Yazı Dizi/ Lütfü DAĞTAŞ

İşte sonunda, yıllar önce Ege Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Deri Mühendisliği Bölümü’nden araştırma görevlisi, bugün profesör arkadaşım Bahri Başaran’ın bana hediye ettiği, elimden hiç düşürmediğim kataloglardan tanıdığım Museu De La Pell’in, yani Barselona İgualada Deri Müzesi’nin giriş kapısı önündeyim. Benim, “Anadolu’nun Son Karatabakları” adlı belgesel fotoğraf sergim bu binada yarın, yani 22 Şubat cumartesi günü öğleden sonra saat 18.30 da açılacak. Çıtamı yükseltip hedeflerimden birine daha ulaştığım için son derece mutluyum.

Buradaki ilk fotoğraf sergisi İsabel Munoz’a adlı bir fotoğrafçıya ait. Isabel, Barselona, 1951 doğumlu. Açılışı öğle 12.00’de. Sergi salonuna göz atıyorum hemen. İsabel, işlerinden gördüğüm kadarıyla kurgu ağırlıklı olarak stüdyo çalışmaları yapıyor. Fotoğraflarında düşgücüne dayalı tasarımlar öne çıkıyor. Fotoğraflarıyla ilgili yorumları özetlemem gerekirse şöyle: “İsabel Munoz, insan vücudunun endişe bozukluğuna dayalı takıntılı (obsesif) ve çok türlü (heterojen) temsili etrafında tematik bir yolculuk yapıyor. İsabel, fotoğraflarıyla bizi etkiliyorsa, bunda paylaşılan bir sırrın samimiyete dayalı anlayışın memnun etme çabası var.”

“Duyguların Antropoloğu” sıfatıyla nitelendirilen İsabel Munoz’un fotoğraflarını anlatım gücü ve sağlam bir tekniğe dayalı olmaları yönleriyle başarılı buluyorum. Diğer salonda yer alan ve yarın akşamüzeri saat 18.30 da açılacak benim ikinci sergi öncesi salonu şöyle dolaşıp hemen dışarı çıkarak İgualada sokaklarına dalmak ana hedefim. Deri fabrikalarının yoğunlukta olduğu sokaklardan başlayıp, yerleşimin diğer yerlerine doğru fotoğraf çeke çeke yürümek istiyorum. Uçağa bindiğim sıra İzmir’de hava buz kesiyordu. Burası Afrika’nın çok yakınında, Ekvator’a da yakınlığı göz önüne alındığında ilkyazın ılık havasını yaşıyor. Havaalanından gelinceye değin gördüğüm çiçek açmış ağaçlar zaten ilkyazın muştucuları değil miydi?

İsabel Munoz’a ayrılmış galeriden çıktığımda, Müze girişinde genç bir adamla karşılaşıyorum. Adımı ve Türkiye’den geldiğimi söylüyorum. Genç Adam, hoş geldin, diyerek elimi sıkıyor. Belli ki görevli ve bizleri ismen biliyor. Bugüne değin Türkiye’den internet üzerinden haberleştiğim Festival Yönetmeni Ramon Muntane’yi o sıra görüp göremeyeceğimi soruyorum. Sorumun karşılığı Ramon’un, hemen diğer kapıdan çıkıp gelmesi oluyor. Kırk yıllık dostmuşuz gibi bir karşılaşma, daha doğrusu karşılanma. Ramon’un güler yüzü ve içten davranışı; İgualada’da, az önce pastanedeki bayanlarınkiyle aynı ölçüde olunca kendimi evimde gibi duyumsamama neden oluyor.

-Sergin hazır, görmek ister misin? diye soruyor Ramon.

-Elbette.

Sergimin yer aldığı salona yöneliyoruz.

-Burası, diyor Ramon, “eski bir deri fabrikası. Çok büyük bir alanı kaplıyor. Siz fotoğrafçılara ayrı ayrı salonlar tahsis ettik. Üst katta da genç fotoğrafçıların sergilerinin yer . aldığı uzun, dolayısıyla büyük bir salon var.”

Benim fotoğrafların sergilendiği salonu giriyoruz. Bastırılmış, camlı çerçevelenip panolara asılmış, yan yana sıralanıp asılmışlar. Bunca sergi açtım şimdiye değin, hepsinin hamalı bendim. Yani? Yanisi şu: Fotoğrafları bastırır, çerçeveletir, kan ter içinde kalarak sergi mekanına taşır, asılmaları sırasında bir hizada olmalarına çaba gösterir, camlarını siler, asılmaları bittikten sonra eğri duran varsa onları düzeltir, sergi bitiminde yine tek başıma toplar, ambalajlar, yine tek başıma nerede saklayacaksam, ki çoğunluk evin alt atındaki kömürlük olarak tasarlanmış ancak kullanmadığımız öte beriyi depoladığımız yere, istiflerdim. Bu toplayış her defasında hüzünlü olurdu. Ne de olsa sergiler de canlı birer organizma değiller miydi izleyeniyle buluştuğunda soluk alıp veren. Ve hemen her sergi sonrası fotoğraflarımı toplarken hep şunu mırıldanırdım kendi kendime:

-Oğlum, sen yine güneşin battığı yöne doğru atı düldüle binmiş giden bir Red Kid’sin!

Bu kez İgualada’da böyle değildi ama. Fotoğrafları taşımak çok zor olacağı için sergileyeceğim kareleri önceden internet üzerinden Ramon’a göndermiştim. Kaça kaç ölçülerde basılmalarını istiyorsanız, siz bastırıp çerçeveletin. Dönüşte de tüm fotoğrafları Muse de La Pell’e yani Barselona İgualada Deri Müzesi’ne bırakmak istiyorum. Belki orada sürekli sergilemek istersiniz, diye de eklemiştim.

Bu konuda ne denli doğru yaptığımı ertesi gün müzeyi dolaştığımda anlayacaktım.

S ü r e c e k