Türkiye ekonomisi için bir dönem döviz kuruna karşı bir çıpa olarak sunulan ancak zamanla Hazine ve Merkez Bankası üzerinde büyük bir yük oluşturan Kur Korumalı Mevduat (KKM) sisteminden çıkış, kararlı bir şekilde devam ediyor. Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu'nun (BDDK) 8 Ağustos ile biten haftayı kapsayan son verileri, KKM'deki çözülmenin hızlandığını bir kez daha teyit etti. Açıklanan rakamlara göre, kur korumalı TL mevduat ve katılma hesaplarının toplam büyüklüğü, bir önceki haftaya kıyasla 19,06 milyar TL'lik sert bir düşüşle 477,6 milyar TL'den 458,5 milyar TL'ye geriledi. Bu düşüş, ekonomi yönetiminin KKM'yi kademeli olarak sonlandırma ve "liralaşma" stratejisini derinleştirme politikasının somut bir yansıması olarak değerlendiriliyor.
Bir zamanlar 3,4 trilyon lirayı aşarak Türkiye'nin en büyük mevduat kalemi haline gelen KKM, uygulanan sıkı para politikası ve mevduat faizlerindeki artışla birlikte cazibesini büyük ölçüde yitirdi. Merkez Bankası'nın KKM'de faiz tavanını düşük tutması ve bankaları standart TL mevduata yönlendiren zorunlu karşılık gibi düzenlemeleri, mudilerin vadesi dolan KKM hesaplarını yenilemek yerine, daha yüksek getiri sunan klasik TL mevduat hesaplarına geçmesini teşvik ediyor. Haftalık 19 milyar liralık bu erime, sürecin istikrarlı bir şekilde işlediğini ve piyasanın artık KKM dışındaki enstrümanlara güvendiğini gösteren önemli bir gösterge olarak kabul ediliyor.
Liralaşma stratejisi meyvelerini veriyor mu?
KKM'den çıkış yaşanırken, bankacılık sistemindeki toplam mevduat hacminin artış göstermesi, ekonomi yönetiminin "liralaşma" stratejisinin en kritik başarı kriterlerinden biri olarak görülüyor. BDDK verilerine göre, aynı hafta içinde bankalardaki toplam mevduat 23 trilyon 354,4 milyar TL'den 23 trilyon 471,9 milyar TL'ye yükseldi. Bu durum, KKM'den çıkan paranın sistemden kaçmadığını, aksine büyük ölçüde standart Türk Lirası mevduat hesaplarına yöneldiğini ortaya koyuyor. Bu eğilim, dolarizasyonun, yani vatandaşın ve şirketlerin dövize olan talebinin azalmasında ve TL'ye olan güvenin artmasında kilit bir rol oynuyor.
Yüksek politika faiz oranlarının TL mevduatı cazip hale getirmesi, bu dönüşümün arkasındaki ana motor olarak işlev görüyor. Mudiler, artık kur riskine karşı bir koruma aramak yerine, TL'de kalarak yüksek faiz getirisi elde etmeyi daha rasyonel buluyor. Bu durum, hem finansal istikrarın sağlanması hem de Merkez Bankası'nın para politikasının etkinliğinin artırılması açısından hayati bir önem taşıyor. Ancak, bu sürecin sürdürülebilirliği, enflasyonla mücadelenin başarısına ve döviz kurlarında sağlanacak istikrara sıkı sıkıya bağlı.
Kredi muslukları akıyor ama kartlarda frene basıldı
BDDK'nın açıkladığı veriler, kredi piyasasında ise ilginç ve ikili bir tabloyu gözler önüne seriyor. Bir yandan sıkı para politikasının iç talebi soğutma hedefi doğrultusunda bazı alanlarda frene basılırken, diğer yandan kredi hacmindeki genel artış devam ediyor. Toplam kredi hacmi, söz konusu haftada 20 trilyon 52,8 milyar TL'den 20 trilyon 153,9 milyar TL'ye çıkarak büyümeyi sürdürdü.
Ancak detaya inildiğinde, tüketici kredileri ile kredi kartı borçları arasında belirgin bir ayrışma yaşandığı görülüyor. İhtiyaç, taşıt ve konut kredilerini kapsayan tüketici kredilerinin toplamı 2 trilyon 438,4 milyar TL'den 2 trilyon 454,5 milyar TL'ye yükseldi. Bu artış, yüksek faizlere rağmen hanehalkının borçlanma ihtiyacının sürdüğünü gösteriyor. Öte yandan, ekonomi yönetiminin enflasyonla mücadele kapsamında en çok hedef aldığı kalemlerden biri olan bireysel kredi kartı borçlarında ise bir gerileme yaşandı. Bireysel kredi kartı borçları, 2 trilyon 385 milyar TL'den 2 trilyon 360,1 milyar TL'ye düştü. Bu düşüş, Merkez Bankası'nın kredi kartı nakit avans faizlerini ve azami faiz oranlarını yükseltmesi gibi makroihtiyati tedbirlerin etkisini göstermeye başladığının bir işareti olarak yorumlanıyor. Tüketicilerin, maliyeti artan kartlı harcamalarda daha temkinli davrandığı veya yüksek faizli kart borçlarını daha düşük maliyetli tüketici kredileriyle yeniden yapılandırdığı düşünülüyor.
Bilançonun diğer yüzü: Takipteki alacaklar artışta
Ekonomi yönetiminin KKM'yi eritme ve enflasyonu dizginleme çabalarının olumlu sonuçları görülürken, bilançonun diğer yüzünde ise sıkılaşmanın getirdiği zorluklar belirginleşiyor. Bunun en net göstergesi, bankaların takipteki alacaklarında yaşanan artış oldu. Verilere göre, bankaların tahsil edemediği ve batık olarak kayda geçen kredi miktarı, bir haftada 454,6 milyar TL'den 457,8 milyar TL'ye yükseldi. Bu artış, 90 günden fazla süredir ödenmeyen kredilerin miktarının arttığı anlamına geliyor ve hem bireylerin hem de şirketlerin borç geri ödeme kapasitelerinde bir zayıflamaya işaret ediyor.
Yüksek faiz oranları, bir yandan TL'yi cazip kılarken, diğer yandan kredi maliyetlerini artırarak mevcut borçlular üzerinde ciddi bir baskı oluşturuyor. İşletmelerin finansman maliyetleri artarken, bireylerin de kredi taksitlerini ödemekte zorlandığı görülüyor. Takipteki alacaklardaki bu artış, henüz alarm verici bir seviyede olmasa da, trendin yönü ve hızı, ekonomi yönetiminin ve bankacılık sektörünün yakından izlemesi gereken bir risk unsuru olarak öne çıkıyor. Sıkı para politikasının kaçınılmaz bir yan etkisi olan bu durum, dezenflasyon sürecinin ne kadar sancılı geçtiğini ve ekonomideki soğumanın maliyetlerini de ortaya koyuyor. Önümüzdeki dönemde bu rakamların seyri, ekonomi programının sürdürülebilirliği ve olası bir kredi riski krizinin önlenmesi açısından kritik olacak.