-İş'in de raporunda belirttiği gibi, bu durum, anayasal bir hak olan eğitimin, parası olanın faydalanabildiği bir ayrıcalığa dönüşmesine, parası olmayanın ise bu haktan mahrum kalmasına neden oluyor. Bu, sadece bireysel bir mağduriyet değil, aynı zamanda ülkenin beşeri sermayesinin ve aydınlık geleceğinin de heba edilmesi anlamına geliyor. Uzmanlar, devletin acilen yurt kapasitelerini artırması, öğrencilere karşılıksız ve yeterli miktarda burs sağlaması ve üniversite yemekhaneleri gibi sosyal imkanları iyileştirmesi gerektiği konusunda hemfikir. Aksi takdirde, üniversite kampüsleri, farklı sosyal sınıflardan gençlerin buluştuğu mekanlar olmaktan çıkıp, sadece belirli bir zümreye ait izole alanlara dönüşme riskiyle karşı karşıya kalacak.