Saime AKÇURA

Yazar Raşel Meseri yetişkinler için yazdığı ikinci kitabı Kırık Şehir’le okuyanı sarsıyor, “heyy içinde yaşadığın dünyanın farkında mısın?” diye herbirimize tek tek soruyor, sahi farkında mıyız?

***

şehir kırık, kalpler kırık / öteki, beriki, suyu havası / ağacı, toprağı, hayvanı, günü güneşi... / ille de kadını ille de kadını

***

Yeryüzüne ve gökyüzüne, sana ve bana, kürde ve lezbiyene, gay’e ve alt sınıfa, kadına erkeğe, hayatın kendisine vuran şiddetin getirdiği yıkım, yokoluş bir yandan soluksuz bırakıp karartırken içimizi, gece avcıları ile erkek şiddetine karşı koyuşun, direnişin, dayanışmanın yolunu aydınlatıyor

Kıyameti gelen Kırık Şehir, doğanın şiddetini merkeze koyuyor. insanın yapabileceği hiçbir şeyin kalmadığı, her şeyin bittiği, doğanın, yeryüzünün ona ettiğimiz ihaneti tükürdüğü ne var ne yoksa önüne katıp sürüklediği, yok ettiği bir günde geçiyor. İnsanların sıkışmışlıkları, aczi, çaresizliği nasıl küçücük olduğunu vuruyor yüzümüze... Biz kimiz ki?

Bıçak saplandı kalbe ve pek çok yere daha... Yeni bir zaman başladı. Erkekler kadınlarla yer değiştirdi. Korku ile tanıştı.

“Ferah” pencereden sonsuzluğa kanatlandı. Ne kazandı ne kaybetti? Gökyüzünün griliğini, karşı pencereden kendine bakan Gule’yi gördü mü? Çaresizliğin acımasızlığı ile bıraktığında kendini boşluğa bir kadın eksildi yeryüzünden, bir çocuk gitti... Narin kemikleri çıt çıt kırılırken pişmanlık mıydı duyduğu. yoksa kurtuluş mu? Yüzündeki şiddetin izlerini görmeyenlere gösterebildi mi bu son çığlığı ile?

Gule. gözlerini aradı Ferah’ın, bulamadı. Boş pencereye bakakaldı. Onun kendini boşluktan bıraktığını görüp donduğunda ne düşündü? Ne düşünür insan arkadaşı kendini sonsuzluğa bırakırken. Pat... Gule ne dedi kendine? Ahh o bıçak. almasaydı, vermeseydi... Değişir miydi yazgısı arkadaşının?

İki kadın... Biri çöken adalet sarayında mahsur diğeri bir taksinin içinde... Kadının uğradığı şiddette, mağduriyette, hak, adalet arayışında hep onların yanında. Farklı ve başka iki kadın... Başka ve farklı olmak değiştirmiyor hiçbir şeyi. Şiddetin iz bırakmayanına maruz kalıyorlar onlar da hakikati, adaleti ararken kimin ne dediğini ne düşündüğünü de dikkate almak zorundalar ki, hak hukuk adalet takılmasın eteğin boyuna, rengine...

Hüznün koyu gölgesinde duvara çarpmış bir yeşim, ne çok duvar var hayatlarımızda. Biri olmazsa biri, olmadı diğeri... Duvarları yıkmak, yastan çıkmak için, ana karnından yeryüzüne süzülen

minik bir canlıyı görmesi, uzun zamandır tuttuğu nefesini vermesi gerekti. Şiddete maruz kalıp ölen sevgilinin ardından süren derin kederi geride bırakması, vedalaşabilmesi ise ancak bedenine izinsiz dokunan erkeğe, biriktirdiği acısının kederinin öfkesi ile gösterdiği şiddet ile mümkün oldu.

Sümbülteber kokuyordu eğilmeyen başı, isyankar ve başkaldıran ruhu her daim ihtiyacı olan kadınların yanında durmasını dururken de sarıp sarmalamasını söylüyordu ona, yaralı kadınlar için gece avcısı...

Adalet sarayı çöktü; güneşli günlerin zalimlerinin, erk sahibi sefillerinin, kıyameti gelen dünyada

nasıl yerlerde sürünüp zavallılaştığını, çöküntünün, selin karşısında nasıl da perişan olduklarını görmek, sadece kendilerini kurtarma çabalarına tanıklık etmek müthiş bir ironi...

Anlatılan hikaye bir distopya değil. Şu an yaşadığımız hayatın kendisi. Fazlası yok, belki eksiği.

***

Saime Akçura Kimdir?

9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde sinema okudu. Reklam, sinema ve TV sektöründe prodüktör ve yönetmen yardımcısı olarak çalıştı. 7 yıldır İzmir Karaburun'da yaşıyor. 6 kadınla birlikte Karaburun'un ilk seramik ve çini atöyesi olan Karaburunişlik'i kurdu. Karaburunişlik'de çalışmalarını sürdürüyor.