Serdar ÇELENK

Kültürler damla damla oluşur. Yaşanmışlıklar oluşturur bir coğrafyanın kültürel birikimini. “Höyük” nedir bilir misiniz? Bir yerleşimin üst üste katmanlarla oluşturduğu tepe. Yerleşim kurulur, harp olur, darp olur, yanar yıkılır. Bu bir katman olur. Üzerine bir yerleşim daha inşa edilir. Sonra o da bir katman olur. Böyle sürer gider. Kentlerin kültür birikimleri de işte tam da öyle bir şey. Ne kadar eski tarih, o kadar değerli kültür birikimi.

İzmir tarih açısından karşılaştırıldığında, en popüler dünya kentlerinin yanında, hatta pek çok ülkenin de tarihinden çok daha eski bir yerleşimdir. Dünyada öncelikleri belirleyen Amerika Birleşik Devletleri’nin tarihi bile yaklaşık 280 yıldır. İzmir’de yaşayanlar 8 bin 500 yıllık tarihi ile nasıl zengin bir kültüre sahip olduklarını, daha doğrusu nasıl değerli bir tarih hazinesinin üzerinde oturduklarının çok farkında değiller.

Gezmiyoruz

Gezmeyince görmüyoruz, görmeyince bilmiyoruz. Sahip olduğumuz kültürel değerlerin farkında olmayınca, değerini anlamıyoruz. Bu nedenle de farkındalığa bağlı kültürümüze sahip çıkma şansımız olmuyor. Değerlerimiz yitip gidiyor, ya da başkaları tarafından sahipleniliyor.

İzmir’in zengin tarihini kentin sakinlerine yerinde tanıtmak, anlatmak ve öğretmek ne kadar değerli aslında. Bu nedenle turlarda yerli veya yabancı konuklara İzmir’in 8 bin 500 yıllık tarihini hep gururla, koltuklarım kabararak anlatmışımdır. Öyle ya dünyada kaç kentin tarihi bizimkinden eski.

Gelin sizinle bugün çok hızlı bir tur yapalım. “Bir günde 8 bin 500 yıl” Hızla geçelim tarihimizin üzerinden. Kuşbakışı bakalım zenginliklerimize. Kısa zamanda yapabildiğimizce, yüzeysel de olsa kentimizin tarihinden bir tutam alalım, kulağımızım arkasına takalım. Kırmızı, asil bir karanfil gibi.

İzmir’de tarihinin başlangıcından bu güne kadar üç ana noktada yerleşim kurulmuş. Yeşilova Höyüğü ve Yassıtepe, Bayraklı Tepekule ve Kadifekale etekleri. Kolay mı 8 bin 500 yılı bir gazete sayfasına sığdırmak. Onun için kısa kısa notlarla bütünü yakalamaya çalışacağız.

Yeşilova Höyüğü

Eminim pek çoğunuz yerini bile bilmiyordur. Ankara yolundan otogara doğru sağa döndüğünüzde, sağ tarafınızda ilgiç bir bina görürsünüz, Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi merkezi. İşte tam orada başlamış İzmir’in 8 bin 500 yıllık hikayesi.

Anadolu’da yaşayan topluluklar, Neolitik Çağ adını verdiğimiz Cilalı Taş Dönemi’nden itibaren bir toplum halinde, köyler içinde yaşamaya başladılar. İzmir’in içinde, Bornova Ovası’ndaki boş arazilerden toprak alınırken ortaya çıkan çanak çömlek parçaları ve birkaç buluntu, İzmir’in en eski yerleşimini, Yeşilova Höyüğü’nü ortaya çıkardı. Manda Deresi ile Gökdere’nin birleştiği yerde kalın bir alüvyon tabakası altında kalmış olan Yeşilova Höyüğü yerleşimi, Neolitik Dönem’in sonundan itibaren hemen yakınındaki Yassıtepe (Forum Bornova’nın karşısı) ve İpeklikuyu (Bornova Anadolu Lisesi) yerleşimlerinin bulunduğu alanlara da yayılarak gelişimini sürdürdü.

İzmir’in Midye Aşkı

Su insanları hep kendine çekmiştir. Çünkü su hayattır. Bir kaynak olmazsa olmaz bir kent yerleşimi için. Bunun yanında bir nehir, bir göl, hatta bir deniz kenarı olabilir yerleşim için çekici yer. Dedik ya suda hayat var. İçersin, yıkanırsın, hayvanlarına içirirsin. Ulaşımını kolaylaştırır. İçindeki balıkları, kabukluları yersin karnını doyurursun. Yapılan kazılarda Yeşilova’da bir dönem çok yoğun olarak midye tüketildiği ortaya çıktı. İzmirlilerin “Midye Dolması Aşkı” nereden geliyor diye sormayalım artık birbirimize.

Bakın Yeşilova Kazısı başkanı Doç.Dr. Zafer Derin bu konuda ne söylüyor: “Yeşilova’da yaşayan ilk İzmirliler kum midyesi, istiridye, mihferli salyangoz, deniz kestanesi gibi kabukluları severek tüketiyorlardı. Bunun yanında İzmir’le özdeşleşmiş Çipura balığı da temel besin maddelerindendi. Sekiz bin yıl öncesine ait yapılarda çipuralara ait çene kemikleri ve çok miktarda midye kabuğu bulduk. Yaklaşık 2-3 kg.lık çipuralara ait olan kemikler, bize özel avlanma teknikleri geliştiren hemşehrilerimizin usta balıkçılar olduğunu gösteriyor. Ege’nin denize yönelik yeme-içme kültürü günümüzde de devam ediyor.”

Bunun dışında kazılarda evcil sığır, keçi, koyun, domuz ile alageyik ve yabandomuzu kalıntılarının da ele geçmesi, buğday ve mercimek tarımı da yapan bu toplumun besin kaynaklarındaki zenginliğini ortaya koymaktadır.

Kazılar

İlk kazılar 2005 yılında İzmir Arkeoloji Müzesi ile Ege Üniversitesi Arkeoloji Bölümü ortak çalışması olarak başladı. Kazılara 2008 yılından bu yana Doç. Dr. Zafer Derin başkanlığında devam ediliyor. Kazı çalışmaları Kültür ve Turizm Bakanlığı, Bornova Belediyesi, Ege Üniversitesi ve İzmir Büyük Şehir Belediyesi’nin desteğiyle gerçekleştiyor.

Bornova Belediyesi Yeşilova Höyüğü’nün herkes tarafından gezilip görülebilmesi ve buradan çıkan tarihi eserlerin yerinde sergilenmesi için ulusal düzeyde bir yarışma projesi gerçekleştirmiş ve birincilik kazanan projeyi uyguladı.

“Bornova Belediyesi Yeşilova Höyüğü Ziyaretçi Merkezi” olarak da adlandırılan proje kapsamında, kazı alanına gelenler, hem uygarlıkların kurulduğu alanı ziyaret ediyor, hem de eserleri çıkarıldıkları yerdeki tarih öncesi dönemi yaşayarak öğreniyorlar.

Yaşayan Müze

Ziyaretçi Merkezi’nde; Kazı Evi ve Neolitik Köy ile birlikte kafeterya, sergi salonları, konferans salonu ve aktivite alanları yer almaktadır. İzmir, bu projeyle kazı alanları yanına inşa edilmiş, kentin tarih öncesi döneminin farklı bir anlayışla sergilendiği, Türkiye’nin yaşayan tek aktif arkeolojik alanına sahip oldu. Öğrenciler, İzmir’in içindeki Prehistorik yerleşimini ve burada yaşamış İzmir’in ilk toplumunun yaşamını anlayabilmek için “Zaman Yolculuğu” yapıyor. 2009 yılından bu yana Yeşilova Höyüğü’nde gerçekleştirilen bu çalışmada öğrenciler 8500 yıl önceye ait bulgulara göre inşa edilmiş olan köye giderek Neolitik dönemi yaşayarak öğreniyorlar.

Bayraklı Smyrna Antik Kenti

İzmir tarih öncesi çağlardan beri insan yerleşmesine sahne olmuştu. Çünkü deniz kenarında, karadan gelenlerle denizden gelenlerin buluştuğu noktadaydı. Yani liman kentiydi, gelirin kaynağıydı. Bu avantajlı durum günümüzde de kesintisiz devam ediyor. Bu nedenle de sürekli göç aldı, büyüdü, büyüdü...

Adı Anadolu’nun savaşçı kadınları Amazonlardan birinin adından geliyor. “Smyrna” adı günümüzden 5 bin yıl önce, Anadolu’nun ortak dili Luwice’den geliyor. Prof. Dr. Bilge Umar’dan bu isimin “Kutsal Yüce Tanrıça Ülkesi” anlamına geldiğini öğreniyoruz.

Gelin bir de hocaların hocası, Halikarnas Balıkçısı’nın manevi oğlu, benim de hocam Prof. Dr. Şadan Gökovalı’ya kulak verelim. Acaba o ne diyor Smyrna hakkında :

“Görüyoruz ki; kent, yüzyıllar sonra “Akılcı kentçilik” denilecek bir plana göre kurulmuş. Buna göre caddeler doğu-batı, sokaklar güney-kuzey doğrultusunda uzanarak birbirlerini diklemesine kesiyor. Bu kesişmelerden doğan bloklara evler ve kamu yapıları inşa ediliyor. Öbür sokaklardan daha geniş; tümüyle düzgün kayrak taşlarla döşeli bir yol bu. Zamanın dünyasının her yerinde yollar, sokaklar yazın toz, kışın çamur içindeyken burası tertemiz, güpgüzel. Hah işte; eski dilde “dromos” yol, “kala” da güzel demek olduğuna göre; böyle sokaklara “Kala dromos”, yani “Güzel Yol” deniyor. Şimdi anladık mı dilimizdeki “Kaldırım” sözünün nereden geldiğini?..

Athena Tapınağı

Bu coğrafyada antik kentlerin en yüksek noktasında, en güzel yerinde Athena Tapınağı yapılırdı. Aileyi ve kenti koruyan bilge tanrıça Athena’ya Smyrna’da da mir tapınak yapıldı tabii. Hem de döneminin en görkemlisi. Önünden geçen caddeye de Athena’nın adı verildi. En görkemli tapımalar, törenler de burada yapıldı.

Ord.Prof.Dr. Ekrem Akurgal tarafından keşfedilerek kent kültürümüze kazandırılan Tepekule Höyüğü, o güne kadar Tekel İdaresinin şarap üretimi için kullandığı üzümlerin yetiştirildiği bir bağdı.

İskender’in rüyası

M.Ö. 334 yılında Tepekule’deki Smyrna’yı alan Büyük İskender, Pagos (Kadifekale) ormanlarında ava çıktı. Bir ara yorulup uykuya daldı. Düşünde, Çifte Nemesis’ler İskender’e görünerek, İzmir’i burada kurdurmasını söyledi. Klaros’taki Apollon Tapınağı bilicisinin yorumu şöyle oldu: “Kutsal Meles yakınındaki Pagos’ta kurulacak kentte oturacaklar, eski kentte oturanlardan üç-dört kat daha fazla mutlu olacaklar.”

Generallerinden Lysimachos da bu görevi yerine getirdi. Bu öykü dilden dile unutulmadan dolaşırken, madeni paraların üzerine basılarak günümüze kadar ulaştı.

İşte Smyrna’nın Bayraklı’daki yerleşim yerinden Mont Pagos (Kadifekale) eteklerine taşınması böyle oldu. M.Ö. 334 yılından başlayarak gelişen yeni yerleşim de özellikle Roma döneminde hızla büyüyerek dillere destan bir kent oldu. Bölgenin en önemli liman kentlerinden bir haline gelen Smyrna sürekli göç aldı. Büyüdü, büyüdü, büyüdü... Özellikle son 300 yılda Doğu Akdeniz’in en önemli limanı haline geldi. Hem ticari, hem de sosyal anlamda gelişen şehir bu dönemde “Küçük Paris” olarak adlandırıldı.