İstanbul’da Büyükada denildi miydi faytonları da akla gelirdi. İzmir’de de Kordon denildiğinde yine fayton. Faytonlarımız “koşulan atların zulüm yaşamaları” nedeniyle şimdilerde tarih oldu ama New York’ta, Central Park’a yolun düşerse karşına çıkar besili, besili olduğu kadar albenili atlarıyla. Yakın bir tarihte fotoğrafçımızın yolu NY’a, Central Park dolaylarına düştüğünde kelli felli faytoncunun iznini alarak fotoğrafını çektiği sıra Türkçe “merhaba” sı ile karşılaşmış, bunu anlattıydı. Üstelik kentin bazı fayton arabaları bizim Akhisar yapımıymış, bunu da öğrenmiş o Türkiye’den göçen Türk faytoncudan.

Hadi İzmir’e dönemlim şimdi. Şarkının adı, “Kordonboyu Faytonlar”, söz yazarı ve bestecisi yine İzmirli Ali Kocatepe. Şıkıdım şarkının sözleri şöyle:

“Alsancak'tan çıkacaksın günbatımı kordona/ İmbatla hasret giderip bineceksin faytona/ İzmir'in en güzelleri cilvesiyle nazıyla/ Buzlu badem yiyecekler bakınırken etrafa./ Kordon boyu faytonlar biri gidip biri gelecek/ Körfez vapurlarıyla sanki dans edecek./ Alsancak'tan Pasaport'a bir tur atsan faytonla/ Ufkunda gözüne takılır ne güzeldir Çatalkaya/ İzmir'in körfezindeki Karşıyaka vardır ya/ Bir de mehtap çıkarsa şarkı olur sularda./ Kordon boyu faytonlar aklımdan hiç çıkmadınız ki/ İzmir özledim seni gözümde tütüyorsun.”

Biz Karaço derdik İzmir’de faytona. Sürücü haliye önde ve yüksekte oturur; tahtı, tahta sandıktır. Yanına oturtur yolcusunu arabacı bazen, ne keyftir o, bayılırdım çocukken.

Yalı’da, Karşıyaka’nın bahçeli, sakız tipi evlerinin birinin önüne gelirken ağırdan alırdı atlardan biri, şefkatle kişnerdi. O bahçeden bir tayın incecik karşı kişneme sesi duyulurdu hemen. Anne at yeni doğum yapmış ama işe çıkmak zorunda. Yavrusuna, “ben buradayım yavrum, korkma sen,” diyor. Arabacı bunu anlattığında sekiz falandı yaşım. Hikâyenin tadına vardığım anlardandı, unutmadım…

Tren İstasyonundaki çay bahçesi karşısı karaçoların bekleme, bakım, hayvanı dinlendirme yeriydi. Atlar burada sulanır, dinlendirilirdi. Biraz ağır kokulu park ettikleri yerdi, ağır koku karşıdaki çay bahçesine gelirdi esintiyle. Buradan tek tek iskelenin oraya gider, pastane önünde müşteri beklerlerdi, köşedeki Yapı Kredi Bankası’nın leyleği ışıklı kanat çırparken. Tekeri çıkan, dingili kırılan, atı hastalanan şimdiki metro durağının orada bakıma alınırdı.

Fotoğraftaki teker ustası neler getirdi aklıma, en başta da çocukluğumu getirdi. Daha şunları anımsarım: Fayton arabasının iki yanında pirinçten, şıkır şıkır parlatılmış fener olurdu. Arkasındaki dingiline küçük çocuklar asılırdı. Arka tekerler öndekinden büyük olurdu, dingil onları tutardı, körük toplanınca. Poposunu dingile koyan haşarı oğlanlar körüğün toplandığı yere tutunur, bağırış çağırış giderlerdi. Sürücü, faytona asılan çocuklara kırbacın ucunu şöyle başının üstünden geriye doğru hafifçe savururdu, yani onlara da, atlarına olduğu gibi, kıyamazdı.

Arka tekerlerin arasındaki makas yaylandırırdı faytonu ve bu ayrı bir keyifti. İlk gördüğünde ‘iskemleli at’ demişti oğlum faytona, hâlâ güleriz aklımıza geldikçe. Faytonun beyaz perdedeki hali Çirkin Kralımızın “Umut” filmi. Faytonuyla Adana Garı önündeki bekleyişi faytoncu Cabbar’ın. “Aynalı körük gelmezse ben gelin gitmem” ise, sahnelere, mikrofonlara ‘intisabıdır’…

Karaçolar, çocukluğumuzdur özetçesi… Zamanın uçtuğunun fotoğrafıdır bir yerde, usulca hayatlarımızdan çekilmenin fotoğrafı.

Akhisarlı bu teker ustası şimdi benim gözümde hayal ustası. Elinde tuttuğu ile ardında yan yana sıralı tekerlerin üzerine vuran ışık hayallere güç katıyor. Fotoğraf ışıktır, diyor öte yandan.

“Faytonun penceresi/ elindedir ceresi/ pek küçük gelin olmuş/ Ne bunun acelesi” der mani, teker ustası bunu bilir mi bilmez mi, onu bilemem.

Faytonda çizginin bugün İzmir’de aşıldığının hali de şöyledir: Amerikan arabasının üstü kesilip, açık araba yapılır. Arka koltuğa dandik bir taht konur. Sünnet çocuğu şehzade kıyafetiyle tahtına kurulur. At yerine ne gelir, diye sual edecek olursanız; üstü açılmış Mercedes’e monte edilmişi gelir. Oraya da klarneti, kemanı, davulu, zurnasıyla çalgıcı takımı oturarak oyun havaları çalar. Atları üstü açık Mercedes olan faytonun arka koltuğundaki tahta kurulmuş sünnet çocuğunun ana babası bu farklı faytona bağlanmasalar da, dibinden onu izleyen bir vinçe bindirilirler. Vinç, mürüvvet görmenin peşindeki ana babayı havaya kaldırır. Bu olup bitenler elbette fotoğraf karesine sığmaz film olur. Geleceğin Federico Fellini’lerine duyurulur!

Teker ustamıza selam olsun…