Haber/ Didar Demirci
Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi ve diğer illerden Tabip Odaları Başkanları Ankara Ulus Meydanında, ‘Yaşam hakkımızdan vazgeçmiyoruz, ölümleri durdurun’ diyerek ortak basın açıklaması yaptı. Konuya ilişkin basın açıklaması 81 ildeki tabip odalarında yönetim kurulu üyeleri tarafından basınla aynı saatte paylaşıldı. İzmir’de de basınla bir araya gelen İzmir Tabip Odası Sekreteri Dr. Nuri Seha Yüksel ve İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Süleyman Kaynak, ortak basın açıklamasını aktardı. Açıklamayı Yüksel, okudu. Yüksel, “Salgını yönetemiyorlar, algıyı yönetiyorlar” dedi.

“Halkı oyalama paketi”

Salgın konusunda başarısız bir yönetim olduğunu dile getiren Yüksel, “Yeni kısıtlamalar adı altında alınan önlemler de iktidarın pandemi sürecine dönük bilimdışı bir anlayışın ürünüdür. Alındığı söylenen önlemler, ölümleri durdurmayacak, sağlık çalışanlarının karşılaştığı zorlu koşulları değiştirmeyecektir. Pandemi yoksulları ve işçileri vurmaktadır. Her gün bir uçak dolusu yurttaşımızı toprağa veriyoruz. Her gün ortalama bir ilimizin nüfusu kadar yurttaşımızı hasta eden pandemiyle ve pandeminin kötü yönetimiyle karşı karşıyayız. İktidar bilimin, meslek örgütlerinin sesine kulağını tıkamakta, sermayenin çıkarlarına uygun kararları uygulamaktadır. Bu tedbirler paketi halkı oyalama paketidir” diye konuştu.

Herkesin gözü önünde oluyor

Gabriel Garcia Marquez’in “Kırmızı Pazartesi” romanına atıfta bulunan Yüksel, “Romandaki gibi yaşadığımız her şey, herkesin gözü önünde oluyor. Böyle olacağını başta Sağlık Bakanlığı olmak üzere bütün yönetenler biliyordu. Ancak tüm uyarılarımıza rağmen gereken önlemleri almak yerine tabloyu seyretmekle yetindiler. Baştan beri yaptıkları gibi hala salgını yönetmek yerine algıyı yönetmeye çalışıyorlar; “aşı umudu tacirliği” yaparak insanları oyalıyorlar. Mızrak çuvala sığmayınca da “Maske, Mesafe, Hijyen” tekerlemesiyle suçu vatandaşlara atıyorlar. Bir yıldır her zaman olduğu gibi mesleğimizin ve meslek örgütümüzün üzerimize yüklediği sorumlulukla söylenmeyeni söylemeye, görünmeyeni görünür kılmaya çalıştık. Halk sağlığını önceleyen bilimsel bilgiler ışığında salgının ilk gününden itibaren Sağlık Bakanlığı ile görüşmeler talep ettik, randevu taleplerimize yanıt gelmedi. 50 metreye varan yazılar yazdık, cevap alamadık, medya aracılığıyla uyardık yapılması gerekenleri söyledik ama duyulmadık. Bugün buradayız çünkü duymama -görmeme şansınız yok, bugün buradayız çünkü ölümleri görmeye tahammülümüz kalmadı, meslektaşlarımızın tükendiğine tanıklık etmeye tahammülümüz kalmadı” açıklamasını kaydetti.

Ölümlere tanıklık etmekten tükeniyoruz

Gelinen noktada eksik, yanlış tutarsız politikaların, başarısız salgın yönetiminin neticesinde kontrol altına alınamayan pandeminin 3’üncü pikini yaşadığımızı söyleyen Yüksel, “Günlük vaka sayıları 60 bini aştı, can kayıpları gerçek rakamların ancak üçte birini yansıtan resmi rakamlarda bile 300’e yaklaştı. Hastanelerimiz Kovid-19 hastalarıyla doldu, yeni açılan servisler dahi ihtiyacı karşılamaya yetmiyor, yoğun bakımlarda yer bulunamıyor. Her gün çaresizlik içinde yeni ölümlere tanıklık etmekten tükeniyoruz. Bu tablodan sadece COVID-19 hastaları değil, COVID-19 dışı hastalarımız da mağdur oluyor, ertelenemez sağlık sorunları için gereken hizmete ulaşamıyorlar. Yeter! Bin defa yeter! Bu kâbusu hep birlikte durduralım” şeklinde konuştu.

Bir kez daha uyarıyorlar

Yüksel, iktidarı bir kez daha uyarıyoruz diyerek, pandemiyle ilgili acil olarak atılması gereken adımları şu şekilde aktardı:

  • Mevcut sağlık politikalarının başarısız olduğu artık kabul edilmeli; sağlığa bütüncül bakan toplum ve sağlık örgütlerinin katılımıyla dayanışma içerisinde yeni bir sağlık sistemi kurulmalıdır.

  • Pandemi ile mücadele, derhal geniş katılımlı yerel pandemi kurullarına devredilmelidir. Bu kurullara yerel yönetimler, sağlık emek ve meslek örgütleri ve toplum dahil edilmelidir.

  • Bilimsel kriterlere uygun filyasyon çalışmalarına hızla başlanıp salgının ilk kaynağına ulaşılmalı, bireyler hastalanmadan veya hastaneye gelmeden gerekli adımlar atılmalıdır.

  • Çalışanlar sosyal ve ekonomik hiçbir kayba uğratılmadan; AVM, fabrika, lokanta, atölye, şantiye gibi kalabalık ve kapalı alanlar derhal kapatılmalıdır. En az 14 gün, tercihen 28 gün zorunlu üretim alanları dışında çalışanlar hiçbir şekilde mağdur edilmeden çarklar durdurulmalıdır. Zorunlu üretim alanlarında çalışanlar için işyerine ulaşmada ve iş yerlerinde fiziksel önlemler alınmalı, dönüşümlü çalışma modelleri ile çalışma ortamlarında bulunan sayısı azaltılmalıdır.

  • Uluslararası dolaşım en aza indirgenmeli ve yalnızca çok gerekli şartlarda olmalı, yurtdışı seyahatlerinde 14 gün karantina uygulanmalıdır.

  • Aşılamada hedef toplumsal bağışıklık olmalıdır. Etkili bir aşılama programı uygulanmalıdır. Aşı temini ile ilgili süreç şeffaf bir biçimde kamuoyu ile paylaşılmalı, toplumun önüne net bir aşı takvimi konulmalıdır. Mevcut durumda hızlı aşılama salgınla mücadelenin en önemli parçasıdır. Aşıda patenti ortadan kaldıracak uluslararası adımlar atılmalıdır.

  • Sağlık çalışanlarının mevcut pandeminin yükü yetmezmiş gibi iktidarın vurdumduymazlığıyla daha da tükendiği görülmelidir. COVID-19’un meslek hastalığı kabul edilmesi gibi basit bir adımın bile atılmaması halen bir ayıp olarak ortada durmaktadır. Halen atanmayı bekleyen ve KHK ile gerekçe gösterilmeden ihraç edilmiş tüm sağlık çalışanları hızla salgınla mücadelede yerlerini almalıdır. Sağlık çalışanları artık dinlenebilmelidir.

Çağrıda bulundurlar

Açıklamayı sonlandırmadan önce bilim insanlarına ve topluma çağrıda bulunan Yüksel, şu şekilde konuştu:

“Bilim insanlarına çağrımızdır: Verilerin kamuoyu ile paylaşılmadığı, bağımsız bilimsel çalışmaların engellendiği şartlarda sınırlı sayıda da olsa eldeki mevcut verileri ile ülkenin, bölgelerin, risk gruplarının özgün durumlarının gösterilmesi gerekir. Bilim insanları yayın üretme konusunda Bakanlığın çizdiği çerçevenin dışına çıkmalıdır; Hekimlerin meslek örgütü TTB bilimsel sorumluluğu almaya hazırdır. Topluma çağrımızdır: Sosyal haklarımızın korunması; temel gıda, su, ısınma, barınma, temizlik ihtiyaçlarınızın karşılanması salgınla mücadelede iktidarın görevidir. Temiz hava, güneş ve fiziksel hareketliliğinizi sağlayacak alanlar ve düzenlemeler organize etmek yine iktidarın sorumluluğundadır. Ekonomik çıkarlar için sağlığımızı hiçe atarak çalıştırıldığımız işyeri ortamlarına gitmemeyi talep etmek en doğal sağlık hakkı talebimizdir. Hareketliliği azaltıp bulaşı önlememiz için ekonomik destek, zamanında aşılanma, şeffaf bilgi edinme yurttaşlık haklarımızdır.”

3 Ayda toplum bağışıklıkğı sağlanırdı

Açıklamanın ardından gazetecilerin sorularını yanıtlayan İzmir Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Kaynak, ‘Aşılama konusunda doğru bir politika izleniyor mu?’ sorusuna şu cevabı verdi:

“Toplumda pandeminin ortadan aldırılmasının yolu bağışıklık elde etmek. Bunun iki yolu vardır. Biri toplumsal bağışıklık denilen sürü bağışıklığıdır. Bunda insanlar birbirlerine hastalığı bulaştırarak doğal bağışıklık elde ederler. Ama bu sırada yüksek ölüm oranlarıyla karşılaşılır. Dolayısıyla bu bağışıklık insani bir yöntem değildir. O halde geriye aşılama kalıyor. Aşılama dediğimiz aktif bağışıklama yönetmelerinden başlıcasıdır ve Türkiye sağlık personeli olarak çok hızlı bir şekilde eğer aşı olursa toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak inan kayağına sahiptir. Aşılanın mümkün olduğu kadar hızlı ve etkin yapılması şarttır. Çünkü aşılama süresi artıkça elde edilecek verim azalacaktır. Toplumun en azından yüzde 75’inin yani yaklaşık 60 milyonun bağışık kazanması lazımdır. İki dozdan hesap edilince Türkiye’nin 120 milyon aşıya ihtiyacı var. Şu anda Türkiye’de 16 milyon doz aşı kullanılmıştır. Dolaysıyla halen Türkiye ocak ayından bu yana 3 ayda ihtiyacı olan aşının yaklaşık olarak yüzde 12’lik kısmını temin edebilmiştir. Oysaki ihtiyacımız olan 120 milyon doz aşı bu 3 ay içinde temin edilmiş, olsaydı günde 1 milyon aşı yapma kapasitesi olan sağlık ordusu olduğu için Türkiye’nin ihtiyacı olan toplam bağışıklık sağlanabilirdi. Fakat aşı olmadığı için bu yapılamadı. Aşı niye yoktu? Bunu saydam bir aşı politikası olmadığı için bilmiyoruz. Eğer yeteri kadar aşı temin edilseydi yeterli bağışıklık düzeyi elde edilebilirdi. Bu yapılmadı. Çünkü aşı yok. Yeteri kadar aşı olduğu zaman önceliğin önemi kalmaz. 14 Ocak’tan bu tarafa Türkiye elinde 120 milyon doz aşı olsaydı bağışıklık kazanırdık. Buradaki öncelik sorun haline getirilmemeliydi. Toplumun yüzde 70’lik kısmının aşılaması gerekiyordu.”