“Efendim ben kralım, böyle bir şey bana yakışmaz.” veya “Ben çok zengin bir iş adamıyım, böyle b.ktan şeylerle zaman kaybetmeyeyim. Kaç para ise vereyim, benim yerime başkası yapsın.” diyemiyorsunuz. Herkes kendi işini kendisi görmek zorunda.

Hal böyle olunca, iş başa düşünce yani, insanoğlu varoluşunun başından bu yana dışkılamak eylemi ile hep iç içe yaşamış. Sağlıkla da doğrudan ilintili bir konu. Bir yediklerinizin vücuda yararlı hale gelen kısmından arta kalanın mümkün olan en kısa zamanda vücuttan uzaklaştırılması gerekiyor. Diğer taraftan bunların insan sağlığına zararlı hale gelmemesi, hastalık yapmaması.

Bağırsaklar ikinci beyindir diye boşu boşuna söylememişler. Sadece vücut sağlığı değil, ruh sağlığı ile de direkt ilgili bir konu. Stresli bir yaşantınız varsa, ya kabızdan, ya da ishalden şikayetçi olursunuz. Bu nedenle insanlar yedikleri, içtiklerine sağlıklı olmak adına dikkat etmeye çalışmışlar.

Gelelim tuvalet konusuna. İnsanlığın ilk dönemlerinde, yani insanın avcı ve toplayıcı toplayıcı olduğu dönemde, tuvalet yapısı söz konusu değildi. İnsanlar sürekli dolaştıklarından, hacet giderdikten sonra oradan uzaklaştıklarından bir sorun olmuyordu. Küçük topluluklar olarak yerleşik yaşama geçtiklerinde de pek sorun olmadı. Yaşadıkları yerin dışında bir yerde, bir çukur açıp tuvalet ihtiyacını giderdikten sonra üzerini örttüklerinden, sağlık açısından bir sorun yşamıyorlardı. Aynı kediler gibi yani.

Ne zaman şehirleşme başladı, o zaman tuvaletler yapılmaya başladı. Tuvaletlerin bildiğimiz ilk örnekleri Hindistan, Ortadoğu, Mısır ve Anadolu coğrafyasında ortaya çıktı. Hatta günümüzden binlerce yıl önce buralarda oturarak ihtiyaç gidermek için, bizim günümüzde alafranga tuvalet dediğimiz oturaklı tuvaletler vardı.

Dedik ya tuvalet konusu insanın yaşamının tam ortasında olmuş her zaman. Binlerce yıl önce Eski Yunanda ve Romalılarda kanalizasyona bağlı hijyenik tuvaletler yapılmış. Bunlar genellikle Cimnazyumlara bitişik hamamların bir parçası idi. Hamamların kullanılmış suyu tuvaletlerden geçer, dışkıları temizleyerek kanalizasyona ulaşırdı. Oradan da denize, balıklar merakla bekler.bugün menüde ne var diye. Balıklar serpilir de serpilir. Balıkçılar yakaladıkları balıkları kent halkına satar, oradan tavaya. Derken bir ziyafet sorası döngü tuvalette tamamlanır.

Tarihte bizim coğrafyamızda bu işler bu derece modern görülürken, Avrupa’da saraylarda bile tuvalet yoktu. Bizim oturak veya lazımlık dediğimiz kaplar kullanılır, hacet görüldükten sonra pencereden dışarı savrulurdu. Artık o an oradan kim geçiyorsa, talih kuşu onun başına konardı.

Bir de “tüy dikmek” diye bir laf var. Bu da konuyla ilgili aslında. Uzun şatafatlı giysiler içinde dolaşan saray erkanı, sıkıştığında eteklerini kaldırarak olduğu yere çömelirdi. İşi bittikten sonra, arkasında elinde uzun tüyler olan uşaklar, bunlardan bir tanesini dışkıya saplar, kurumasını beklerdi. Bunun iki faydası vardı. Biri üzerine basılmaması için görünür kılmak, diğeri de kuruyunca tüyden tutarak pencereden dışarı atmak.

Çok yağmur yağan Hollanda’da, tuvalet işi yapan adamlar bir elinde oturak, bir elinde de şemsiye kentin meydanında dolaşırdı. İhtiyacı olana denk gelince, oturağı yere koyar, şemsiyeyi de açarak, para ödeyen kişinin rahat rahat işini görmesini beklerdi.

Almanya’da etrafı su dolu hendeklerle çevrili kale ve şatolarda da ilginç bir sistem vardı. Kalenin dış duvarında altı delik tuvalet balkonları vardı. Kişi sırtı duvara dönük burada işini görür, aşağıdaki delikten su dolu hendeğe düşen dışkıyı böylece kendinde güvenli bir şekilde uzaklaştırmış olurdu.

Özellikle idrar roma döneminde atılayacak kadar değerliydi. Kentin belirli yerlerinde tuvaletlerden ayrı, amforalar yani testiler konur, erkekler küçük tuvaletlerini buraya yapardı. Daha sonra toplanan idrarlar deri işlenmesinde kullanılmak üzere tabakhanelere satılırdı.

Ünlü Roma İmparatoru Vespasian binaların imar edilmesi için yeni vergiler koyar. Bunların içinde de tuvalet vergisi de vardır. Oğlu Titus’tan gelen tepkiye, “dışkıdan para kazanıyorsun” söylemine meşhur cevabı ile karşılık verir : “Pecunia non olet” yani “Para Kokmaz”. Yani “para paradır” demek istemiş.

Roma devrinde zengin vatandaşlarının hepsinin evinde tuvaletler vardı. Hatta Efes’te Yamaç Evlerde 3 kişinin aynı anda oturabileceği, karşılıklı sohbet edebileceği tuvalet örneği bile var. Kendi tuvaleti olmayanlar da, kent yönetimi tarafından inşa edilen umumi tuvaletlere, latrinalara giderdi. Buraya giriş belli bir ücret karşılığı oluyordu.

Bazı dönemler kadın-erkek karışık da girilen tuvaletler dönem koşullarına göre son derece hijyenikti. İnsanların burada bir yandan ihtiyaç giderirken, bir yandan da yanında oturanlarla dedikodu, siyaset yapar, hatta ticaret konuşup iş bile bağlarlardı. Alttan akan hamamların kullanılmış suyu pislikleri kanalizasyona taşırdı. Önlerinde içinden su akan küçük kanaldaki sui le de işleri bittikten sonra temizlenirlerdi.

Bir de tarih boyunca olduğu gibi buralara günümüzde verilen isimler var. Tuvalet, WC, Memişhane, Kenef, Ayakyolu, Lavabo, Hela, 100 Numara, Kademhane bunlardan bazıları. Yüz numara da dilimize bir yanlışlık ile geçmiş. Eskiden Fransa'da otellerde tuvaletler koridorların uçlarında idi ve odalara tek tek numaralar verirlerken, tuvaletlere numarasız demişler ve 00 olarak işaretlemişlerdi. fransızcadaki numarasız ile 100 numara kelimesi hemen hemen aynı telaffuz edildiğinden, bizde yanlışlıkla yüz numara olarak yerleşmiştir.

Durum bu, arz edilir…