Tarih, 1922 yılını gösterdiğinde, İngiliz arkeolog Howard Carter'ın Mısır'ın Krallar Vadisi'nde yaptığı keşif, sadece arkeoloji dünyasını değil, tüm gezegeni sarstı. Binlerce yıldır el değmemiş, hazineleriyle dolu genç firavun Tutankhamun'un mezarı bulunmuştu. Ancak bu görkemli keşfin yarattığı heyecan dalgası, kısa sürede yerini uğursuz bir fısıltıya, asırlar boyu dilden dile dolaşacak bir efsaneye bıraktı: "Mumyanın Laneti". Mezarın girişinde olduğu iddia edilen bir tabletteki "Firavun'un uykusunu bozanın üzerine ölümün kanatları konacaktır" yazısı, söylentilerin fitilini ateşledi. Çok geçmeden, kazıyı finanse eden zengin aristokrat Lord Carnarvon'un, tıraş olurken kestiği bir sivrisinek ısırığının enfeksiyon kapması sonucu kan zehirlenmesinden ölmesi, bu efsaneyi adeta kanıtlar nitelikteydi. Onu takip eden yıllarda, kazı ekibinde yer alan veya mezarla bir şekilde teması olan birçok kişinin daha beklenmedik ve gizemli şekillerde hayatını kaybetmesi, lanetin gücüne olan inancı perçinledi. Bu olay, sadece Mısır'a özgü değildi. 1970'lerde Polonya Kralı IV. Casimir'in mezarını açan bir düzine bilim insanının da benzer şekilde hastalanarak hayatlarını kaybetmesi, lanetin coğrafya tanımadığını düşündürüyordu. Yıllarca Hollywood filmlerine konu olan, romanlara ilham veren bu korkutucu lanet, aslında doğaüstü bir gücün değil, sessiz ve ölümcül bir biyolojik ajanın eseriydi.

Lanetin arkasindaki mikroskobik katil

Bilim dünyası, bu gizemli ölümlerin ardındaki sır perdesini aralamak için onlarca yıl çalıştı. Sonunda, lanetin doğaüstü bir güçten değil, binlerce yıldır mezarların karanlık ve nemli ortamında sessizce bekleyen mikroskobik bir katilden kaynaklandığı anlaşıldı. Bu görünmez düşman, Aspergillus flavus adıyla bilinen oldukça tehlikeli bir mantar türüydü. Binlerce yıl boyunca kapalı kalan mezarların içinde uyku halinde (dormant) bekleyen bu mantarın sporları, mezar kapıları açıldığı anda havaya karışıyor ve kaşiflerin solunum yoluyla vücutlarına giriyordu. Özellikle uzun yolculuklar, zorlu çalışma koşulları ve yetersiz beslenme gibi nedenlerle bağışıklık sistemleri zayıflamış olan kişiler için bu sporlar ölümcül olabiliyordu. "Aspergilloz" olarak bilinen ve ciddi akciğer enfeksiyonlarına, yüksek ateşe ve kanamalara yol açan bir hastalığı tetikleyen bu mantar, "lanet" olarak adlandırılan ölümlerin arkasındaki soğuk ve bilimsel gerçekti. Ancak kimse, bir zamanlar kaşiflerin korkulu rüyası olan bu ölüm saçan mantarın, bir gün insanlığın en amansız düşmanlarından biri olan kanser için bir umut ışığı olacağını tahmin edemezdi.

Ölüm saçan zehirden hayat kurtaran ilaca dönüşüm

Almanya'daki prestijli Leibniz Doğa Ürünleri Araştırma Enstitüsü ve ABD'deki Pensilvanya Üniversitesi'nde görevli bilim insanları tarafından yürütülen çığır açıcı bir araştırma, "Mumyanın Laneti" efsanesini bambaşka bir boyuta taşıdı. Araştırmacılar, bu ölümcül Aspergillus flavus mantarından izole ettikleri bazı özel kimyasal bileşiklerin, kanser tedavisinde devrim yaratabilecek bir potansiyele sahip olduğunu keşfettiler. Nature Chemical Biology gibi dünyanın en saygın bilim dergilerinde yayımlanan bulgulara göre, bu mantarın ürettiği moleküller, özellikle en agresif kan kanseri türlerinden biri olan lösemi hücreleri üzerinde inanılmaz derecede etkiliydi. Araştırmayı gerçekten heyecan verici kılan asıl detay ise bu moleküllerin çalışma prensibiydi. Geleneksel kemoterapi ilaçlarının aksine, bu bileşikler sağlıklı hücrelere neredeyse hiç dokunmadan, adeta bir akıllı füze gibi doğrudan kanserli hücreleri hedef alıp onları yok ediyordu. Bu "seçici toksisite", kanser tedavisinin en büyük zorluklarından biri olan sağlıklı dokuların zarar görmesi ve ağır yan etkiler sorununa karşı devrim niteliğinde bir çözüm sunma potansiyeli taşıyor.

Hücrenin kalbine inen akilli moleküller

Peki, firavun mezarlarındaki bir mantar, kanser hücresini nasıl tanıyor ve onu nasıl yok ediyor? Bu sorunun cevabı, hücre biyolojisinin en temel yapılarından birinde gizli. Bilim insanları, mantardan elde ettikleri ve "asperigimisin" gibi isimler verdikleri bu bileşiklerin, kanser hücrelerinin bölünmesi ve çoğalması için hayati önem taşıyan "mikrotübül" adı verilen iç iskelet yapılarını hedef aldığını belirledi. Sağlıklı bir hücre normal bir hızda bölünürken, kanser hücreleri kontrolsüz ve sürekli bir bölünme hali içindedir. İşte mantarın ürettiği bu akıllı moleküller, kanser hücrelerinin bu kontrolsüz bölünme döngüsünü bozarak onların çoğalmasını engelliyor ve hücreyi kendi kendini yok etmeye (apoptoz) zorluyor. Araştırmayı yürüten Prof. Dr. Hans-Ulrich Müller, bu mekanizmanın, mevcut tedavilere dirençli kanser türleri için bile yepyeni bir kapı aralayabileceğini ve binlerce hayatı kurtarabilecek bir tıbbi devrime yol açabileceğini belirtiyor. Bu keşif, doğanın en ölümcül zehirlerinin bile, doğru anlaşıldığında ve doğru şekilde kullanıldığında en güçlü ilaçlara dönüşebileceğinin en somut kanıtlarından biri.

Mansur Yavaş cezaevinde İmamoğlu ile ne konuştu?
Mansur Yavaş cezaevinde İmamoğlu ile ne konuştu?
İçeriği Görüntüle

Doğanin eczanesi: mantarlarin tip dünyasindaki gizli gücü

Aslında mantarların tıp dünyasına olan katkısı yeni bir olgu değil. Yirminci yüzyılın en büyük tıbbi keşiflerinden biri olan ve milyonlarca insanın hayatını bakteriyel enfeksiyonlardan kurtaran ilk antibiyotik penisilin, bir küf mantarından (Penicillium) keşfedilmişti. Araştırmanın kıdemli yazarlarından Doç. Dr. Sherry Gao'nun da vurguladığı gibi, "Mantarlar bize penisilini verdi, şimdi de kanser için yeni silahlar verebilirler." Bilim dünyası, geleneksel Çin tıbbında "ölümsüzlük mantarı" olarak bilinen Kırmızı Reishi'den, daha az bilinen yerel mantar türlerine kadar birçok farklı organizmanın kanser ve diğer hastalıklar üzerindeki etkilerini yoğun bir şekilde araştırıyor. Bu çalışmalar, yeryüzünün ayaklarımızın altında keşfedilmeyi bekleyen devasa bir doğal eczane barındırdığını ve kanser gibi karmaşık hastalıklarla mücadelede yeni ve etkili silahların bu doğal kaynaklarda saklı olabileceğini gösteriyor.

Laboratuvardan kliniğe uzanan umut dolu yolculuk

Aspergillus flavus mantarından elde edilen bu umut vadeden sonuçların, şu an için büyük ölçüde laboratuvar ortamında, hücre kültürleri üzerinde yapılan deneylere dayandığını unutmamak gerekiyor. Bilim insanları, bu başarılı sonuçların ardından bir sonraki kritik aşamaya geçmeye hazırlanıyor: hayvan modelleri üzerinde yapılacak testler ve ardından, eğer bu aşamalar da başarıyla geçilirse, insanlar üzerinde yapılacak klinik denemeler. Bu süreç, güvenliğin ve etkinliğin kanıtlanması için yıllar alabilir ve her adımı büyük bir titizlikle yürütülmelidir. Dolayısıyla, "Mumyanın Laneti"nden doğan bu potansiyel ilaç, henüz eczane raflarında yerini almış bir tedavi değil. Ancak, yüzyıllardır korku, gizem ve ölümle anılan bir efsanenin, modern bilimin meraklı ve inatçı ellerinde, insanlığın en büyük düşmanlarından birine karşı güçlü bir umuda dönüşme hikayesi, bilimin karanlığı aydınlatma gücünü ve doğanın sonsuz potansiyelini gözler önüne seren en çarpıcı örneklerden biri olarak şimdiden tarihteki yerini almış durumda

Kaynak: haber merkezi