Prof. Dr. Mehmet Akif Erdoğru
Çeşme, Türkçe bir sözcüktür. Bir yerleşim yerinin adı olarak, hem Anadolu hem de Balkanlar’da Çeşme ismine rastlanır. Kırklareli, Ayvacık ve Göynük gibi yerlerin, Çeşme adını taşıyan köy veya mahalleleri vardır. 1661 tarihli bir Osmanlı belgesinde Çeşme’den Sığla sancağında nahiye olarak söz edilir. 1820 yılında Çeşme hala Sığla sancağına bağlı bir nahiyedir. 1846 tarihli bir belge kaza olduğunu gösteriyor. 1849 tarihli başka bir belgede ise metropolitlik merkezi olduğundan söz ediliyor. 1893 tarihli bir belgede ise kasaba olarak zikredilmiştir. 1896’da Liman Dairesi kurulmuştur. 1901-2 yıllarında Rumeli muhacirleri burada yerleştirilmiştir. Belediye, Telgraf dairesi, Rüştiye Mektebi (Ortaokul), Ziraat Bankası (1904), Karantina (1845) ve hapishanesi mevcuttur. Çeşme Ortaokulunun öğrencisinin az olduğundan bahsedilmiştir. Çeşmeliler, 1845 yılında Sakız’a bağlanmak istemişlerdir.
Çeşme’nin asıl özelliği, askeri nitelikte bir yer olmasıdır. Çeşme sahillerini korumak amacıyla, Çeşme kale ve ona bağlı bir kale komutanlığı, on altıncı yüzyıl başlarında Sultan II. Bayezid tarafından kurulmuştur. Bayezid devrindeki Osmanlı-Venedik savaşında Çeşme’nin denizcilik bakımından önemi ortaya çıkmıştır.
1897’de Birgi, Zeytunlar, Sıradam ve Ovacık köyleri, Sıradam köyü merkez olmak üzere nahiye yapılmıştır. Çeşme, iki asli yerleşim yerinden oluşmuştur. Biri Çeşme kalesi ki çok sayıda Osmanlı askerinin konuşlandırıldığı bir yerdir. Diğeri de bu kalenin varoşu anlamında oluşan Çeşme köyü veya kasabasıdır. On altıncı yüzyılda Çeşme çevresinde Ovacık, Sıradamlar, Kadı Ovacığı, Birgi, Zeytuncuk ve Karaköy isimli köyler tamamen İslam köyleri iken, on dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde Büyük Çiftlik, Kosta Çiftliği, Ovacık ve Alaçatı (Alaca At’ın bozması) gibi yerler karma (İslam-Rum) yerleşimleridir. Rumlar genellikle yeni açılan tarım arazilerinde yerleşmişlerdir. 1849 yılında halk kendi imkânlarıyla Çiftlikköy’de bir iskele inşa etmek istemiştir. Çeşme Müslümanları çiftçi, esnaf, tacir olmuşlardır. Çoğu çiftçidir. Çeşme köyünde oturanların bir kısmı da kamu memurudur. Gümrük kâtibi, kale komutanı, kayıkçı, kiracı, cami personeli gibi görevler ifa etmişlerdir.
1894 tarihli bir belgede, Çeşme’nin dini yapısını devrin Osmanlı İçişleri bakanı Memduh bey sordurmuş, karşılığında şöyle bir cevap almıştır: ‘Çeşme kazasının ahalisi sırf Hristiyan olarak bir nahiye mevcut olup yeniden teşkil olunacak nahiyeler henüz takarrür etmediğinden bunların bazısında ayni hal vaki olup..’. II. Abdülhamit devri Osmanlı idaresi Hristiyanları frenleyebilmek için yeni idari düzenlemeler yapmaya çalışıyor, idareyi Hristiyanlara bırakmak istemiyordu.
SAMIT/SAMUT BABA TEKKESİ
Çeşme’deki en eski İslam eserlerinden biri Samıt Baba tekkesidir ve önemlidir. On altıncı yüzyıl başlarında tekke mevcuttu. Samıt Baba tekkeleri hem Çeşme’de hem de Karaburun’da bulunur. Gayrisünni karakterde olduğu anlaşılan bu tekke, bu civardan gelip-geçenlere hizmet eder. 1530 yılında en azından kırk kişinin bu tekkeye hizmet ettikleri görülür. Dede, şahkulu, baba, abdal gibi unvanların şahıs isimlerinde sıfat olarak yaygın olmasından bu tekkenin Safevi/Şia propagandasının yörüngesine girdiği sonucu çıkarılabilir. İslam denizcilerinin saygı gösterdikleri bir yerdi. Osmanlı Devleti tarafından vergilerden muaf tutulmuştur. Meyve ağaçları, nezir ve kurbanlar, tekkenin gelir kalemleri arasındadır. Burada yemek pişirilmiş ve açların karnı bedavadan doyurulmuştur. On dokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar vakıfları devam etmiştir.
RUSLARIN ÇEŞME’YE İLGİSİ
1770’te Çeşme limanı önlerinde, Rus Amiral Spiridof idaresindeki Rus donanması, Osmanlı donanmasını yakmıştır. Osmanlı Amirali Hüsameddin Paşa, bu olaydan sonra azledildi. Cafer Bey ile Cezayirli Gazi Hasan Paşa yaralı olarak İstanbul’a kaçabildiler. Rus çariçesi II. Katerine, komutan Alexsi Orlof’a Çeşmenski (Çeşmeli) unvanını verdi ve Petersburg’da bu olayın anısına gayet güzel dış yüzeyi pembe renkli zarif bir Çeşme Kilisesini inşa ettirdi. Bu deniz savaşında Amiral Spiridof’un gemisi de yandı. Birkaç Rus gemisi de battı. Rus denizciler burada öldüler. Bütün bunlardan dolayı Rus tarihinde Çeşme’nin özel bir hatırası vardır. Daha sonraki devrilerde, Osmanlılara olan üstünlüklerini unutmamak için, Ruslar, Çeşme’de hatıra bırakmak istediler. Osmanlının Rus konsolosu Çeşme’de Aya Yorgi kilisesi civarında yeni bir kilise açmak istemiştir. Ancak İzmir Rum metropoliti Çeşme merkezde bulunan Rum kilisesini Rus amirale hibe etmiştir. 1905 tarihli bir belgeye göre, bu Rum kilisesinin bundan sonra Rus kilisesi olarak tanınması istenmiştir. Hatta Ruslar tarafından tamir edilen bu Rum kilisesinin devrin Rus imparatoru açmak istemiştir. Osmanlı idarecilerinin, Rusların bu taleplerini yerine getirdikleri anlaşılıyor. Rus imparatorun bizatihi Çeşme’ye gelip gelmediğini bilmiyorum, ancak büyük ihtimalle gelmedi. Ruslar, Kaynarca anlaşmasından sonra Osmanlı devleti sınırları içindeki Rumların resmi hamisi sıfatını kazandılar. Osmanlı idarecileri Çeşme’nin bir İslam yerleşimi olduğunu vurgulamak için Çeşme kalesi içindeki Sultan Bayezid Han Camiinin zaman zaman tamir ettirdiler. Bilindiği gibi, Çeşme kalesi 1501’de Venedik saldırılarına karşı savunma amacıyla inşa edilmişti. Kalenin kitabesi pek çok yayınlanmıştır. Rusların, ayrıca, 1916’da Çeşme’de bu zafer anısına bir abide diktikleri ve Mersincik mevkiinde 1700’te ölenlerin mezarlarını kaldırdıkları anlaşılmaktadır.
1826-27 ÇEŞME VE SEFERİHİSAR İHTİLALİ
Çeşme ve Seferihisar İslamlarını derinden etkileyen olaylardan biri de 1826-27 yıllarında burada ortaya çıkan ‘ihtilal’dir. Osmanlı idaresi, buradaki olaylar hakkında bu terimi kullanmıştır. Belgeye göre ‘Urum küffarı ve taifesinin fetret ve ihtilali’ vardır. Köyler harap olmuş, ahali perişan hale düşmüştür. İslamlar devlete olan vergilerini ödeyemez hale gelmişlerdir. Belgeden anlaşıldığı kadarıyla, II. Mahmut devrinde Çeşme ve Seferihisar’da Rumlar ile Müslümanlar arasında ciddi çatışmaların ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. İslamların üstünlük ve imtiyazlarını kaybetmeye başladıkları anlaşılıyor. Bu sebeple Çeşme ve Seferihisar’ın İslam âlimleri, İslam köylüleri, toplu halde, herhalde yeni kurulmuş olan Yunanistan’ın desteğini almış olan Çeşme Rumlarının taşkınlıklarının önlenmesini talep etmektedirler. Bu ihtilalin sonuçları hakkında elimizde bilgi bulunmuyor. Ama sürecin 1915’e kadar Rumlar lehine işlediği, geç tarihli belgelerden anlaşılıyor.
ÇEŞME’DE YUNAN PROPAGANDASI
Çeşme limanı, Osmanlı devrinde, Yunan gemilerinin uğrak yerlerinden biridir. 1848 tarihli bir Osmanlı belgesi, Garlikorpu isimli Yunanlı bir rahibin Çeşme’de Yunan propagandası yaptığından söz eder. Demek ki Yunan propagandası ve tesiri çok erken bir tarihte Çeşme’de hissedilmiştir. 1851’de Yunan Hükümeti, burada kendi vatandaşlarının ikamet ettiğini beyan ederek bir konsolos vekili görevlendirmeye kalktı. Daha sonraki süreçte, Yunan çetelerinin adalardan, Urla ve Çeşme’ye geldikleri, 1918’de Karada’nın Yunanistan’a terkedilmesi, 1919’da Yunan Milli Bankası’nın Bergama, Çeşme ve Urla’da şube açmak istemesi, özellikle Epir’deki Yunan çetelerinin, İngilizlerin yardımıyla, Çeşme bölgesine getirilerek bölgenin ’ terörize edilmesi’ Yunanistan’ın etkisini gösterir. Yunan-Rum çeteleri, Urla ve Çeşme’de ana yolları keserek, İslamların İzmir ve Aydın ile bağlantılarını kemeye çalışıyorlardı. Yunan siyasetinin öncelikle sahillerde tutunmak, sahillerde İslamlardan (Türk) temizlemek, eski Rum kiliselerini onarmak, yeni kiliseler inşa etmek (1900’de Ildırı’da Panaya Rum Kilisesi veya Aşağı Panaya kasabasında Aya Nikola Kilisesi gibi) ve daha sonra da yeni Hristiyan mülteciler getirerek bölgeyi kolonize etmek olduğu anlaşılıyor. Yahudilerin ise Çeşme’nin sakini olmadıkları, sadece Çeşme gümrüğünü işlettikleri belgelenebiliyor.
1914 YUNANİSTAN’A GÖÇ
II. Mahmut devrinden beri Çeşme’de Rumlar ile İslamlar arasında gelişen mücadelenin zirvesi 1914’te I. Dünya harbi patlak verdiğinde, Osmanlı devletinin herhangi bir göç ettirme kararı olmamasına rağmen, Çeşme, Urla ve Dikili Rumlarının, kendilerini güvenlikte hissetmeyerek, Yunanistan’a, Sakız’a göç etmeleridir. Daha önce de 1900’de Çeşme Hristiyanları Çeşme’de ‘nümayiş’ yapmışlar ama askerlerle bastırılmıştı. Bundan on dört yıl sonra, 29 Mayıs 1914 tarihli Osmanlı İçişleri Bakanı adına Ali’nin Aydın valiliğine gönderdiği bir yazıda şu bilgiler veriliyor: ‘Çeşme Hristiyan karyeleri (köyleri) ahalisi hükümetin mümanaat-ı kat’iyesine rağmen Sakız’a muhaceret etmişlerdir. Esna-yı muhaceretlerinde bir Jandarma zabitinin münasebatsız harekâtı mesmu olmakla kendisi beray-ı muhakeme İzmir’e celp olunmuştur. Boş kalan hanelerin (evlerin) eşyasını muhafazaten mümkün olabileceği kadar muhacir konulmuştur. Ecanibe ait mağaza ve emval-i ticariye ve kiliseler kâmilen taht-ı muhafazadadır. Urla’da ve Çeşme’nin Alaçatı nahiyesinde de hiçbir tahribat yoktur. Urla’dan Karaburun’a kadarki mevkide asayişin muhafazası için asker gönderilmiştir. Alaçatı Hristiyanları mevkilerini terk eylemelerine mebni hanelerin muhafazası tahtı temine aldırılmıştır. Sebepsiz olan bu muhaceretin men’i için Urla kaymakamlığına talimat verildiği gibi Urla, Çeşme ve Karaburun cihetlerine İzmir Karşıyaka Metropolitiyle beraber bir heyet beray-ı nasihat izam olunmuştur, 21 Mayıs 1330’. Bu yazıdan anlaşıldığı kadarıyla, Osmanlı idarecileri Rumların Sakız’a göç etmelerini istememektedir. Geride bıraktıkları ev ve eşyaları koruma altına aldırılmıştır. Alaçatı köyünün İslamlar tarafından tahrip edildiğinden açıkça söz ediliyor.
PAFTOS NEDİR?
Paftos, Osmanlı belgelerinde, Çeşme bölgesinde has bir hukuk terimi olarak karşımıza çıkar. Yunanca olan bu kelime, Çeşme’de (Batı Anadolu’nun başka yerlerinde de var) İslamlar ile gayrimüslimler (Rumlar) arasında arazi icarına dayalı ticari bir akidi ifade eder. Arazi sahibi İslamlar, arazilerini Rumlara belirli bir ücret karşılığında icara verirler. Bu arazilere bağ dikilir, dolayısıyla gelir-refah artar. Bundan hem İslamlar hem de Hristiyanlar faydalanmış olurlar. Ancak zamanla her iki taraf bu akdi suiistimal etmeye başlamıştır.
1890’da Aydın valisi Kamil zamanında Çeşme’de İslamlar ile Hristiyanlar arasında paftos meselesi ortaya çıkmıştır. Birçok Çeşmeli Hristiyan, rahiplerini de yanlarına alarak bu meseleyi çözümlemek için İstanbul’a gitmişlerdir. Burada sorun şudur: Çeşme’deki arazilerin neredeyse tamının mülkiyet ve tasarrufu İslamların elindedir. Buraya sonradan gelen Hristiyanlar, İslam toprak sahiplerinden bu arazileri icara almışlardır. Toprak veya arsa bedelinin yarısını toprak sahibi İslam'a peşin olarak ödenir. Kalan diğer yarısı her sene yer kirası olarak İslam’a ödenir. Bunun karşılığında Rum, arsaya veya araziye inşaat yapar. Bunun zilliyeti Rum’a ait olur. Hristiyanlar zamanla araziyi imar edince, araziyi sahiplenmeye kalkmışlar, arazi sahibinin izni olmadan, arazi üzerine ev, dükkân, bağ vs. gibi şeyler yapmaya başlamışlardır. Bu durumda da arazi sahibi, akdi feshetmek istemiştir. Veya Hristiyanlar icarlarını zamanında ödemeyince, arazi sahipleri akdi fesh temek istemişlerdir. Bu durum sadece mülk topraklar için geçerli değildir.
Vakıf araziler de Çeşme’de paftos usulüyle icara verilmiştir. Örneğin, Çeşme’de Melek Ahmet Paşa vakfına ait arazilerin Hristiyanlara paftos usulüyle verildiği görülür. Çeşme’deki Hristiyanlarla İslamlar arasındaki bu dava, 1902 yılında bile devam ediyordu. Sonunda devlet bir kısım arazileri Hristiyanlara (Rumlar) iade etmek zorunda kalmıştır. Paftos kelimesi, Çeşme’de arazilerin büyük kısmının çok eski yıllardan beri (Aydınoğulları devrinden beri) İslamlara ait olduğunu gösteren hukuki bir kanıttır. Rumların Çeşme’de gayrimenkul sahibi olmalarının önündeki hukuki engellerden biri olmuştur.