Yaşar AKSOY

Düşman işgalinden kurtulan İzmir, büyük bir sevinç içinde kurtarıcısı Hâlâskar Gazi Mustafa Kemal Paşa'yı bağrına basmaktaydı.

Gazi, 10 Eylül 1922 Pazar günü öğle saatlerinde Kemalpaşa'dan hareketle muhteşem bir gösteri sonucu, saat 14.00'de Hükümet Konağı'na geldi. Akşamüstüne kadar düşmandan kurtarılan bu güzelim kentin yoğun işleri ile uğraşan ve yabancı konsolosları kabul ederek, İzmir'in özgürlüğünü dış aleme kabul ettiren Atatürk, daha sonra geceyi geçirmek üzere Karşıyaka'ya hareket etti. Önde ve arkada iki mızraklı süvari bölüğünün arasında, İzmirliler'in armağanı olan otomobille Karşıyaka'ya şeref veren Atatürk'ün yanında Ruşen Eşref Ünaydın ile yaverleri Muzaffer Kılıç ve Salih Bozok Beyler vardı.

Ruşen Eşref Ünaydın Anlatıyor

Atatürk'ün Karşıyaka'ya gidişini, hemen yanı başındaki Ruşen Eşref Ünaydın'dan dinleyelim: (Atatürk'ü Özleyiş, S. 160-168)

"... Alkış sağanakları arabanın etrafında yeniden başlamıştı. Karşıyaka'dan içeri giriyordun! Öyle bir karşılanıyordun ki!.. O sokaklar dolusu insan önün sıra, ardın sıra giden atlıların ayakları altına atılıp, yoluna can verecekler gibi kendilerinden geçiyorlardı. Onların haykırışlarından atlar ürküyor, şaha kalkıyorlardı. Sevinçten gülenler. Fakat cezbeye gelmiş sevinçten bayılacak dereceye varıp hüngür hüngür ağlaşan kadınlar...

Pencereden bayraklar ve çarşaflar gibi sarkıp yırtınırcasına bağırışan, sana haykıra haykıra dua eden kadınlar... Çarpınışları onların hızından daha rüzgarlanmış gibi dalga dalga hareketlenen bayraklar. O ne olduğunu henüz gereği gibi kavramamışlarsa da, ömürlerinin fecrindeki bir zafer geçidinin bütün heyecanını hayatları boyunca anacak İzmir çocukları... Atların nalları altında ezilerek gibi arabaya, ellerinde küçücük küçücük Türk bayraklarıyla, güllerle, karanfillerle koşuşa koşuşa sokulan çocuklar...

Karşıyaka'dan gelen alay, işte bu anlamdaydı. Türkiye'nin yeni mukedderatı, yeni mantığı, milletine verdiği sözü tutmuş, milletinin emelini gerçekleştirmiş, muzaffer kahramanıyla birlikte milletinin gözü önünde işte böyle muhteşem bir manzara halinde artık iyiden iyiye beliriyordu.

Hep o bitmeyen, tükenmeyen alkışlar ve kutlayışlar arasında evinin önüne vardın. Atlar durdu. Araba durdu.”

Yunan Kralına Cevap

“.. İki yanını sarmış bir coşkun halk arasından geçtin. Evin mermer taraçasına çıktın. Seni yerlere eğilerek, seni el çırparak, seni dualar ederek karşılayan kadın erkek kalabalığın önünde durdun.Seni içeri davet ediyorlardı. Sen duruyordun. Yerde yatan örtüyü sordun. O ipekten kocaman bir düşman bayrağı idi ki, üzerine basılarak geçilecek bir yol halısı gibi serilmişti..

Kadın, erkek oradaki İzmirliler:

- Buyurunuz, geçiniz. Bizim öcümüzü yerine getiriniz!.. Yabancı Kral, bu evden içeri bizim bayrağımıza basarak girmişti. Siz lütfedin, bu karşılıkla o lekeyi silin! Burayı sizin şehrinizdir. Bu ev sizindir. Bu hak sizindir diye yalvarıyorlardı.

Sen, o yerde serili bayrağın önünde, bulunduğun noktada kaldın. Sana ağlaşarak yalvaran kadınlara erkeklere tatlılıkla baktın:

- O, geçmişte hata etmiş. Bir milletin İstiklalinin timsali olan bayrak çiğnenemez... Ben onun hatasını tekrar edemem, dedin. Onu yerden kaldırttın ve bembeyaz mermerlere basarak içeri girdin.

İşte, sen İzmir'e ilk gün zaferinle böyle girdin!..

Oh.. O ne tarife sığmaz sevinç!.. Gene her yan bir gül ve gelincik ovası gibi al al.. Ve bu sefer daha engin: daha sayfiyemsi: daha tekellüfsüz!..

Masmavi denizin önündeki o gülistanın içinde beyaz maşlahları, beyaz başörtüleri ile sokaklara dökülmüş Karşıyakalı hanımlar!.. Hepsinin pırıl pırıl yüzleri, gözleri, beyaz beyaz dişleri, o ne güzel, tatlı bir nisan havası gibi gülümsüyor!..

Onlar, ak güvercin kanatları çırpışır gibi nazlı eller çırpıyorlar. Aşinası olduğumuz nazik bir edanın ruha değer şirinliği ile bizlere bakıp bakıp uzaktan bir şeyler, bir şeyler söylüyorlar. Mendiller sallıyorlar, çiçekler atıyorlar.

Meğer, sözünü ezber bilip de ne demek istermiş anlayamadığımız mısranın manasını, o sabah o neşeli gülümseyişler, bir sevgilinin bir daha gönlümüzden çıkmayacak yüzü gibi, ta can evimize nakşetmişler...

O saadetin hatırası, müebbet bir kavuşmanın ilk anı gibi hala içimde şen şakrak, kıvrak çınlıyor: "Karşıyaka'da İzmir'in gülü!"

O gülü, o gün birkaç saat doyamadan, ayrılamadan, imrene imrene nasıl kokladıktı! Ağyağ elinden geri alıp gene bize sunduğun o gül ne değerde imiş, sana minnet duyarak, nasıl ta içimizden anlamıştık!..

Bütün o yolları, böyle bin neşe ve bir tek bekleyiş içinde gördük. Seni bekleyiş. Bu müjdeyi onlara, ciğerlerine aldıkları hava, senin getirdiği o hürriyet sunuyordu.

Bunu, hiçbir aksilik çıkabilmesinden çekinmeden bir düğün evi gibi, kadınıyla erkeğiyle, seve özene, hizmetinde bulunmayı uğur, şeref sayan İzmir'in yüksek Türk ailelerinin elbirliği edip sana hazırla makta oldukları odalardan anlıyorduk. Onlar, sofranın, oturacağın, dinleneceğin salonları, banyo havlularını, yaverlerinin, refaketindekilerin odalarını bile birer birer kendi elceğizleri ile düzenletip yerleştiriyorlardı.”

İzmir’in Eşsiz Görünümü

“.. Ne yemeklerden hoşlandığını, hangi içkileri tercih ettiğini, kahvaltılarında neler bulundurmak adetin olduğunu, bir kusur işlenmesin diye, soruşturuyorlardı. Öğrendikleri sade şeylerden hayrete düşüyorlardı. Mesela şampanya, havyar, viski aramadığını, öyle kaymaklı, ağdalı hamur tatlıları, katmerli börekler sevmediğini, meze olarak mesela şu bildiğimiz kavrulmuş leblebi bulundurulursa hoşlanacağın, üç kaptan fazla yemek yapmamaları tercih olunacağını işittikçe, sözlerinden değilse bile hallerinden hayrette kaldıkları; o kadar fevkalade bir adama bu kadar alelade yemeklerin az görüleceğinden ve görüneceğinden endişe ettikleri seziliyordu.

Evliyazâde Refik Bey'in mi, İplikçizâde İsmail Bey'in mi köşkü olduğunu söyledikleri bu güzel villa bir eşi de yolun öbür köşe başında olan iki inci gibiydi. Pencerelerinden bakılınca insanın gözlerinden gönlüne doğru İzmir, eşsiz alımlılığının bütün ihtişamıyla öyle bir ışıklı meltem gibi vuruyordu ki!..İnsanın ellerine alası gelen tazelikte bir canlı ve sıcak mavisi olan deniz, bir ufuk gibi geniş bir koy boyunca bir baştan bir başa mermer dizisi gibi uzanmış bembeyaz ve tertemiz, güler yüzlü bir şehir ve arkası gittikçe tepeleşip dağlaşan ve heybetleşen bir zengin yeşillik!..

Gözümü o masmavi deniz, bembeyaz şehir ve yemyeşil ova güzelliğinden ayrılamıyordum!.. O, dün Belkahve doruğundan bu tarafa doğru gördüğünden sana daha muhteşem görünecektir sanıyordum."

İplikçizâde Köşkü'nde İlk Gece

Atatürk'ün Karşıyaka'da kaldığı ev, sahilde bugün yerinde 380 numaralı Çağlayan Apartmanı bulunan İplikçizâde İsmail Bey'in köşkü idi. 2 bin 800 metrekareli sahada kurulan evin bahçesinde yel değirmeni ve tenis kortu vardı. Üç katlı ve 15 odalı olan bu ev, 1916'da ilk sabahı İtalyan Alyoti'den 50 bin liraya satın alınmıştı. Yunan işgalinde İsmail Bey, Rodos'a kaçmış, ailenin geri kalan kısmı karısı Fatma Hanım ile büyük oğlu Süreyya Bey, Karşıyaka'da kalmışlardı.

İplikçizâde Köşkü'nün son derece önemli bir tarihi konumu vardı. Çünkü 30 Mayıs 1921'de İzmir'e gelen Yunan Kralı Konstantin bu evde kalmıştı. Kralın İzmir'e gelmesinden az önce, İzmir Valisi İstiryadis, Süreyya Bey'i çağırtmış ve çok güzel Rumca konuşan bu Karşıyakalı gence, senelik kirasına karşılık, kralı ağırlamak maksadı ile evlerine el koyacaklarını resmen bildirmişti.

Süreyya Bey, evimizin durumu müsait değildir, boyasızdır, haraptır diye direnmişse de, Vali İstiryadis tamiratı Yunan İşgal Komutanlığı'nın yapacağını bildirerek, İplikçizâde Köşkü'ne el koymuştu. Böylece, hücumbot ile yanaşan Kral Konstantin, İzmirli Rumlar'ın büyük gösterileri ile İplikçizâde Köşkü'ne gelmiş ve ayağının altına serilen Türk bayrağına basarak evin içine girmişti. Bu olay, Karşıyakalılar için büyük bir üzüntü ve nefret kaynağı olmuştur.

Nitekim, Kral Konstantin'in Yunanistan'a dönmesinden sonra, Türk bayrağının ayaklara alındığını gözleri ile gören Süreyya İplikçizâde, millici Kemalist hareketi var gücü ile desteklemeye açıkça başladığı için Emirlerzâde Refik Bey, Evliyazâde Refik Bey ve Postacıoğlu Ethem Bey ve diğer bazı kişilerle birlikte tutuklanarak, Atina'ya sürgün edilmişti. Eğer Türkler İzmir'de bir katliam yapacak olurlarsa, sürgün edilenler Atina'da idam edileceklerdi.

İşte Atatürk, böyle bir tarihi Karşıyaka evinde kurtuluşun ilk mutlu gecesini, yudum yudum tadarak geçirecekti..

Sadi İplikçi Anlatıyor...

Süreyya İplikçi'nin küçük kardeşi ve tüm Karşıyakalıların sevgilisi KSK'nin ilk başkanlarından Sadi İplikçi'yi başında lacivert beresi ile yalıda gezerken bulalım ve Atatürk'ün ilk gecesini anlatmasını rica edelim:

"... Annemin kardeş çocuğu Fikri Altay, 5'inci Süvari kolordusu Komutanı Fahrettin Altay'ın kardeşi olurdu. Kral Konstantin'in yaptığı densizliği Atatürk'e anlatmış ve kurtuluşun ilk gecesi evimizde kalması için Yüce Gazi'yi davet etmiş. Paşa da kabul etmişler. Annem Fatma Hanım ile Postacıoğlu Ethem Bey'in hanımı Rahime Teyze kolları sıvamışlar. Evimizin içi, yatak odaları, yemek odaları ve salonlar tertemiz yapılıp süslenmiş.

Gazi'nin sofra adabı göz önüne alınarak çeşitli mezeler, İzmir yemekleri hazırlanarak, ikramın tam olması çalışılmıştı. Ağabeyim Emin İplikçi kapı kapı dolaşarak levazım toplamıştır. Bulgur, pirinç, şeker, un gibi birçok malzemeyi Muhittin İşçimenler'den temin etmişlerdir. Hatta kapalı olan bir içkili gazino açtırılarak gerekli her şey sağlanmıştı. Atatürk, Fevzi Paşa, İsmet Paşa ve bazı üst kumandanlar, bizim evde kalacaklar, öteki misafirler hemen yanı başımızdaki Fikri Bey Köşkü'ne alınacaklardı. Bu köşk, daha sonra Hasan İkbal'in ev yaptırdığı şimdiki Gökdelen'in bulunduğu yer idi.

Atatürk, büyük bir tezahürat içinde evimizin önüne geldi ve ayaklarının altına serilen Yunan bayrağına basmayı reddederek içeri girdi. Annem, Gazinin önünde diz çökerek, Atina'da esir olan ağabeyim Süreyya’yı kurtarmasını ağlayarak rica etti. Atatürk "10 günde geri dönecekler" diye söz verdi ve İtalya Başkonsolosu'nu çağırttı. Konsolos Bey'e "Atina'da bulunan bu mümtaz kişiler, İtalyan himaye pasaportuna sahiptirler. Acele geri getirtin" diye buyruk vermiş. İtalya bunun üzerine Yunanistan'a başvurdu ve gerçekten on günde ağabeyim sapasağlam Atina'dan İzmir'e geldi.

Atatürk'ün bizim evde kaldığı akşam, büyük bir ziyafet verildi. Herkes İstirdat'ın (Kurtuluş) heyecanı ile sevinç içinde idi. Atatürk, o akşam ağabeyim Süreyya İplikçi'nin denize bakan odasında kaldı ve mışıl mışıl uyudu. Karşıyaka’mız, Gazi'mizi bağrına basmıştı!..."

Atatürk, Karşıyaka'da misafir edildiği 10 Eylül gecesini hiç unutmayacak ve daha sonra İzmir gezilerinde Karşıyaka'yı devamlı ziyaret edecektir. Atatürk'te bir Karşıyaka sevgisi başlamıştır artık...

YARIN: ATATÜRK LİSESİ MÜDÜRÜ ENVER DEMİR