Modelinin adı Ayşe’ymiş, adaşım yâni; fotoğrafçısı söyledi.

***

Hayatın tual üstüne yansıdığının karesidir…

İki çağlayan mı var ne, size de öyle geliyor olsa gerek…

Biri tualden çağlayan; hem tual, hem hayata açılan koca bir pencere, belki ömrümüz…

Her ömür bir pencere; bu iyi oldu, kimi giyotin pencere, kimi kelebek, şimdikiler bilmez bunu, kimi sürme pencere, kimi minik kare camlı, kimi ince upuzun, kimi demirli. Kiminden hüzün, kiminden kahkaha çağlar…

Cumalı demez miydi, “Urla’daki baba evinin penceresinde güleç yüzler, örgülü, perçemli saçlar, kahkahalar… O evin penceresi Hamza Rüstem fotoğrafhanesi fotografisi gibiydi” diye… Rahmet istedi.

Fırçalar, tiner kutusu, boya gereçleri, ressamın işliği, böyle genç güzel kızlar tuvalet masasında oturup saç fırçalar. Bu kız bir âfât, boya fırçalarını yeğlemiş, uzun saçlarını sırtından aşağı koyvermiş, o da öbür çağlayanı olmuş fotografinin…

Az önce işlek ama şimdi birbirine çatılmış fırçalar suskun.

Sırtı yana dönük demir sandalye, masada bir sokak numarası tabelasından sökülmüş, 119 Sokak ve çağlayanlar sahici, fırçalar ve sandalye de öyle, kızın efsunu bozuyor işi, ama, ne de yaraşmış.

Sanki ressam kız karşıdaki hayat penceresine kaplan çizmiş, karanlık bulutlar çizmiş, şimşeğe çeyrek kalan, boyalar akmış azıcık, olsun, o kadarcık gözyaşı bu resme de yakışır, hayata da. Hayat gözyaşısız olmaz ki zaten, tadı tuzu olmaz öylesinin.

Parlayan tek yan bu fotografide, kızın omuzları, bir de karşıdaki hayat denen tualde bulutları çevreleyen aydınlık.

Aydınlıkla kurşunî bulutlar nasıl iç içe , ömrümüz gibi .

Karşıya pencere deyip duruyoruz ama, hani pencerenin kanatları, hani takası?

Karşıda hayat var, perde çekilmez, karanlık, aydınlık ve gözyaşı birbirinden ayrılmaz, onlar bir arada güzel.

Gene de omuzları üşüyecek sanıp, biri şu pencereyi örtüvertsin diyesi geliyor insanın.

Oysa karşısında hayat var ve onunla baş edecek yaşta, güçte, güzellikte…

Pencerelere, ömürlerimize ve hayallere dikkat isteriz, güzelliğe de…