Derleyen/ Hülya SOYŞEKERCİ

Kurtuluş Savaşı konusunu işleyen romanların toplumda ve bireysel hafızalarda en çok iz bırakanların içeriklerine yer vermemiz gerekir. Bu romanlarda aydınlar, öğretmenler, subaylar ön planda yer alır ve topluma öncülük ederler. Vatanseverlik ve fedakârlık duygusu romantik bir coşkuyla işlenir. Özellikle Ateşten Gömlek, Yaban gibi romanlar içeriden bir bakışla yazıldığı için gerçekçi sahnelerle de doludur. Roman kahramanları vatan aşkı ve bağımsızlık tutkusuyla hareket ederler, sömürgeciliğe karşı çıkarlar ve vatan toprakları için canlarını feda etmekten çekinmezler.

Romanların içerikleri

Ateşten Gömlek, Halide Edip Adıvar’ın romanı Ateşten Gömlek savaşın ortasında yazılmış, Kurtuluş Savaşı'na içeriden bakan bir eserdir. Yazar, romanının konusunu, girişinde şöyle açıklıyor: “Ankara’ya uzun bir izinle döndüğüm günlerde birdenbire eski günlerin roman yazma hummasına tutuldum. Çocuk gibi oturdum, iki ay emsalsiz bir heyecan içinde esasları tunçtan olan insanları çamurdan yoğurdum. İhtilal ve isyan günlerinden beri, koza, kurt, kelebek devirleri tetkik edilen mahlûkat gibi, silah arkadaşlarımın ‘Ateşten Gömlek’te birkaç solgun aksini, İstanbul, ihtilal ve ordu günlerinden alıp kâğıt üstüne koymaya çalıştım.” Roman, İzmir’in işgalinde kocasını ve çocuğunu kaybedince İstanbul’a gelerek Milli Mücadele’ye katılan Ayşe’nin yaşantıları üzerine kurulmuştur. Önce bir İtalyan ailenin yanına sığınan Ayşe, İstanbul’a, akrabası Peyami’nin yanına gider. Ulusal coşku içinde çalkalanan İstanbul’da protesto mitingleri yapılmaktadır. Ayşe, Peyami ve Peyami’nin arkadaşı Binbaşı İhsan hastalara bakan hemşire Ayşe’yi içten içe sevmeye başlarlar. Bu aşk her ikisi için de “ateşten gömlek” olmuştur. Sakarya Savaşı kazanılır ama Ayşe ve İhsan şehit düşerler. Başına bir kurşun saplanan Peyami de Ankara Cebeci Hastanesi'ne kaldırılır. Roman, yaralı Peyami’nin notları biçiminde yazılmıştır. Peyami de bir süre sonra vefat eder. Vedat Günyol’a göre, “Edebiyatımızda Kurtuluş Savaşı üzerine yazılan romanların ilki ve hâlâ en güzeli” olan Ateşten Gömlek, gücünü Ayşe’de sembolleştirilen vatan sevgisinden alır.

Vurun Kahpeye, Halide Edip'in romanı, 1923 yılı sonlarında Akşam gazetesinde tefrika edildi ve 1926'da ilk defa kitap olarak yayımlandı. Türk sinemasında 1949, 1964 ve 1973 yıllarında olmak üzere üç kez beyaz perdeye aktarıldı. Konusunu Millî Mücadele günlerinden alan romanda, idealist İstanbullu öğretmen Aliye’nin Anadolu’da bir kasabaya gidişi ve bölgede Milli Mücadele düşüncesine destek faaliyetleri aktarılır. Romanda, bölge halkının Millî Mücadele’ye bakışı, söz konusu mücadelenin sembolü konumuna gelmiş Kuvayı Milliye oluşumunu algılayışının yanı sıra çözülen Osmanlı devlet mekanizmasının temsilcileri ve eski düzen karşıtları yansıtılır.

Sözde Kızlar, Peyami Safa tarafından kaleme alınan 1923 tarihli romandır. Romanın temasında ahlaki çöküntüler ve topluma uymayan bazı değerlerin eleştirisi bulunmaktadır. Konu olarak da Mütareke döneminde kaybolan babasını bulmak için İzmir’den İstanbul'a gelen Mebrure'nin hikâyesi işlenmektedir.

Sodom ve Gomore, Ürdün’deki bu iki şehrin, vaktiyle günahkârlıkları yüzünden Tanrı gazabına uğrayarak yerle bir edildikleri İncil’de anlatılır. Yakup Kadri, Mütareke yıllarının İstanbul’unu bu iki lanetli şehirle özdeşleştiriyor. Eserde Mütareke döneminde işgal altındaki İstanbul’un sosyal yaşamı anlatılır, işgal kuvvetleriyle işbirliği yapan soysuzlaşmış çevrelerin ahlak düşüklüğü gösterilir; kitaba adını veren Sodom ve Gomore şehirlerinin de ahlak sapkınlığı yüzünden tanrının gazabına uğradığı hatırlatılır. Roman, Sami Bey ve ailesini ve bu aileyle ilişkili yerli ve yabancı kahramanları canlandırır.

Yaban, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun 1932 tarihli romanıdır. Yapıtta I. Dünya Savaşı’nda bir kolunu yitiren ve işgal altındaki İstanbul’un tiksindirici havasından kurtulmak amacıyla, kendi emir erinin memleketi olan bir Anadolu köyüne sığınan Ahmet Celal’in öyküsü çevresinde köyün, köylünün durumu, Kurtuluş Savaşı’ndaki tutumu sergilenir. Köylülere göre bir “yaban” olan Ahmet Celal, konuşması, tavırları, giyimi, düşünceleri, duyarlığıyla onların dünyalarının dışındadır. Kafasındaki, benliğindeki acılardan kurtulmak için eski neferi Ali’nin Porsuk çayı dolaylarındaki köyüne gelmiş, köylülerin arasına karışarak, kendini doğaya bırakarak yenilenmeyi ummuştur. Ama köydeki yaşama biçimine bir türlü uyum sağlayamaz. Çirkin, kısır bir doğa, pis bir çevre, illetli, sakat insanlar, cehalet, kör inançlar, içgüdülerin yönlendirdiği bir yaşama biçimi umutsuzluğunu arttırır. Köylülerin Milli Mücadele’ye karşı takındıkları ilgisizlik, geri çekilen düşman askerlerinin zulmüne tepki göstermeyişleri Ahmet Celal’i çılgına döndürür. Bu durumdan kendini, aydınları sorumlu tutar. Anadolu halkının “hayvani duyguların, cehaletin ve yoksulluğun ve kıtlığın elinde bırakan Türk aydınıdır. Böylece aydın-halk kopukluğu ya da halk-aydın çatışması romanın ana temasını oluşturur.

Ankara, Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun romanıdır. Yapıtta birbirini izleyen üç tarihsel dönemin Ankara’sı anlatılır. Zaman kesiti olarak birinci bölümde Kurtuluş Savaşı’nı, ikinci bölümde Cumhuriyet’in kuruluş yıllarını, üçüncü bölümde ise Cumhuriyet’in yirminci yılı yani 1943 yılı seçilmiş, tarihsel sürecin üç ayrı aşamasında Ankara odak alınarak Türkiye’deki toplumsal gelişim yansıtılmak amaçlanmıştır. Üçüncü bölüm, ilk iki bölümden farklı olarak gözlenen gerçekliğin değil yazarın düşlediği geleceğin Ankara’sının betimlenmesidir. Romanı yazdığı yıllarda Kadro dergisini çıkaran (1932) Yakup Kadri, Kadrocu görüşle bir ütopyayı, ulaşılmasını istediği ideal Ankara’yı anlatmıştır.

Dikmen Yıldızı, Aka Gündüz’ün 1927 tarihli oldukça nahif ve simgesel romanıdır. Popüler bir roman olan Dikmen Yıldızı’nda Dikmen Yıldızı bir İzmir kızıdır ve İzmir’i simgeler. Anlatıcı, romanda “Dikmen Yıldızı dedikleri aşkın, bağlılığın, kadının ve toprağın simgesidir” der. Yıldız’ın nişanlısı havacı Yüzbaşı Murad, bir hayat ve fazilet ideali olarak tanıtılır. O da genç Cumhuriyetin simgesidir. Roman ilk başta pek çok karamsar ve acı veren olaylarla başlar, üçüncü bölümden sonra romanda iyimser bir hava oluşur. Mutlu bir sonla biter.

Yeşil Gece, Reşat Nuri Güntekin’in 1928 tarihli romanıdır. "Çalıkuşu"nda olduğu gibi Yeşil Gece romanında da eğitimin önemine dikkat çeker; toplumun gelişmesini ve kurtuluşunu eğitimde görür. Toplumsal yönü ağır basan bu romanda, Ege Bölgesi'ndeki bir kasabada, cahil ve gerici güçlerle savaşan, idealist genç bir öğretmenin serüveni anlatılır. Romanın ana karakteri Şahin Öğretmendir; olaylar bu öğretmenin etrafında gerçekleşiyor. Modern eğitimin gericilere karşı verdiği mücadele anlatılıyor.

Halâs, Servet-i Fünun romancısı ve ilk psikolojik romanımız olan Eylül’ün yazarı Mehmet Rauf’un 1929 tarihli romanıdır. Konusunu Kurtuluş Savaşı’ndan alan Halâs (Kurtuluş), Mehmet Rauf’un yazdığı son romandır. Mehmet Rauf, romanında Milli Mücadele dönemine yer vermekle birlikte dönemi, tarihi ve milli bağlamının yanında aşk ilişkileri bağlamında sergilemeye çalışmıştır. Anadolu’nun işgalini ve Milli Mücadele’yi, İzmir ve İstanbul’daki yansımalarının içinden anlatır. Subay Nihat’ın aşk duyguları çerçevesinde işlenen olay örgüsünde; milli duygu, vatan sevgisi ve millet aşkına geniş yer verilmiştir.

Üç İstanbul, Mithat Cemal Kuntay'ın 1938 yılında yayımlanan tarihi romanıdır. Roman Abdülhamit'in istibdat döneminde başlar ve Ankara Hükümeti'nin kurulduğu yıllarda son bulur. Romanın başkahramanı Adnan'dır. Romanın kapsadığı, Adnan'ın yaşamından da çıkarılabilecek olan 30-40 yıllık bir süreçtir. Eserin başında 20'li yaşlarda olan Adnan, romanın sonunda 50'li yaşlarında ölür. Romanda İstanbul'un üç dönemi (Abdülhamit dönemi İstanbul, İttihat ve Terakki dönemi İstanbul ve milli mücadeleyle önemini kaybeden İstanbul) anlatılır.

Çete, Refik Halit Karay’ın 1940 tarihli romanıdır. Eserde İstanbul’da Fransızca öğretmeni olarak çalışan Nezih Suat’ın Türk topraklarının işgalini hazmedemeyerek düşmanlara karşı savaşmak için Kıran takma adıyla çete oluşturması ve Anadolu topraklarının kurtuluşundaki başarıları anlatılmaktadır.

Sahnenin Dışındakiler, Ahmet Hamdi Tanpınar’ın 1950 tarihli romanıdır. Bu romanda Anadolu’da yürütülen Kurtuluş Savaşı’nın dışında kalan İstanbul’un ve İstanbul aydınlarının içinde bulundukları düşünsel ve duygusal durum anlatılır. Mütareke döneminin zor günlerinde ve savaş sırasında geçer. İstanbul, sahnenin dışına düşmüş, değerlerini yitirmiş, esir düşmüş bir kenttir. Asıl sahne ise işgal ordularına karşı savaşan Anadolu’dur.

Esir Şehrin İnsanları, (Kemal Tahir) 1956 yılında yayımlanan Esir Şehrin İnsanları, Kurtuluş Savaşı’ndan yıllar sonra yazılmış olmasına karşın, bu dönem ile ilgili farklı bir bakış açısı sunar. Kemal Tahir, Milli Mücadele’nin merkezi olan Ankara’yı ve Anadolu’yu anlatmak yerine, bu yıllarda halen Osmanlı Devleti’nin başkenti olan, işgal altındaki İstanbul’da yaşananları okuyucuya aktarır. I. Dünya Savaşı’nın bitiminden sonra yurt dışından İstanbul’a dönen Kâmil Bey ve çevresindeki insanların yaşadıkları, yalnızca bu dönemde İstanbul aydınlarının yaşananlara gösterdiği tepkileri göstermekle kalmaz, aynı zamanda Kurtuluş Savaşı’nın tek yönlü bir kahramanlık hikâyesi olmadığını da okuyucuya gösterir. “Esir Şehrin İnsanları”, aynı zamanda yazarın meşhur Esir Şehir Üçlemesi’nin de ilk cildini oluşturur. Bu üçleme, şu romanlardan oluşur: Esir Şehrin İnsanları (1956), Esir Şehrin Mahpusu (1961), Yorgun Savaşçı (1965).

Kalpaklılar, Samim Kocagöz’ün 1962 tarihli romanıdır. Kurtuluş Savaşı’nın iki kalın çizgisini çizmek gerekirse, diyebiliriz ki bu çizginin birincisi, dış düşmanlara karşı girişilen Bağımsızlık Savaşı, ikincisi içeride padişah ve hilafet taraftarlarına karşı başlayan Cumhuriyet ihtilalidir. Genç Ankara hükümeti dış düşmanlarla savaşırken, içten de ihtilali tamamlamak gibi çetin bir sorunla karşı karşıyaydı. Kalpaklılar bu iki kalın çizginin panoramasını çizmek ister. İzmir’in Yunanlar tarafından işgaliyle başlayan roman, değişik kişilerin hatıralarıyla, savaşın çeşitli cephelerine sıçrayarak gelişir. Olaylar birbirine eklenerek, bağlanarak, Kurtuluş Savaşı’nın bütünlüğü tamamlanmak istenir. (…) Samim Kocagöz, romanı hakkında Ataç dergisinde şunları belirtir: “Ele aldığım kişiler, tarih olaylarının içindeki kişiler olmakla birlikte, bu kişilerin dışında benim yarattığım tipler de vardır. Romanıma Mustafa Kemal’in Büyük Nutuk’unun ışığında yön verdim. Romandaki olumlu tip Yusuf, Kurtuluş Savaşı’nın aydınıdır.”

Doludizgin, Samim Kocagöz’ün Kurtuluş Savaşı’nı konu alan bir diğer romanıdır. 1961’de Vatan gazetesinde tefrika edilmiştir. 1963’te kitaplaşmıştır. Roman sekiz bölümden oluşur ve Kurtuluş Savaşı sürecini baştan sona anlatır. Sekizinci ve son bölüm Türk ordusunun İzmir’e girişiyle noktalanır.

Küçük Ağa, Tarık Buğra’nın 1963 tarihli romanıdır. Yapıtta medrese öğrenimi görmüş Mehmet Reşit Efendinin, görevli olarak gönderildiği Akşehir’de Kuvayı Milliye’ye karşı çıkışı, Ankara’nın vur emri üzerine eşkıya Küçük Ağa oluşu, kendisini yakalamakla görevli Çolak Salih’le karşılaştıktan sonra Kuvayı Milliye’cilere katılışı anlatılır. Çelişik hayatının içinde yaşadığı dramda gelenekçi kesimin Kurtuluş Savaşı içindeki durumu yansıtılır. Küçük Ağa’nın Kuvayı Milliye’ye katıldıktan sonraki serüveni Küçük Ağa Ankara’da (1966) romanında anlatılır.

Kutsal İsyan, (Hasan İzzettin Dinamo,1966) Millî Kurtuluş Savaşı’nın Gerçek Hikâyesi, beş cilt. İlkin sekiz cilt altında yayımlanan Kutsal İsyan, daha sonra beş cilde indirilmiştir. “Milli Kurtuluş Savaşı’nın Gerçek Hikâyesi” bir ulusun gerçek kahramanlık hikâyesidir ve bir bütün olarak ele alınmalıdır. Bu kitabın devamı olan Kutsal Barış’ı (1976) da (Ulusal Kurtuluş Savaşı Sonrasının Gerçek hikâyesi’ni de) bu bütünden koparamayız. Kutsal Barış dört cilt olarak yayımlanmıştır. Toplam dokuz ciltlik bu eserin yaklaşık 5500 sayfasını bir romanı okur gibi değil, orkestra şefliğini Mustafa Kemal Atatürk’ün yaptığı, ulusumuzun sahneye koyup, ordumuzun ve milletimizin oynadığı bir senfoniyi dinler gibi takip etmeliyiz.

Kutsal Barış, (1976) Mudanya Mütarekesi’nden Atatürk’ün vefat ettiği 10 Kasım 1938’e kadarki dönemi en ince ayrıntılarına kadar incelemektedir. Yedi cilt tutar. Kurtuluş Savaşı sonrasının, Cumhuriyet’in ilanının, Lozan’ın, yeni devletin, devrimlerin, anlatımıyla ilerleyen bu belgesel roman, Türkiye’nin Atatürk dönemine ilişkin türlü sorunlarının panoraması olur.

Yüzbaşı Salahattin’in Romanı (1973) İlhan Selçuk’un Yüzbaşı Salahattin Yurtoğlu’nun anılarından yola çıkarak kaleme aldığı belgesel değeri olan bir romandır. Anıları, yazınsal bir estetik içinde romana dönüştüren İlhan Selçuk döneme ışık tutan gerçekçi bir romana imzasını atmıştır. Cesur, yurtsever, idealist bir kişidir.