Yazan/ Baha Sadık Akıner

100 yıl önce bugün…

Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından; Mustafa Kemâl ATATÜRK’e, Başkomutanlık ünvânı verilir…

ATATÜRK, Yüce Mecliste şu konuşmayı yapar:

“Efendiler!

Zavallı milletimizi esir etmek isteyen düşmanları, Allah’ın yardımıyla behemehal mağlûp edeceğimize dair olan emniyet ve itimadım bir dakika olsun sarsılmamıştır…Bu dakikada; bu kesin inancımı yüksek heyetinize karşı, Bütün millete karşı ve bütün âleme karşı ilân ederim…”

Uzun süre ayakta alkışlanır konuşması…

Başkomutan, aynı gün ordu ve millete de bir bildiri yayınlar:

“… Bana bu vazifeyi vermiş olan Meclis ve bu Mecliste beliren milletin kesin iradesi, hareket tarzımın odağını oluşturacaktır… Hiçbir sebep ve suretle değiştirilmesine imkân olmayan bu kesin irade: her ne olursa olsun düşman ordusunu imha etmek ve bütün Yunanistan’ın silahlı güçlerinden oluşan bu orduyu, Anayurdumuzun mukaddes ocağında boğarak, kurtuluşa ve bağımsızlığa kavuşmaktır…”

Başkomutanımız Mustafa Kemâl ATATÜRK’ün önderliğinde; çok şükür ki, kurtuluşa ve bağımsızlığımıza kavuştuk…

Gelin bu çok zorlu süreçten nasıl geçtiğimize, zafere ve bağımsızlığa nasıl kavuştuğumuza ve millet olarak nereden nereye yol aldığımıza; Ebedi Başkomutanımızın en yakın silah arkadaşı İsmet İNÖNÜ’ye, Cumhuriyetin kurulmasının ardından, hemen ertesi günü, 30 Ekim 1923’te, yazdığı mektuptan bakalım:

LÜTFEN DİKKATLE OKUYUNUZ!...

“Sevgili Paşam...

Cumhuriyet’in ilk başbakanı olarak seni düşünüyorum. Dur, hemen itiraz etme! Niye seni seçtiğimi şimdi anlayacaksın. Bizi yine büyük bir savaş bekliyor. Durumumuzun bir bölümünü, Cephe Komutanı ve Lozan Başdelegesi olarak elbette biliyorsun. Büyük devletlerin, bu sefil durumuza bakarak; kısa zamanda pes edeceğimizi sandıklarını, Lozan dönüşü sen bize anlattın. Ben sana şimdi bildiğinden, daha da acıklı olan genel durumu özetleyeceğim. Bize geri, borçlu, hastalıklı bir vatan miras kaldı. Yoksul bir köylü devletiyiz. Dört mevsim kullanılabilir karayollarımız, yok denecek kadar az. 4 bin kilometre kadar demiryolu var. Bir metresi bile bizim değil. Üstelik yetersiz... Ülkenin kuzeyini güneyine, batısını doğusuna bağlamamız; vatanın bütünlüğünü sağlamamız, şart. Denizciliğimiz acınacak durumda. Köylümüzü topraklandırmalı; ihtiyacı olana, bir çift öküz ile bir saban vererek çiftçi yapmalıyız. Doğudaki aşiret, bey, ağa, şeyh düzeni; Cumhuriyet’le de, insanlıkla da bağdaşmaz. Bu durumu düzeltmeli, halkı kurtarmalıyız. Her yerde tefeciler halkı eziyor. Güya tarım ülkesiyiz ama ekmeklik unumuzun çoğunu dışarıdan getirtiyoruz. Sığır vebası hayvancılığımızı öldürüyor. Doktor sayımız 337, sağlık memuru 434, ebe sayısı 136... Pek az şehirde eczane var. Salgın hastalıklar insanlarımızı kırıyor. Üç milyon insanımız trahomlu. Sıtma, tifüs, verem, frengi, tifo salgın halinde. Bit, ciddi sorun. Nüfusumuzun yarısı hasta. Bebek ölüm oranı yüzde 60’ı geçiyor. Nüfusun yüzde 80’i kırsal bölgede yaşıyor. Bunun önemli bölümü göçebe. Telefon, motor, makine yok. Sanayi ürünlerini dışarıdan alıyoruz. Kiremiti bile ithal ediyoruz. Elektrik, yalnız İstanbul ve İzmir’in bazı semtlerinde var. Düşmanın yaktığı köy sayısı 830. Yanan bina sayısı 114 bin 408. Ülkeyi neredeyse yeniden kurmamız gerekiyor. Yunanistan’dan gelen göçmen sayısı da 400 bini geçecek. İktisadi hayatımız da eğitim durumumuz da içler acısı. İktisatçımız da çok az. Zorunlu okuma yaşındaki çocukların ancak dörtte birini okutabiliyoruz. Halkın eğitimi hiç çözülmemiş. Oysa Cumhuriyet’in insan malzemesini hazırlamalı, namus cephesini güçlendirmeliyiz. Kültür eserleri kaçırılmış, kaçırılmaya devam ediliyor. Raporlarda daha ayrıntılı, daha acı bilgiler var. Bunları Bakanlara ve parti yönetim kuruluna da ver. Genel durumu tam bilsinler. Bütçemiz, gelirimiz yetersiz. İktisadi çıkmazdan kurtulmak için geliştirdiğim bir düşüncem var. Bu düşünceyi günü gelince konuşuruz. Hedefimiz, milli iktisat. Bağımsızlığın sürekli olması için, iktisadi bağımsızlık temel ilkemiz olmalı. Osmanlı bu gerçeği geç fark etti. Fark ettiği zaman çok geç kalmıştı. Cumhuriyet’e uygun bir anayasaya gerek var. Bu zor durumdan nasıl çıkılabileceğini gösteren; ne bir örnek var önümüzde, ne de bir deney. Ama yılmamak; ucuz - geçici çarelerle yetinmemek, halkı kurtarmak için sorunları çözmek, kalkınmak, ilerlemek, milli egemenliğe dayalı, uygar ve özgür bir toplum oluşturmak, yüzyılımızın düzeyine yetişmek, kısacası çağdaşlaşmak, bu büyük ideali tam olarak başarmak zorundayız. Bu ana kadar bu ideali koruyarak geldik. Bundan sonra daha hızlı yürümek zorundayız. Bunun için gerekli yöntemi - yolu, birlikte arayıp bulacağız. Yoksul ve esir ülkelere örnek olacağız. Kaderin bizim kuşağımıza yüklediği, kKutsal bir görev bu. Bu büyük görevin ağırlığını ve onurunu seninle paylaşmak istedim. Allah yardımcımız olsun...”

Ben ağlayarak bitirdim son cümleyi yazmayı dostlar.

Sizi bilemem...

Bildiğim;

2 ayyaş diyorlar ya;

Biz böyle Ataların evlatlarıyız…

TAMAM, yeter.

Yeter ki el çeksin üstümüzdekiler.

Yine kurarız…

Her 2 devrimciye de, Saygı ve minnetle...