İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin şirketlerinden İZBETON'a yönelik soruşturma kapsamında tutuklu bulunan eski Belediye Başkanı Tunç Soyer, sosyal medya üzerinden yayınladığı "Cezaevi Günlüğü" serisine devam ediyor. Soyer, 26 Temmuz 2025 tarihli son paylaşımında, siyasi gündemden uzaklaşarak hayatın anlamı, mutluluk ve sevgi kavramları üzerine felsefi bir metin kaleme aldı. Metinde, çok sayıda düşünürün görüşlerine yer vererek kendi bakış açısını aktardı.
Metnin felsefi çerçevesi ve anlam arayışı
Soyer, yazısına Friedrich Nietzsche'nin "Bir nedeni olan insan, her ‘nasıl’a katlanır" sözüyle başlayarak, metnin ana temasının "anlam arayışı" olduğunu belirtti. Hayatın anlamının doğuştan gelen bir özellik mi yoksa insanlar tarafından mı inşa edildiği sorusunu tartışmaya açtı. Bu çerçevede, Arthur Schopenhauer'in hayatın anlamsızlığına dair karamsar görüşlerine yer verirken, Martin Heidegger'in insanın kendi varlığını sorgulama yeteneğiyle diğer varlıklardan ayrıldığı tezini aktardı. Soyer, metinde "Eğer varoluşumuzun bir anlamı varsa, bu bizim ona kazandırdığımız bir şeydir, onun bize sunduğu değil. Yani hayatın anlamı önceden hazırlanmış değildir, inşa edilir" görüşünü savundu. Anlamsızlıktan şikayet edenlerin durumunun, "varoluşlarının anlamsızlığından değil, sadece içinin boş olmasından" kaynaklandığını ifade etti.
Mutluluk, erdem ve sevgi üzerine değerlendirmeler
Yazısında mutluluk kavramını detaylı bir şekilde ele alan Soyer, Georg Wilhelm Friedrich Hegel ve Aristotales'in düşüncelerine atıfta bulundu. Hegel'in "aklın bireylerin özgür eylemleri sayesinde geliştiği" fikrini, Aristotales'in ise "mutluluğa akıl ve erdemle varılacağı" görüşünü aktardı. Soyer, mutluluğun sadece zihinsel bir tutum olmadığını, aynı zamanda toplumsal bir pratik olduğunu ve insanın yeteneklerini özgürce geliştirebildiği bir yaşam kalitesi hali olduğunu belirtti. Günümüz medeniyetinin refahı bir amaca dönüştürmesini eleştirerek, yazar Julian Baggini'den alıntı yaparak mutluluğun zevk ve konfordan farklı, daha süreğen bir varlık koşulu olduğunu ifade etti.
Soyer, metinde sevgi kavramına da geniş bir yer ayırdı. Sevgiyi zihinsel bir durumdan çok, bir "yaşama biçimi" olarak tanımladı. "Sevgi, başkası yararına, onun sağlıklı biçimde gelişebileceği, aynı anda onun da bunu sizin için yaptığı bir alan yaratmak anlamına gelir. Birinin kendini gerçekleştirmesi, diğerinin temeli olur," ifadelerini kullanan Soyer, sevginin hakim olduğu bir ortamda bencillik, sömürü ve vefasızlık gibi olumsuzlukların barınamayacağını belirtti.
İşte Soyer'in mesajı:
"Cezaevi Günlüğü
26 Temmuz 2025Dün Nietzsche’nin “Bir nedeni olan insan, her ‘nasıl’a katlanır.” sözüyle bitirmiştim. Bugün kaldığım yerden devam etmek istiyorum.
Boş yapma anı yaşa..!
Hayatın bir anlamı varsa, bu olduğunu düşündüğümüz ya da olmasını istediğimiz anlamdan bağımsız olarak, herkes için geçerli olan bir şey olabilir. Pek çok kişi, hayatın nefes alıp vermekten ya da bir bağırsak gurultusundan ibaret olduğunu, yani tesadüfi, evrimsel bir olgu olduğunu düşünüyor olabilir.
Bu insanlara göre, hayat, dramatik, gerçekdışı ve yalnızca palavradan ibaret olduğu için anlamsızdır. Schopenhauer’e göre “dil” nasıl ki fikirlerimizi başkalarından saklayabilmemiz için varsa, bilinç de hayatımızın beyhudeliğini bizden gizlemek üzere vardır. “Dünya yalnızca anlamsız bir ihtiras, uçsuz bucaksız bir pazar ya da yaşam türlerinin birbirlerini ezerek nefes almaya çalıştıkları bir amfitiyatrodur.” Hayatın aslında bir anlamı olduğunu düşünenler Schopenhauer’ın bu kasvetli itirazıyla yüzleşmek zorundadır.
Heiddegger, insanın diğer varlıklardan en önemli farkının, kendi varlığını sorgulama yeteneği olduğunu söyler. İnsan öyle bir yaratıktır ki, varoluşu onun için bir sorunsaldır. Bunun nedeni, muhtemelen diğer canlılardan farklı olarak kendi varlığının bir sonu olduğunun farkında olmasıdır.
Eğer varoluşumuzun bir anlamı varsa, bu bizim ona kazandırdığımız bir şeydir, onun bize sunduğu değil. Yani hayatın anlamı önceden hazırlanmış değildir, inşa edilir. Her birey bunu farklı yollarla hayata geçirir. İnşa edip anlattığımız şeye “hayatın anlamı” demesek de her birimiz kendi yaşantılarımızın yazarlarıyız.
Hayatları bir anlamdan yoksun olanlar, maalesef ömür sürelerini ıskalayarak geçirirler. Anlamdan yoksun olmak, hedef, öz, amaç, değer ve doğrultudan yoksun olmak demektir. Bu insanlar, uğruna yaşayacakları bir şey olmadığını söyler. Bu da varoluşlarının anlamsızlığından değil, sadece içinin boş olmasındandır.
Oysa insanların yüzyıllar boyunca uğruna ölmeye hazır oldukları, din, inanç, ulusal egemenlik, kişisel onur, etnik kimlik gibi pek çok değer vardır.
Aynı şekilde; rekabet, sembolik ritüeller, efsaneler, kahramanlar, estetik güzellik, bedensel gerçekleşme, entelektüel tatmin, aidiyet duygusu gibi çok sayıda gündelik hayat meşgaleleri vardır. Bu meşgaleler ve değerler, “Özgürlük” gibi, “Spor” gibi, kavramlarda kendini gösterebilir. Bu da insanların yaşamındaki boşluğu dolduracak bir anlam halini alabilir.
Hegel’e göre, akıl bireylerin özgür eylemleri sayesinde gelişir. Eylemlerin azami özgürlüğü sağladığında akıl da azami gerçekliğe kavuşur. Eğer hayatın anlamı insanların ortak amacında mevcutsa, o amaca akılla varılabilecek yer mutluluktur. Aristotales’e göre mutluluğa akıl ve erdemle varılır ve erdem, zihinsel bir tutum olduğu kadar toplumsal bir pratiktir. İnsanın yetenek ve kapasitesini özgürce geliştirebilmesinden kaynaklanan bir yaşam kalitesi halidir. Yaşam kalitesi kurumsal bir meseledir. İnsanın yaratıcı güçlerini özgürce kullanabileceği toplumsal ve siyasi koşulları gerektirir.
Peki bu arayış “Refah” mı gerektirir? Refahı bir amaç olarak ele alan bir medeniyette yaşıyoruz. Oysa bu medeniyet yani Kapitalist sistemin oluşturduğu yaşam biçimi ve savunduğu değerler, bizim yaratıcı güçlerimizi, tamamen faydacı hedeflere yönlendirmemizi zorluyor. Bu sistemle yaşam araçları birer amaç haline geliyor.
Mutluluğun refahı gerektirmediğini düşünen Julian Baggini şöyle bir örnek veriyor. “Eğer mutluluk ararken, birinin bataklığa gömüldüğünü görüyorsanız, onu kurtarmanın kendi rahatınızı düşünmekten daha iyi ve doğru olacağına karar verebilirsiniz. Bu nedenle mutlulukla zevk ve konfor aynı şey değildir. Zevk geçici, mutluluksa süreğen bir varlık koşuludur.
Mutluluk hayatın anlamını oluşturabilir ama bunun için başka adaylar da vardır; Güç, aşk, hakikat, özgürlük, devlet, ulus, tanrı, özveri, tefekkür, doğayla uyumlu yaşamak gibi. Ayrıca; kendini ifade etmek, dünyevi başarı, çevrenin saygısı gibi değerlerde birçok insan için en büyük mutluluklar olabilir. Hayat birçok insan için, anne-baba ve çocuk arasındaki gibi, en yakınlarıyla olan ilişkiyle anlam kazanır. Sevgi mutluluk arayışının, toplumsallık içinde yaşanması ve bireyin gelişmesinin, başkalarının gelişmesi sayesinde ortaya çıkması durumudur.
Sevgi başlı başına bir amaç gibi göründüğü için mutluluğu andırır ve mutluluk gibi o da doğamızla bağlantılı görünür. Sevgi zihinsel bir durum değil, bir yaşama biçimidir.
Sevgi külfetli ve cesaret isteyen bir iştir. Yer yer mücadeleyle ve hayal kırıklıklarıyla doludur. Fakat sevgi ve mutluluk aynı yaşam biçiminin farklı görüntüleri olarak ortaya çıkar.
Sevgi, başkası yararına, onun sağlıklı biçimde gelişebileceği, aynı anda onun da bunu sizin için yaptığı bir alan yaratmak anlamına gelir. Birinin kendini gerçekleştirmesi, diğerinin temeli olur. Kendisini gerçekleştirmek hedefine başkasının da buna imkan veren katkılarıyla yüründüğünde, kötülükleri azaltan bir sonuç ortaya çıkar. Cinayet, sömürü, işkence, bencillik, vefasızlık bu iklimde barınamaz. Çünkü başkasına zarar verme halinde, kendimizi gerçekleştirme hedefinden uzaklaştığımızı görürüz.
Eğer, mutluluk, yeteneklerimizin özgürce gelişmesine bağlıysa, sevgi, bunun en iyi şekilde oluşmasına imkan verecek bir karşılıktır.
Baggini şöyle diyor, hayatın anlamına ilişkin, mutluluk; diğerkamlık (empati), sevgi, başarı, özveri gibi bir dizi olanaklar dizisi sunar. Bunların hepsinde doğruluk payı vardır. Kendi hayatımızın tasarımcısı olarak; bu iyilerden istediğimizi alabilir ve onları özgün bir biçimde kendimize uygun bir hayatla harmanlayabiliriz. Çünkü bu iyilerin birçoğu birbirleriyle birleştirilebilir.
Evet ölümlüyüz! Farkındalıklarımız, hissettiklerimiz ve düşüncelerimizle birlikte varız, hayattayız. O nedenle bu kainatta, kısacık ömrümüzde her ne yaparsak yapalım, toprak olacağımızı unutmadan ama o vakit gelece kadar her anın kıymetini bilerek, dolu dolu yaşayarak yaşlanmak gerek. Nazım’ın dediği gibi; hiç ölmeyecek gibi ama yarın ölünecekmiş gibi yaşamak hayatı..! Hayatımızın tasarımını yaparken ve kendimizi gerçekleştirirken bunu kolaylaştıracak sevgiden yararlanmak, sevgiyi yaşam biçimine dönüştürmek ve Baggini’nin sıraladığı iyiler ve erdemlerle harmanlayarak yaşamak mümkün.
Ben böyle yapmaya gayret etmeye başladığım gençlik yıllarından beri, kalbim solda atıyor. Vicdanım ve aklım, daha iyi ve güzel bir hayatı kurmanın mümkün olduğunu, bunu kurmak için mücadele etmenin hayatı anlamlandırmanın en güzel yolu olduğunu öğretti bana.
Bu tercih ve inancım beni mutlu ettiği için sizlerle paylaşmak ve naçizane ilham vermesini arzuladığım için yazmak istedim.
Bu anlattıklarımdan, hayatın anlamından, cezaevinde de vazgeçmedim elbette. Hatta, cezaevinde, hayatım boyunca peşinde koştuğum bu “anlam”ın kıymetini çok daha fazla anladım. O nedenle cezaevinde bir dakikamı boş geçirmiyorum, bu süreci en verimli şekilde geçirmeye gayret ediyorum.
Yani özetle diyorum ki, sevgili kardeşim, sen de “boş yapma anı yaşa.”
Umarım sıkmamışımdır, umarım beğenirsiniz…
Sağlıcakla kalın
Sevgi ve mutlulukla kalın…İzmir 1 Nolu F Tipi Yüksek Güvenlikli Ceza İnfaz Kurumu Koğuş B/63
Buca - Kırıklar"