Her yıl 5 Haziran'da Dünya Çevre Günü, ekolojik sorunlara dikkat çekmek için gündeme geliyor. İzmir Barosu, bu özel günü, direniş günü olarak tanımlıyor. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının her geçen gün daha fazla tehdit altında olduğuna vurgu yapan baro, tüm yurttaşları bu hak için mücadeleye davet ediyor.
Neden kutlama değil de direniş?
İzmir Barosu'nun açıklamasına göre, insanlar artık güvenle tüketim yapamıyor, sokakta yürürken hayatlarını riske atıyor, çocuklarını, doğayı ve geleceklerini koruyamıyor. "Nefes alamıyoruz" diyen baro, çevresel felaketlerin artık bireysel değil, toplumsal bir tehdit olduğunun altını çiziyor.
Hak savunucularına karşı işleyen cezasızlık düzeni
Baro, çevre mücadelesi yürüten yurttaşların adalet önünde değil, baskı altında olduğunu vurguluyor. Hopa’da Reşit Kibar’ın ağaç kesimini durdurmaya çalışırken yaşamını yitirmesi, Antalya Finike’de Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çiftinin taş ocaklarına karşı verdikleri mücadelede öldürülmeleri örnek gösteriliyor. Bu cinayetlerin cezasız kalması, kamu vicdanını yaralıyor.
Ekokırım hala suç sayılmıyor
Baro, doğaya karşı işlenen büyük ölçekli suçların artık yalnızca bir çevre meselesi olmadığını, insanlık suçu olarak tanımlanması gerektiğini belirtiyor. Ancak Türkiye’de ekokırım, yasalarda hâlâ ayrı bir suç kategorisi olarak yer almıyor. Uygulamada verilen idari para cezaları da caydırıcılıktan uzak kalıyor.
Yüksek yargılama giderleri hak arama özgürlüğünü engelliyor
Çevre davalarında keşif ve bilirkişi ücretlerinin yüksekliği, yalnızca maddi değil, hukuki bir engel. Anayasa’nın 36. ve 56. maddelerinde güvence altına alınan hak arama ve çevrede yaşama hakkı, bu ekonomik bariyerlerle fiilen yok sayılıyor. Baro, çevre davalarının kamu yararına olduğu gerekçesiyle tüm yargılama masraflarının devlet tarafından karşılanması gerektiğini savunuyor.
Barolara dava ehliyeti tanınmıyor
Baroların çevre davalarına müdahil olma taleplerinin reddedilmesi de, hukuk devleti ilkesine aykırı olarak değerlendiriliyor. Avukatlık Kanunu’nun barolara yüklediği “hukukun üstünlüğünü ve insan haklarını savunma” görevi, bu tür uygulamalarla yok sayılıyor.
Bilgi edinme hakkı keyfi biçimde kısıtlanıyor
Çevreyi kirletme riski taşıyan faaliyetlere ilişkin bilgi talepleri çoğu zaman “ticari sır” bahanesiyle reddediliyor. Bu durum, 4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu ve 2872 sayılı Çevre Kanunu ile çelişiyor. Baro, yurttaşların bilgiye erişim hakkının sistematik biçimde engellendiğine dikkat çekiyor.
Çevre davası demek sadece doğa değil, kamusal gelecek mücadelesi demek
Açılan çevre davaları yalnızca bir ormanı, vadiyi ya da suyu değil; aynı zamanda Anayasa’da güvence altına alınan sağlıklı çevre hakkını, kent hakkını ve kamu yararını savunuyor. İzmir Barosu, tüm bu mücadelelerin siyasi iktidar ve yargının sorumluluk üstlenmesiyle başarıya ulaşabileceğini ifade ediyor.
Sessiz kalanlar, suça ortak olur
Baro son olarak, doğa talanı sürerken susmanın, bu talana ortak olmak anlamına geldiğini ifade ediyor. İklim krizinin derinleştiği bir dönemde, herkesin yaşamı ve doğayı savunma sorumluluğu olduğunu belirtiyor.