Türkiye ekonomisinin can damarı olan ihracat sektöründen endişe verici sinyaller gelmeye devam ediyor. Küresel pazarlarda Türk ürünlerini rekabetçi kılmaya çalışan sanayiciler, bir yandan talep daralmasıyla boğuşurken, diğer yandan da iç piyasadaki durdurulamayan maliyet artışlarının baskısı altında eziliyor. Bu zorlu tablonun en net fotoğrafını, Türkiye İstatistik Kurumu'nun (TÜİK) bugün açıkladığı Temmuz 2025 Yurt Dışı Üretici Fiyat Endeksi (YD-ÜFE) verileri çekti. YD-ÜFE, bir ülkenin üreticilerinin yurt dışına sattıkları ürünlerin fabrika çıkış fiyatlarındaki değişimi ölçen kritik bir gösterge. TÜİK'in raporuna göre, YD-ÜFE, temmuz ayında bir önceki yılın aynı ayına göre %30,06 gibi oldukça yüksek bir oranda artış gösterdi. Bu rakam, Türk ihracatçısının yurt dışına sattığı her 100 liralık ürünün maliyetinin, bir yıl içinde ortalama 130 liraya fırladığı anlamına geliyor.
Aylık bazda ise endeksteki artış %3,03 olarak gerçekleşti. Bu oranlar, maliyet enflasyonunun sadece yıllık değil, aylık bazda da canlılığını koruduğunu ve ihracatçının sırtındaki yükün her geçen gün daha da ağırlaştığını gösteriyor. On iki aylık ortalamalara bakıldığında ise %25,46'lık bir artış göze çarpıyor. Bu veriler, küresel pazarlarda fiyat tutturmaya çalışan Türk sanayicisinin, içerideki maliyet artışları nedeniyle ne kadar zorlu bir rekabet mücadelesi verdiğini acı bir şekilde ortaya koyuyor.
İmalat sanayinin kalbinde maliyet yangını
YD-ÜFE'nin alt kalemleri incelendiğinde, maliyet artışlarının ekonominin geneline yayıldığı, ancak özellikle üretimin kalbi olan imalat sanayinde daha keskin bir şekilde hissedildiği görülüyor. Sanayinin iki ana sektöründen biri olan madencilik ve taş ocakçılığında yıllık artış %28,30 seviyesindeyken, ihracatın lokomotifi olan imalat sanayindeki yıllık artış %30,10 olarak gerçekleşti. Bu, fabrikalarda üretilen ve yurt dışına gönderilen neredeyse her ürünün maliyetinin, bir yıl öncesine göre üçte bir oranında arttığını gösteriyor.
Ana sanayi grupları bazında bakıldığında ise, maliyet artışlarının hiçbir sektörü es geçmediği anlaşılıyor.
-
Sermaye malları (makine, teçhizat vb.) %34,48 ile en yüksek yıllık maliyet artışının yaşandığı grup oldu.
-
Tüketicinin günlük hayatta en çok karşılaştığı ürünleri içeren dayanıksız tüketim mallarında (gıda, giyim vb.) artış %33,82 olarak kaydedildi.
-
Dayanıklı tüketim mallarında (beyaz eşya, mobilya vb.) ise yıllık artış %33,74 seviyesinde.
-
Üretimin temel girdilerini oluşturan ara mallarında (kimyasallar, metaller vb.) artış %26,47 iken, enerji maliyetlerindeki yıllık artış ise %10,44 ile daha sınırlı kaldı.
Bu rakamlar, Türkiye'de üretimin her aşamasında, hammaddeden nihai ürüne kadar uzanan zincirde ciddi bir maliyet baskısı yaşandığını ve bu baskının doğrudan ihracat fiyatlarına yansıma potansiyeli taşıdığını gösteriyor.
Sektörlerin maliyet karnesi: Giyimden mobilyaya zam şampiyonları
TÜİK'in raporu, hangi sektörlerin maliyet artışlarından daha fazla etkilendiğini de detaylı bir şekilde ortaya koyuyor. Yıllık bazda YD-ÜFE değişim oranlarına bakıldığında, bazı sektörlerdeki artışların genel ortalamayı bile aştığı görülüyor.
Listenin zirvesinde, %57,86'lık astronomik bir artışla "diğer mamul eşyalar" yer alıyor. Bu kategori, genellikle çeşitli küçük sanayi ürünlerini kapsıyor. Onu, Türkiye'nin en önemli ihracat kalemlerinden biri olan giyim eşyası sektörü %39,15'lik artışla takip ediyor. Tütün ürünleri (%38,53) ve mobilya (%37,70) sektörleri de, maliyet artışı konusunda en çok zorlanan sektörler arasında yer alıyor.
Ayrıca;
-
Kauçuk ve plastik ürünler (%37,29)
-
Motorlu kara taşıtları, römork ve yarı römork (%36,63)
-
Ağaç ve mantar ürünleri (%36,23)
-
Makine ve ekipmanlar (%35,57)
gibi ekonominin temel direği olan sektörlerde de %35'in üzerinde yıllık maliyet artışları yaşanması, durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor.
Daha sınırlı artışların yaşandığı sektörler ise genellikle teknoloji ve hammadde odaklı sektörler oldu. Kok ve rafine petrol ürünlerinde (%10,44), ana metallerde (%21,18) ve temel eczacılık ürünlerinde (%22,17) yaşanan artışlar, genel ortalamanın altında kaldı. Bu sektörel farklılaşma, maliyet artışlarının kaynaklarının (işçilik, enerji, hammadde, kur) her sektörü farklı derecelerde etkilediğini gösteriyor.
Maliyet artışı ihracatçının rekabet gücünü nasıl etkiliyor?
Yurt içinde üretilen bir malın maliyetinin artması, ihracatçı için iki temel olumsuz sonuç doğuruyor. Birincisi, ihracatçı, artan maliyetleri yurt dışı satış fiyatlarına yansıtmak zorunda kalıyor. Bu durum, Türk ürünlerinin küresel pazarlardaki rakiplerine (örneğin Çinli, Vietnamlı veya Doğu Avrupalı üreticilere) göre daha pahalı hale gelmesine neden oluyor. Fiyat odaklı bir rekabetin yaşandığı uluslararası ticarette, bu durum doğrudan pazar kaybı anlamına gelebiliyor.
İkinci ve daha tehlikeli senaryo ise, ihracatçının pazar kaybetmemek için artan maliyetleri sineye çekip, kendi kâr marjından feragat etmesidir. Bu durum, ilk başta ihracat rakamlarının düşmesini engellese de, uzun vadede şirketlerin finansal sağlığını bozuyor, yeni yatırım yapma kapasitelerini yok ediyor ve onları iflas riskiyle karşı karşıya bırakıyor. Özellikle küçük ve orta ölçekli ihracatçılar için bu durum sürdürülemez bir hal alabiliyor.
Aylık artışlar da hız kesmiyor
Temmuz ayındaki %3,03'lük aylık artış, maliyet baskısının anlık olarak da devam ettiğini gösteriyor. Aylık bazda en yüksek artış, %5,22 ile metal cevherleri ve %5,19 ile giyim eşyası sektörlerinde yaşandı. Bu, özellikle tekstil ve konfeksiyon sektörünün hem yıllık hem de aylık bazda ciddi bir maliyet kıskacı altında olduğunu teyit ediyor. Aylık bazda fiyatı düşen tek sektör ise % -0,76 ile temel eczacılık ürünleri oldu.
Sonuç olarak, TÜİK'in açıkladığı Temmuz 2025 YD-ÜFE verileri, Türkiye ekonomisinin en önemli motoru olan ihracat sektörünün önündeki en büyük engelin, yurt içindeki kontrol altına alınamayan maliyet artışları olduğunu bir kez daha gösterdi. Hükümetin ve ekonomi yönetiminin, ihracatçının uluslararası pazarlardaki rekabet gücünü koruyabilmesi için, kur politikalarından enerji fiyatlarına, işçilik maliyetlerinden vergilere kadar geniş bir yelpazede maliyet düşürücü adımlar atması, artık bir tercih değil, bir zorunluluk haline gelmiş durumda. Aksi takdirde, artan maliyetler, sadece şirketlerin kârlılığını değil, Türkiye'nin genel ihracat performansını ve dolayısıyla ekonomik büyümesini de olumsuz etkileme potansiyeli taşıyor.