Yazan/ İdil GÖKSEL

Akademisyenlik araştırmacı ruhlu olmayı, hayata ve olaylara farklı pencerelerden bakabilmeyi, sabit fikirli olmamayı gerektirir. Ama şu an hayata sadece laptopumun ekranı büyüklüğünde bir pencereden bakıyorum. Siz hiç bilgisayara bakarak monolog yaptınız mı? Hiç tavsiye etmem. Tabii ki hiçbir konuda büyük konuşmamak lazım ve tabii ki de bu süreçte hayatın aksaksız devam edebilmesi için uzaktan eğitim gerekli. Bu yüzden de yıllardır online eğitim mi olurmuş diyen ben bir güzel kabul etmek zorunda kaldım. Önyargılarımızı yıkmak değil mi bu hayattaki amaçlarımızdan biri de zaten. Asla ‘asla’ dememek lazım.

Teknoloji sayesinde online eğitimin benim düşündüğüm kadar kötü olmadığını fark ettim. Az da olsa interaktiflik sağlanabiliyormuş meğer. Örneğin her kısa konu sonunda soruları olup olmadığını, konunun anlaşılır olup olmadığını sorabiliyorum tüm sınıfa. ‘Evet’ ya da ‘hayır’ işaretleyerek cevap veriyorlar ve bu sayede aynı zamanda kimlerin dersi takip ettiğini görebiliyorum. Bu da tek başıma konuşuyorum algısını kırıyor bende. El kaldırıp söz alıp mikrofonları açıp konuşabiliyorlar. En çok bu özelliği seviyorum. Tabii ki online eğitimin hala oturmamış bir çok noktası da var. Sınavların nasıl olacağı ya da her öğrencinin online eğitime erişecek imkanının olup olmaması gibi. Onun için hiç yapamamaktansa online eğitim yapmak bir çözüm olmakla beraber bunun asla örgün eğitimin yerini tutamayacağını da düşünmeye devam ediyorum.

Öğrencilerin gözlerinin içine bakarak ders anlatmayı seven, onların bakışlarından anlayıp anlamadıklarını anlayan ve hatta anlayamayanlara “Neresi olmadı?” diye sorarak onları şaşırtmayı seven ben, şimdi bir bilgisayar ekranına bakarak ders anlatıyorum. İnternet kapasitesini zorlamamak için yüzlerini bile göremiyorum. Gerçi internet harika da çalışsa 76 kişilik sınıfımdaki her öğrencinin yüzünü görmeye çalışsam ders yapamam zaten. Ayrıca kameralarını açabileceklerini söylesem de hiç biri bu konuda hevesli değil. Benim için boş ekrana konuşuyor olmak zor olsa da ev halinin mahremiyetini paylaşmak istememelerini saygıyla karşılıyorum.

Bugün son sınıf öğrencilerimle bitirme ödevleri ile ilgili bir toplantım vardı. Önce konuyu ve soruları konuştuk. Sonra da nasıl olduklarını bu süreci nasıl geçirdiklerini sordum. Genelde her dersimden önce veya sonra birkaç cümleyle nasıl olduklarını soruyorum zaten. Bu sefer daha çok vaktimiz vardı. Bir de sadece altı kişi oldukları için mikrofonlarını açma lüksleri. Genel sorunları sıkılıyor olmaları. Bir de tabii ki özellikle son sınıflar üniversite hayatlarının son dönemini okuldan ve arkadaşlarından uzakta geçirmekten mutsuzlar. Son sınıftaki o tatlı heyecan ve bazılarında oluşan iş bulma kaygısı şimdi ne olacağı belirsiz bir gelecekte silinip gitmiş yerini bambaşka kaygılara bırakmış durumda. Ama beni asıl etkileyen ve bu yazıyı yazmama neden olan bir öğrencimin herkes çıkana kadar bekleyip sonra benimle bir yakınlarını Covid 19 sebebiyle kaybettiklerini paylaşması oldu. Paylaşmasının nedeniyse bana teşekkür etmek içindi. Dedi ki “Evet anlıyorum. Herkes süreci en iyi şekilde ve etkilenmeden atlatmaya çalışıyor ve sorumluluklarını yapmaya çalışıyor. Ben de bunu bahane olarak kullanacak değilim. Tabii ki ödevlerimi yapıp dersimi çalışacağım ama bize her ders nasıl olduğumuzu soran tek hoca siz oldunuz. Bu yüzden teşekkür etmek istedim”. Bunları söylerken duygusallaşıp ağlamaya başlayınca benim de gözlerim doldu. Bir süre konuştuk, paylaştık. Paylaşmanın güzelliğini hissettik.

Amacım bunu sormayan meslektaşlarımı eleştirmek değil. İnsanların sorunlarla baş etme şekilleri farklıdır. Kimi de yokmuş gibi görmeyi ve davranmayı seçer. Biz hiçbir formasyonumuz olmadan online eğitimi kısa sürede öğrenip uygulamaya çalışıyoruz. Ekrana bakarken diğer tarafta seni dinleyen ya da izleyen insanların varlığını hissetmek zor olabilir. İşte tam da bu nokta örgün eğitimle online eğitimin farkı. Evlerimizde durmamız gerekmeyen başka bir salgın olsaydı ve okulda ders yapmaya devam ediyor olsaydık. Eminim ki her eğitmen öğrencilerine nasıl olduğunu sorardı. Eğitim sadece bilgi vermek demek değildir. Öyle olsaydı zaten yakında yapay zeka sayesinde eğitmenlere gerek kalmazdı. Ben bilgi konusunda bir yapay zeka ile rekabet edemem. Ama deneyim aktarmak, iletişim kurmak, empati yapıp onun nerede takıldığını anlamaya çalışmak konusunda yapay zekadan çok daha iyi olduğumu iddia edebilirim. Yapay zeka hatalardan öğrenmez, o yüzden de başkalarının yaptıkları hataların nedenini algılayamaz muhtemelen. Ama insan olarak biz deneyimlerden öğreniyoruz ve bence eğitimin en önemli unsurlarından biri de deneyimleri paylaşmaktır.

Evet, online eğitimin bir çok avantajı da var ve şu süreçte zaten çok fazla bir alternatifimiz yok. Ama bence örgün eğitimin değerini ve daha pek çok şimdiye kadar fark etmediğimiz değeri öğrenerek çıkacağız bu süreçten. Karantina çıkışı doğanın, zamanımızın, sevdiklerimizin, herkesle paylaşmanın, yardımlaşmanın, kısaca insanı insan yapan özelliklerin değerini bilmemiz dileğiyle.

*Lisans derecesini 1999 Yılında ODTÜ İktisat Bölümünden alan İdil Göksel, 2002-2004 yılları arasında İzmir Ekonomi Üniversitesi’nde araştırma görevlisiyken Finans Ekonomisi masterı yaptı. Doktora çalışmalarına Çekya'da CERGE-EI Enstitüsünde başladı. Bir sene burslu olarak burada okuduktan sonra 2005 yılında İtalya’ya taşındı. Ekonomi doktorasını burslu olarak okuduğu Bocconi Üniversitesi’nden 2010 yılında alan İdil Göksel halen Izmir Ekonomi Üniversitesi’nde doktor öğretim üyesi olarak çalışmaktadır. Temel araştırma konusu gelişme ve çalışma ekonomisi olup, toplumsal cinsiyet ve eğitim üzerine akademik çalışmalar yürütmektedir.